Paylaş
Nuruosmaniye külliyesinin inşaatı I. Mahmut tarafından 1748’de başladı, 1755’te kardeşi III. Osman döneminde tamamlandı. Lale Devri’yle başlayan yeniliklerin devam ettiği en önemli örneklerden biridir. Stefan Yerasimos, Simeon Kalfa’nın bir taraftan ‘Sinan’ın eserlerini esas alıp, büyük kubbe arayışını sürdürerek’ geleneği devam ettirdiğini, öbür taraftan ‘caminin geri kalan ögelerini serbestçe tasarlayarak’ yenilik yaptığını belirtir.
Dikdörtgenden kareye geçilmiştir. Cami zemini yükseltilmiştir, merdivenle çıkılır. Baklavalı sütun başlıklarından İyon ve Korint üslubundan esinlenen yaprak kıvrımlı sütun başlıklarına geçilmiştir. Kemerler içbükey ve dışbükey kıvrımlı hale getirilmiştir. Minareler yivlidir, külahları kurşun kaplama değil taştan yapılmıştır…
Simeon Kalfa ‘hassa mimarı’dır; yani imparatorluğun padişah nezdindeki mimari bürosunda çalışan seçkin mimarlarından biri… Nuruosmaniye’deki rolü, kayıtlarda ‘bina kalfası Simeon’ olarak geçiyor. İnşaat sırasında Nuriosmaniye’yi gezen Fransız mimar Li Roi, kubbenin yapımında teknik sorumluğun bir Rum mimarda olduğunu yazmıştır. Sadece kubbe değil, bütün şantiyeden sorumlu olduğu anlaşılıyor. Simeon Kalfa’nın ismi, inşaat tamamlandıktan sonra padişah tarafından hil’at giydirilen Hıristiyan mimarlar listesinin başında bulunuyor. Padişah’ın Simeon Kalfa’ya Kandilli’de bir yalı ihsan ettiği de biliniyor.
HEM GELENEKSEL HEM BATILI
Sanat tarihçimiz Doğan Kuban, Nuruosmaniye adının Sultan Osman’dan veya camii içindeki ışıktan geldiği yolunda rivayetler bulunduğunu belirtir, caminin kubbesinde Kuran’ın Nur suresinin 35. ayetinin yazılı olduğuna dikkat çeker: “Allah göklerin ve yerin nurudur.”
Kuban, camideki yenilikleri anlatırken, yukarıda saydıklarımıza ilaveten Simeon Kalfa’nın “O zamana kadar yapılan camilere benzemeyen bir cami” inşa ettiğini belirtir. Bu büyük mimar hakkında ne yazık ki elde fazla bilgi yok. Külliyenin ‘bina katibi’ Ahmet Efendi, Tarih-i Cami-i Şerif-i Nur-u Osmani adlı kitabında külliye hakkında çok ayrıntılı bilgi vermiş, fakat mimarının Rum Simeon olduğunu belirtmekle yetinmiş.
Yeni araştırmalarla bu büyük mimarımız hakkında yeni bilgilere ulaşılabilir mi? İnşallah…
Doğan Kuban, Osmanlı belki de İslam mimarisinde ilk defa avlunun poligonal (çokgenli) olarak inşa edildiğini, iç galerilerin loca gibi yüksek yapılarak ana mekanın genişletildiğini belirtir.
Şunu da belirtmeliyim Osmanlı cami mimarisinde hem geleneğin sürdürülmesi hem de Batı’dan unsunlar alınarak yenilikler yapılması konusunda mimar Mehmet Tahir Ağa’nın inşa ettiği Laleli Camii de önemli bir örnektir.
Tanzimat’la birlikte Osmanlı mimari tarihinde ‘Balyanlar Dönemi’ne girildi. Soyadları Balyan olan Ermeni mimarlar, cami dahil, yaptıkları saray, kasır, kışla, hastane, kamu binaları ve kiliselerle İstanbul’un imarında büyük roy oynadılar.
NEO-OTTOMAN ÜSLUP
Balyan’lar “Âmira” denilen Ermeni elit sınıfındandır. İlk Balyan, hassa mimarı Meremetçi Bali Kalfa’dır. Meremetçi tamir ustası demektir, Balyan adı da Bati’den geliyor. Büyük mimari eserlere imza atan balyanlar şunlardır:
Kirkor Amira Balyan, bir çok eserle birlikte Nusretiye camiinin, Nikoğos Bey Balyan Dolmabahçe sarasında muayede salonunun ve Ortaköy camiinin, Garabet Amlira Balyan, Dolmabahçe sarayı ve Dolmabahçe camiinin mimarıdır… Bunlardan başka Agop Bey Balyan, Simon Bey Balyan, Sarkis Bey Balyan bir çok anıtsal eserin müellefidir. Sanat tarihçisi Afife Batur, Balyanlar’ın sanat tarihinde oryantalist üsluptan ‘neoottoman’ üsluba geçişi yansıttığını belirtir.
Şunu belirtmek zorundayım: 21. Yüzyılda Çamlıca’ya taklit ve kocaman bir cami binasını tasarlayanlar, hiç olmazsa Nuruosmaniye, Laleli, Nusretiye, Ortaköy ve Dolmabahçe camilerindeki yenilikleri görebilse ve yaratıcı ögeler eklemeyi düşünselerdi. “Kocaman olsun” deyince Saltanahmet harikasının kişiliksiz bir taklidi çıktı ortaya proje diye.
Paylaş