Paylaş
Sorgulamalarda eski bir HSYK üyesine yöneltilen sorudaki şu tabloya bakın:
“Yargı içerisinde idari görevler dahil olmak üzere ağır ceza mahkemesi başkanları, ticaret mahkemesi başkanları, komisyon başkanları, başsavcılar, başsavcı vekilleri, HSYK tarafından atanan özel yetkili savcıların tümüne yakınının Fetullah Gülen cemaati mensupları olarak görülmektedir.”
Sorgularda bu vahim tablonun nasıl oluştuğu araştırılıyor.
İktidar, araları bozuluncaya kadar yargı kadrolarını açmış, hatta yüksek yargıya atanacak hâkimler için kontenjan pazarlığı bile yapmışlar!
MİT OLAYI
İstanbul’da cemaatçi savcılar “Oslo görüşmeleri” yüzünden MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı 7 Şubat 2012 gününde sorguya çağırmışlardı. İktidarla cemaatin arasının açılmasında dönem noktası bu olaydır. Ben o zaman MİT Müsteşarı’nın sorguya çağrılmasını eleştirmiş, katalog suçlarda da MİT ve Genelkurmay dahil yüksek devlet görevlileri hakkında soruşturmaların başbakanın iznine bağlanması gerektiğini savunmuştum. (Hürriyet, 9 Şubat 2012)
Bu düzenleme sonradan yapıldı.
Bu MİT olayının ardından hükümet dershanelerin üzerine gitti, bunu 17 ve 25 Aralık operasyonları izledi... İktidar yargıyla ilgili peş peşe kanunlar çıkararak FETÖ’yü tasfiye etmeye başladı...
FETÖ’nün 15 Temmuz darbe gerişimi... OHAL ve bugünler.
‘CEMAAT’ SORUNU
Siyasi polemik bir tarafa, çok büyük iki sorun göze çarpıyor:
Bir, “cemaat” (community) denilen sık otoriter yapılanmalar... İki, yargının ele geçirilebilir olması!
Evvela Gülen’in sosyal medyada dolaşan şu sözlerine bakalım:
“Senin iktidar dediğin şey nedir, ben yirmi yaşımda onu devireceğimi, yerine başkasını kuracağımı planlamış insanım. İktidar dediğin şey nedir senin? Tenezzül, benim inmem lazım, bin merdiven aşağıya inmem lazım. Ahmak.”
Ya da “kainat imamı” kavramı!
Narsisizmi görüyor musunuz?
Erich Fromm kitaplarında, mistik olsun seküler olsun bireyi robotlaştıran sık dokulu totaliter hareketlerin öncülerinde görülen bu “çürüme derecesinde hastalıklı narsisizm”i çok iyi anlatır.
Moderniteye açık bir İslam anlayışı ve eğitime adanmış bir sosyal enerji görüntüsü son derece pozitifti. Ben ve birçok kimse olgular ortaya çıkıncaya kadar sadece bu tarafını gördük.
Görünmeyen taraftaki narsisizm ve güç zehirlenmesi birçok iyi niyetli insanı felakete sürükledi.
Türkiye’ye de çok büyük zarar verdi.
YARGI SORUNU
Öncesine gitmeyeceğim, bir 28 Şubat yargısını, “367 Kararı” yargısını düşünün. Buna “vesayet yargısı” deniliyor.
Bir cemaat yargısını düşünün, “dokunan yanıyor” denilmişti.
Bir de el koyduğu şirketlere AKP’li kayyumlar atayan, iktidarın siyasi söylemlerine göre iddianameler yazan yargıyı düşünün!
Buna da “yargının siyasallaşması” deniliyor.
Hepsinin temelinde köklü bir kültürel hastalığımız var: Solda “devrim”i, sağda “dava”yı hukuktan üstün tutan, hukuku bu yönde araçsallaştıran mariz kültürümüz!
Bu açıdan “yok birbirimizden farkımız”.
İşte bu yüzden güce göre el değiştiren yargı problemi var Türkiye’de.
Köklü bir hukukun üstünlüğü kültürü olsaydı, yargı mensupları hukuku ideoloji ve siyasetten üstün tutsaydı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı kökleşmiş bir kurumsallığa sahip olsaydı...
Dün ve bugün yaşadığımız birçok facia olur muydu?
Öyleyse hukuku üstün tutmada birleşelim de gelecek nesillere yeni facialar aktarmayalım.
Hepimiz görmeliyiz, “bizden yana yargı” hepimiz için felaket kaynağıdır, hukuku üstün tutan tarafsız ve bağımsız yargı hepimiz için güvencedir.
Paylaş