Paylaş
İki taslaktaki eğilim, devlet başkanını olabildiğince yetkili, güçlü hale getirmektir.
Mesela, parlamenter sistemde meclisin çıkardığı bir yasayı elbette cumhurbaşkanı “Yeniden incelensin” diye meclise gönderebilir. Meclis aynen kabul ederse, artık cumhurbaşkanı onu onaylamak zorundadır. Çünkü temel felsefe, yasama alanında meclisin üstünlüğüdür.
Son sözü cumhurbaşkanı veya başkan söyleyecek hale gelirse, bu ilkeye uyulmamış olur, değil mi?
Meclis’in yasama yetkisi
1924’te anayasa taslağını hazırlayan komisyon adına Yunus Nadi Bey’in meclise sunduğu metne göre, cumhurbaşkanının meclise geri gönderdiği bir yasayı meclisin tekrar kabul etmesi ancak “üçte iki çoğunlukla” mümkün olacaktı!
Bunun anlamı, cumhurbaşkanının istemediği bir yasayı meclisin çıkarmasının çok zorlaştırılmasıydı.
AK Parti’nın taslağında da şu hüküm var:
“TBMM (başkan tarafından) geri gönderilen kanunu üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu ile kabul ederse, kanun, başkan tarafından yedi gün içinde yayınlanır.” (Madde 11)
Demek ki, meclis 140 oyla kanun çıkarabilecektir, bu normaldir... Fakat başkan geri gönderirse meclis ancak 330 oyla tekrar kabul edebilecektir! Başkanın istemediği bir kanunu çıkarmak çok zor olacaktır!
Meclis’in üstünde?
ATATÜRK döneminde “kuvvetler birliği” ilkesi geçerli olduğu halde, 1924’teki meclis, kendi üstünde bir güç kabul etmeme onurunu göstermiştir; üstelik bu kişi Mustafa Kemal Paşa’ydı.
Atatürk’ün İhtilal Hukuku adlı kitabımın 1924 Anayasası bölümünde, meclisin yasama yetkisini zorlaştıran böyle bir yetkinin cumhurbaşkanına verilmek istenmesi hakkında şunları yazmıştım:
“Cumhurbaşkanının geri çevireceği bir kanun, mecliste ancak üçte iki çoğunlukla kabul edilirse kanun haline gelebilecektir! Böyle bir yetkinin meclis üzerinde bir vesayet oluşturacağı ve cumhurbaşkanının iade yetkisini de bir veto haline getireceği açıktır.” (Atatürk’ün İhtilal Hukuku, sf. 431-432)
AKP’nin taslağında da başkana böyle bir yetki verilmek istenmesine gelince...
Denetim ve denge sorunu
BAŞKANLIK sisteminde, mesela Amerika’da, başkanı halk seçtiği için ona böyle bir “veto yetkisi” vardır. Fakat Amerikan başkanları yasama organları hakkında “fesih” yani erken seçim kararı alamaz. Halbuki AKP taslağında başkana bu yetki verilmiş...
Amerikan sisteminde eyalet, çift meclis, partilerin gevşek iç yapıları, kimin yasama organına seçileceği konusunda başkanların bırakın yetkiyi, etkisinin bile bulunmaması gibi dengeleyici mekanizmalar vardır.
Amerikan sisteminde başkana karşı yasamayı güçlendiren diğer bir unsur da başkanın yapacağı üst düzey atamaların yasama organı tarafından onaylanmasıdır.
AKP taslağında bunların hiçbiri yok.
Amerikan sisteminde kuvvetler ayrılığı, denge ve denetim ilkeleri esastır. AKP’nin önerdiği sistemde ise, başkanı nasıl ‘en güçlü’ kılarız diye düşünülmüş, denge ve denetime pek önem verilmemiştir.
Akçam’dan yine mektup
TANER Akçam 20 Aralık günlü yazıma yine eleştiri gönderdi. İttihatçıların Dünya Savaşı’ndan önce tehcire karar verdiği görüşünün Dadrian’a ait olduğunu, bu görüşü benim kendisine mal ettiğimi, çünkü kitaplarını okumadan önyargıyla yazdığımı söylüyor...
Halbuki Taner Bey, Ermeni Meselesi Hallolmuştur adlı kitabında İttihatçıların Anadolu’da etnik temizlik yapmak için daha 1913’te “bir plana sahip olduklarını ve savaş yıllarında bu planı tüm Anadolu sathına yayarak harekete geçtiklerini” yazmıştır! (Sf. 37)
Young Turks’ Crime... adlı kitabında da yine 1913’e atıfta bulunarak Dünya Savaşı’nda “bu planı bütün Anadolu’yu kapsayacak şekilde genişlettiklerini” yazmıştır. (Sf. 29)
Bütün çaba, trajik tehcir hareketinin Dünya Savaşı şartlarında değil, önceden “tasarlanmış” bir soykırım olduğunu kabul ettirmek içindir. Evet, Dadrian’la aralarındaki fark, Akçam’ın “plan”, Dadrian’ın “karar” demesidir.
Paylaş