HÜRRİYET gazetesi okurlarına Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam ve İkinci Adam adlı kitaplarını armağan ediyor.
Evvela şunu belirteyim, akademisyen tarihçi Erik Zürcher’e göre, resmi ve kalıpçı Türk tarih yazımının dışına çıkarak insani ve geniş açılı bir gözle Atatürk’ün biyografisini ilk yazan, Şevket Süreyya Aydemir’dir.
Onun İkinci Adam eseri de aynı niteliktedir.
Aydemir elbette Atatürkçüdür. Atatürk’ü de İnönü’yü de nötr bir dille değil, benimseyen, sıcak bir dille, hatta yer yer hayranlıkla anlatır.
Şevket Süreyya’nın bu iki kitabının, sahasında öncü olmasının sebebi, hem malzeme zenginliğidir, hem sıcak ve insani bir dille yazılmış olmasıdır. “Deha”yı, “kahraman”ı, “önder”i coşkuyla anlatır. Klasikleşmiş Kahramanlar’ın ünlü yazarı Thomas Carlyle’ı okuyor gibi olursunuz.
‘Kahraman’ da insandır
Ama Şevket Süreyya kahramanların da insan yahut beşer olduğunu unutmaz. Onların “ruh sıkıntılarını... yalnızlığını... depresyonunu” da anlatır. “Büyük aksiyon adamlarının depresyon dönemlerinde en büyük düşmanları içgüdülerdir...” diye başlayarak ilginç tahliller yapar.
Putlaştırmanın kahramana kötülük olduğunu belirtir.
Milli Mücadele ve devrimlerin büyüklüğünü anlatırken, Cumhuriyet devrinde ortaya konulan “cihanı telakki tarzı”nın yani dünya görüşünün yetersiz kaldığını, teori ve felsefesinin yapılmadığını, o yüzden inkılabın çabuk yorulduğunu belirtmekten de geri durmaz.
“Boşa dönen çarklar”ı anlatır, ekonomideki başarı ve başarısızlıkları rakamlarla ve Atatürk’ün sözleriyle ortaya koyar.
Aydemir, Atatürk’le muhalif Rauf Orbay ve Karabekir arasındaki siyasi kavgaları anlatırken açıkça Atatürk’ün tarafını tutar ama “Suçlu kim?” diye sorar ve “Hiç kimse” diye cevap verir. Çünkü “inkılapların kanunu”nda kahramanların çarpışması da vardır.
Nutuk’ta Karabekir ve Rauf Bey hakkında yer alan ağır ifadelere katılmaz; bir kavgadaki yumruklar gibi görür bunları.
Aydemir, İnönü’ye de elbette sempatiyle bakar, fakat daha az duygusaldır. Özellikle ekonomi politikalarını eleştirir. Fakat İnönü’nün namuskârlığını, kanun ve nizam adamı olmasını övgüyle anlatır.
Tarihe bakmak?
Evet 1937’den, hatta 1935’ten itibaren Atatürk ve İnönü çatışmışlardır. O çatışmada yer alan ‘Atatürkçü’ Hasan Rıza Soyak’a göre, İnönü 1939 yılında kendisini “Değişmez Genel Başkan” ilan etmekle Atatürk’ün demokrasi ve tevazu yolundan sapmıştı...
Halbuki “hiçbir şekilde değiştirilemez” Genel Başkanlık l927 Kurultayı’nda Atatürk için kabul edilmişti...
‘İnönücü’ Refik Saydam, Ocak 1939’da başbakan olduğunda “Her şey A’dan Z’ye bozuk” demişti! Peki ama İnönü 1937’ye kadar başbakan değil miydi? Dahası, evet ‘bozuk’ şeyler de iyi şeyler de vardı.
Keskin taraftarlık böyle renkkörlükleri yaratır.
Tarih felsefecisi Leon Halkin’den esinlenerek şunu da belirteyim ki, tarihte elbette tuttuğumuz kişiler, taraflar olur. Fakat tarihe savcı veya avukat gözüyle değil, dört gözle ve anlamak gayretiyle bakmalıyız.
Atatürk’ü, İnönü’yü, Karabekir’i, Rauf Orbay’ı, Cebesoy’u, Fethi Bey’i okumadan ve modern tarihçilik metotlarıyla yapılan araştırmalara bakmadan dünü de bugünü de doğru anlayamayız.