Paylaş
Elbette vakfın tamamı suçlanamaz ama vakıf yurtlarının denetlenmesini bir düzene bağlamak gerektiği ortada.
Fakat öyle siyasi kavgalar yaptık ki “denetim” gibi somut sorunlar kaynadı gitti.
Önce, daima sağduyulu ve rasyonel bir siyasetçi olan Sayın Fatma Şahin’in şu sözlerine katıldığımı belirteyim:
“Maalesef ülkemizde üslup esasın önüne geçiyor. Bence Bakan Ramazanoğlu önce ifade edemedi ve sonrasında da ne demek istediğini anlattı. O cümle üzerinden nasıl Kılıçdaroğlu ‘ben onu öyle söylemedim’ diyorsa, bakan da öyle söylemek istemedi. Burada da bir iletişim kazası yaşandığını düşünüyorum...”
İletişim kazasını hemen koca bir siyasi kavgaya çevirdik.
Çünkü taraflar siyasete öncelik verdiler, siyasi kavga yaptılar.
DENETİM SORUNU
Olgunlaşmış bir siyasi kültürde siyasi kavgadan önce “sorun odaklı” bakılırdı: Genelde artan çocuk istismarı olaylarına karşı ne tür tedbirler alınmalı?
Özelde, öğrencilere yurt açan vakıfların ve derneklerin kanuni statüsü nedir, nasıl olmalı? Niye denetim eksiği var? Nasıl denetlenmeli?...
Hayır, biz bunları konuşamadık. Siyasi kavgadan “denetim” sorununu ele alamadık.
Hele de “denetlenmek” bizde hoşa gitmez.
Demokrasi dediğimizde aklımıza “seçilmek” yani güce ulaşmak geliyor, “denetlenmek” hoşumuza gitmiyor.
Denetimi kısıtlamak için çıkarılıp da AYM’nin iptal ettiği kanunlar bunun ispatıdır; dün de bugün de.
Dokunulmazlıklar konusundaki “bana dokunmasın” tavrı da böyle.
Ülkede tarafsız kamu kurumları olmazsa “bizden” denetçilerin “biz”i denetlemesi neye yarar?!
Sorun ne kadar kapsamlı, görüyor musunuz?
FRANSIZ HASTALIĞI
Fransız düşüncesinin 20. yüzyıldaki en büyük isimlerinden Raymond Aron’un 1950’lerin sonlarında yazdıklarına bakalım:
“Fransızlar oldum olası, ekonomik, sosyal ve teknik tartışmaları (bile) ideolojik çekişmelere dönüştürme eğilimindedir. Ne de olsa ekonomi can sıkıcıdır... Buna karşılık laiklik veya devletin yararı gibi soyut bir tartışma son derece coşturucudur. Bu tartışma sonsuza kadar uzatılabilir...”
Aron sebebini de anlatıyor:
“Biz Fransızların bu biçimde politika yapmamızın sebebi, olduğumuzun dışına çıkamamaktır.” (Demokrasi ve Totalitarizm, s. 206, 208)
Sanki partiler değil de siyasi aşiretler; hep “biz” haklıyız.
Uğrunda büyük kavgalar verdiğimiz soyut kavramlar ve semboller yüzünden somut ve rasyonel yaklaşımları unutuyoruz.
İnsani, teknik ve ahlaki konulara bile politik kavga duygusu ile bakınca ne uzlaşma mümkün oluyor ne de çözüm...
Yine Fransız Andre Siegfried’ın 1930’da yazdığı kitabındaki tespitten de bahsetmeliyim: “Pratik konularda bile sansasyonel siyasi tartışmalar yapıyoruz!” (France, s. 25)
ÜLKEYE ZARAR VERİYOR
Bunları niye yazıyorum?
İnandığımız siyasete aşırı doz vererek, öfkeleri körükleyerek her konuyu politize etmenin fazilet değil ciddi bir kusur olduğunu belirtmek için.
Bizde sağdaki ve soldaki bu sağlıksız zihniyet, geçmişte Fransız sağcılarıyla solcularında da vardı ve bu tarzla temel sorunlarını çözememişlerdi.
Ancak 1958’den sonra toparlanabildiler.
Bizim tarihimize bakın; ateşli konuşmalar, karşı tarafı ezme girişimleri...
Siyasi kavgalar beşeri enerjimizi de israf etti.
Ortalama kalkınma hızımız her devirde Ortadoğu’nun elbette önünde fakat “pratik” Uzakdoğu’nun gerisindedir.
Bakın, çocuklara taciz gibi olağanüstü ehemmiyete sahip insani ve ahlaki bir konuda ne kadar dehşetli siyasi kavgalar yaptık, fakat ortak bir komisyon kuramadık!
Siyasette aşırı doz ya da ölçüsüz kavga ülkeye zarar veriyor.
Paylaş