Anayasa ve din

CUMHURBAŞKANI Erdoğan anayasada İslam vurgusuna gerek olmadığını belirterek çok tehlikeli olabilecek bir tartışmayı önledi, çok da iyi etti.

Haberin Devamı

Türkiye’nin “Anayasada İslam olsun, hayır olmasın” tartışmasına sürüklenmesinin nelere yol açabileceğini bir düşünün.

Anayasa deyince asıl konuşulması gereken devletin esas teşkilatı ile birey hak ve hürriyetleri gibi konular kenarda kalırdı, anayasa sorunu bir itikat ve laiklik kavgasına dönerdi.

Erdoğan, anayasada neyin olması ve olmaması gerektiğini de doğru ortaya koydu:

“Devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması esas alınıyorsa, özellikle İslam’a vurgu yapmaya ne diye ihtiyaç olsun? Ben bir Müslüman olarak inancımı istediğim gibi yaşıyorsam mesele bitmiştir.”


AVRUPA VE LAİKLİK


Evrensel hak ve hürriyetler ancak o devletin bir dine ve ideolojiye bağlı bulunmaması, yani “demokratik laik hukuk devleti” olmasıyla mümkündür. Bu özgürlükler sağlanıyorsa “mesele bitmiş”tir, dini ve ideolojik tanımlara gerek yoktur.

Gelişmiş ülkeler bu “tanım” aşamasını bile geçmişlerdir.

Fransa anayasasında laiklik vardır. Bunun sebebi ülke tarihinde Katolik kilisesinin egemenliği ve buna tepki olarak 1789 İhtilali’nin laik cumhuriyeti getirmiş olmasıdır.

Danimarka anayasasında laiklik de cumhuriyet de yoktur, hatta Evanjel-Luther kilisesine bağlılık hükmü vardır. Bunun sebebi ülkenin Protestan geçmişi ve kraliyet kurumunun devamlılığıdır.

Fakat her iki ülkede de ister dini, ister sivil özgürlüklerde hiçbir fark yoktur, her iki ülkede de hukuk düzeni sekülerdir. Hatta Danimarka, Fransa’dan daha sekülerleşmiş bir toplumdur.


PAKİSTAN ÖRNEĞİ

Haberin Devamı


Kardeş Pakistan diğer bir örnektir. Kurucu lideri Muhammet Ali Cinnah Pakistan’ı “Müslümanların devleti” tanımıyla kurdu. Bir Hindu’yu da adalet bakanı yaptı. Ulemanın talep ettiği “İslami devlet” tanımını kabul etmedi...

“Kanunların İslamileştirilmesi” 1977’den sonra General Ziya ül Hak döneminin uygulamasıdır. Bugün Pakistan’da kanlı din ve mezhep çatışmalarının yaşanmakta olmasının sebebi, Pakistan anayasaları değildir. Hatta Ziya ül Hak, artan kabile, etnisite, bölge ve mezhep çatışmalarına karşı birleştirici olsun diye “İslamileşme” politikasına yönelmişti...

Fakat Pakistan tarihçisi Ian Talbot’un belirttiği gibi, temeldeki sorun sosyal gelişme ve entegrasyon yetersizliği ile kökleşmiş hoşgörüsüzlük kültürüydü. Çatışmayı önleyecek kurumlar zayıftı. Partiler aşiret gibiydi. Şehirleşme ile ekonomik gelişme eşitsizlikleri de artırınca bütün kimlikler militanlaştı. Tarihten gelen çatışmalar bu süreçte “Kimin İslam’ı?” kavgalarıyla tırmandı. (Ian Talbot, Pakistan, A Modern History, özellikle s. 27-31)


HUKUK DİLİYLE KONUŞMAK
Elbette anayasalar üzerinde çok dikkatli olmak gerekir. Fakat anayasaları her problemin kaynağı saymak da çözümü sanmak da yanlıştır.

Hele de “ithal anayasa, gayrimilli anayasa” kavramlarının hiçbir anlamı yoktur.

Türkiye’deki darbeler de anayasalar ve parlamenter sistem yüzünden değil, ağır sosyo politik krizler yüzünden oldu: Ordu dışındaki kurumların tarihten gelen zayıflığı, toplumsal çatışmalar ve siyasi krizler maalesef darbelere yol açtı. Dünyada da darbeler başkanlık ya da parlamenter sistem olsun, böyle azgelişmiş ülkelerde yaşandı.

Bu tabloda “gelişmekte olan” ülke olarak anayasa konusunu dini ve ideolojik terimlerle değil, anayasa hukukunun kavramlarıyla konuşmak zorundayız. En önemlisi de dilin ve anayasanın “birleştirici” olmasıdır ki, bunun da tek yolu uzlaşmayla yapılmasıdır.

Yoksa, bugünkü sert siyasi çatışmaları anayasa seviyesine tırmandırmanın ülkeye sadece zararı olur.

 

Haberin Devamı

NOT:  Bu akşam saat 21.00'da CNN Türk'te 1919-1920 belgeselinde İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalini, Hasan Tahsin olayını ve direnişleri ele alıyoruz. 

Yazarın Tüm Yazıları