Paylaş
Yargıdan yakınanlar kervanına, hem de sert denebilecek sözlerle, zaman zaman Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ile Yargıtay Başkanı Ali Alkan, HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur başta olmak üzere, yargının tepe isimleri de katılmaya başladı.
Bu isimler, kamuya açık toplantılarda uzun tutukluluktan adli kontrol uygulamalarına, delil toplamadan klişe gerekçe yazmaya kadar pek çok yaşamsal konuda yargıya ciddi eleştiriler yöneltiyorlar.
Yargıçların kararlarında ‘özgürlükçü yaklaşım’, ‘AİHM kararlarına uygunluk’, ‘kamu vicdanı’ gibi kriterlerin görülmesi gereği üzerinde duruyorlar.
KONUŞMA UYGUN İÇTİHAT VER
Siyasilerin bu konudaki çifte standartlarını, uyumsuz sözlerini hep eleştirir dururuz, ama iğneyi biraz da şu yargı başkanlarına batırmak gerekiyor.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in defalarca dediği gibi, TBMM, kanunları çıkarma fabrikasına döndü, neredeyse bağırsakları dışarı çıktı.
TBMM, hak ve özgürlükleri genişletmek niyetiyle pek çok yasa çıkardı ama o yasaları yazan hukuk adamları dahi bugün, “Türkiye’de tutuklamaların yüzde 90’ı hukuksuz” der oldu. Yani, sorun bir ölçüde yasalarda değil uygulamada görülüyor. İbrahim Okur’un, “Tutuklu vekiller dosyası benim önüme gelseydi, salıverme kararı alırdım” demesi de buna haklılık veriyor.
İşte tam bu noktada, yargının tepesindeki isimlere hani, “Atmak için heybeye taş toplamak yerine bir şeyler yapsanız” deme zamanı geldi.
Yasa çıkarmak yargısal sorunları çözmüyorsa o zaman üst yargı kurumları öyle içtihatlar versin ki 500 yasadan daha etkili olsun, çünkü bu yetkileri var.
Başka bir ifadeyle bu yargı insanları konuşacaklarına uygun içtihat üretsin. Çünkü esas sorunun içtihat olduğu netleşti ve siyasetçi gibi konuşmak yerine, amiyane tabirle ‘adam gibi örnek kararlar verme’ zamanı geldi de geçti bile.
Örneğin, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay’ın önünde tarihi birer fırsat var.
ARTIK ANLAYALIM
Bireysel başvuru hakkı çerçevesinde, tutuklu milletvekilleri başta olmak üzere uzun tutukluluk gerekçesiyle başvurular yapıldı. Anayasa’nın 153’üncü maddesi
ortada: Yüce mahkeme, buradan aldığı güçle öyle karar verir ki her yargı insanı da buna uygun davranmak zorunda kalır.
Vicdanlarda kabul bulmayan Balyoz davası ise Yargıtay’ın önünde.
Eğer, karar verme organı yasama değil yargı ise bir yaşlı komutan için adli kontrol uygulaması uygun görülürken, artık tuvalet ihtiyacında dahi sorun yaşayan diğer yaşlı komutan neden hâlâ tutuklu, artık anlayalım.
Maddi delille desteklenmesi gereken mahkûmiyet kararlarının, ‘...abileceği’, ‘...ebileceği’ gibi soyut sözcüklere dayanılarak verilmesi, daktilo memuru veya yüzbaşı ile ordu komutanının aynı cezayı alması, dijital verilerin ‘Nereden baktığına bağlı’ noktasında kalması, sanık lehindeki delil ve tanıkların göz ardı edilmesi vs. doğru mu, yanlış mı görelim.
Paylaş