Şükrü Küçükşahin
Şükrü Küçükşahin
Şükrü KüçükşahinYazarın Tüm Yazıları

Haşmetli savcılar dönemi

TÜRKİYE’de, her operasyon sonrası özel yetkili savcıların tutumu tartışılır olmaya başladı.

Haberin Devamı

Son örnek de Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlarla ilgili yaşandı.

Ben de bazı yazılarımda bu tartışmalara değinmiş, mesleki toplantılarda dahi kendini tanıtırken “Beşiktaş Adliyesi’nden” ibaresine özel vurgu yapanların çıktığını aktarmıştım.

O yazım üzerine bir yetkili, “Onlar da Çağlayan’a taşınacak, bu vurgu ortadan kalkacak” demişti.

Bir türlü yazamadım; ama Çağlayan Adliyesi’nde izlediğim son davada epeydir hafızama kazılı kalan bir görüntü, sorunun mekân olmadığını gösterdi.

Genelleme yapmamak için dava ve isim vermek istemiyorum.

SANKİ BAŞBAKAN

SALONDA yerimizi aldık; dikkatler, zaman zaman izleyicilerle tartışsa da sabırla düzeni sağlamaya çalışan mahkeme başkanının üzerindeydi.

Benim gözlerimse kürsüye açılan kapıdan giren orta yaşta bir erkeğe takıldı.

Arkasından, elinde bilgisayar çantası olan bir başka genç erkek yürüyordu.

Davayı ilk kez izlediğim için büyük ciddiyet içinde yürüyen bu kişinin görevini, savcılık makamına geçinceye kadar anlamadım.

Kürsüye geçen savcı, elindeki küçük portföy çantasını masaya bıraktı. Aynı işlemi diğer erkek de bilgisayar çantası için yaptı; ama daha işi bitmedi.

Fermuarı açıp bilgisayarı çıkardı; masanın üstüne bıraktı, kapağını açtı, savcının önüne koydu, görevi tamamlayıp sonra salondan ayrıldı.

Bu kişi belki koruma polisi, belki mahkeme görevlisiydi.

O gördüğünde ne var, diyenler çıkabilir; ama takıldım kaldım ben o sahneye.

Çünkü, karşıda bir savcı değil, sanki bir başbakan, bir bakan görür gibiydim.

Dahası devletin tek temsilcisi, tek sahibi havasını hissettim.

Duruşma boyunca da ciddiyetini hiç bozmayan, mimik dahi göstermeyen bir savcı izleyip durdum.

Haberin Devamı

NEREDE O ESKİ HALLER

ARDINDAKİ kişiye çantasını taşıtmayı da geçiyorum; ama savcı bey, hiç değilse salonun kapısında çantasını alıp içeri giremez miydi?

Niyet okuyucu değilim, sade bir iletişimci olarak algıladığım şeyi yazıyorum.

O bir haşmet, bir güç gösterisi; mahkemeye, sanığa, savunmaya, izleyiciye...

Savcıyı, yargının diğer unsurlarından ayıran özel korumalı bir haşmet. Oysa o haşmet, bırakın mahkeme kapısını, adliye kapısından dahi girmemeli.

Bu tür davaları izleyen gazetecilerle, sanık yakınları ve izleyicilerle de konuştum; tabloyu hiç yadırgamadılar.

Dahası, o savcıların önceki tarzları böyle değilmiş, mütevazı bilinirlermiş.

En azından bu haşmet karşısında eşit konumda olması gereken savunmanın direnme gücünün, özgürlüğünün nereye kadar gideceğini düşünmek gerek.

Aynı yargı insanlarının, büyük bir koruma ve trafik eskortu eşliğinde mahkemeden lojmana, lojmandan mahkemeye gidip geldiğini de unutmayın.

Bu koruma çemberi, bu hava, o yargı insanlarını toplumdan ayırıyor.

Hele bir de devleti koruma kaygısı ile kendilerine özel güç vehmediyorlarsa...

Benimki dediğim gibi sadeci bir gözlem; ama kendisini devlet gibi gören bazı generaller de böyle izole yaşamaz mıydı?

Yazarın Tüm Yazıları