Paylaş
Bu sözler 11 yılın ‘Milli iradeyi kimse ile paylaşmadık’, ‘Tüm çeteleri yok ettik’ söylemini şakaya çevirirken ‘saflığı’ da ortaya koymuş oldu.
Kimse celallenmesin, ‘saflık’ iddiası benim değil; dün, Başbakan’a çok yakın bir kalem, ‘meğer ne kadar saf olduklarını’ uzun uzun yazdı.
Cemaat’e yapılan kayırmaları art arda sıralayan bu yazar, Başbakan’ın, ailesinin ve kendisinin canını, geçen yıla kadar, ‘Cemaat’in polislerine’ teslim ettiğini yeniden anımsatarak ‘Safmışız’ yakınmasında bulundu.
Başbakan’ın, ‘Cemaat ne istedi de vermedik’ sözünü yinelememe gerek yok da Allah aşkına, korumaları ‘Cemaat polislerinden’ seçmek, ne demek?
Polis için bu ifadeyi başkası kullansa acaba Başbakan yine sessiz mi kalırdı?
BAŞBAKAN’DAN KÜÇÜCÜK UMUT
Başbakan sadece bu konuda değil, halkın gördüğü başka konularda da sessiz.
Örneğin halk, ülkeyi yönetenlerin, özenle seçip devlete yerleştirdiklerinin ‘çete/paralel devlet’ olduğunu, 11 yıl sonra da olsa görmesine hamd ediyor.
Devlette bu paralel yapılara yol açanların hesap verdiğine, yolsuzluk iddialarının üzerine gidildiğine hamd etmek için de bekliyor.
Çünkü halk, kimseyi yolsuzluk iddialarından istisna görmüyor; eski Başbakan Mesut Yılmaz’ı Yüce Divan’a AKP’nin yolladığını dün gibi anımsıyor.
Bu çerçevede; Başbakan’ın 4.5 milyon doları evinde ayakkabı kutuları içinde saklamakla suçlanan Halkbank Genel Müdürü’nü, kıyasıya savunmaktan vazgeçip ‘hatalı’ bulması küçücük bir umut, ama ‘hamd etmek için’ yetmez.
Türkiye’yi ‘kayıt dışı parayı koruyan ülke’ konumuna düşüren, finansal riske sokan o banka genel müdüründen, herkesten önce, kendisi hesap sormalı.
Sorunun sadece genel müdürle bitmediğini de bilmeliyiz.
O banka üzerinden yürütülen para transferlerinden, hem de bakanların komisyon aldığı iddiaları nasıl unutulabilir, unutturulmak istenebilir?
Hadi para transferi ülke için iyiydi diyelim; ama bu komisyon iddiası ne iş?
Dosyalara göre söz konusu para miktarı da 70-80 milyon dolar.
Bu iddianın, hukuk, adalet, vicdan, etik, siyaset terazilerinde tartılması şart.
KABİNE ARKADAŞINA HAKSIZLIK
Tabii işin, iddialara konu edilen siyasiler açısından daha vahim yanları var.
Reza Zarrab ve bir arkadaşı, yaptıkları bazı işler için kendileriyle, “Acaba dinen günaha mı giriyoruz, bir hocaya danışsak mı” diye hesaplaşırken, Zarrab’a kolaylık için yarışan siyasiler ‘günahı’ unuttu mu?
Saunalara gidip, çıkışta, “Paranız ödendi” yanıtı alan bir siyasi, “Kardeşim, bu hizmeti alan benim, kimin haddine bu parayı ödemek?” diyemez miydi?
Evladına, polis takibinden nasıl kurtulacağını öğretmek yerine, “Oğlum sana ve torunlarıma bırakacağım en büyük servet bu ülkede bakanlık yapmamdır. En küçük şaibeli işe karışma” diyen bir siyasi sadece alkışlanmaz mı?
O siyasiler, Zarrab’a, “Ya neredeyse kabinenin yarısı yakında bize kefil olacak” deme şımarıklığını kazandırarak, en azından kabine arkadaşlarına büyük haksızlık ettiklerini düşünemezler miydi?
Peki ya o arkadaşlarının ne düşündüğünü duyan, bilen var mı?
Neyse, ‘hamdolsun ki’ halk işin bu yanlarını da iyi görüyor.
Paylaş