TÜRKİYE’nin 17 Aralık’ta Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi almasının siyaset üzerinde de yansımaları mutlaka olacaktır.
AB, hayal projesi olmaktan çıkıp görünür hedef haline geldi.
Cuma gününden itibaren zirvesi sisle kaplı dağın eteğine varıldı.
Dağın heybeti ile birlikte uçurumları da netleşti.
Tırmanış için iyi bir ekip, iyi bir donanım ve erzak gerekli.
Tırmanışı başaracak olanlar da 17 Aralık’a kadar AB’yi, körün fili tarifi gibi görmeyi yeğleyen siyasiler olacak.
Artık, herkesin kendi beklentisine göre bir AB tarifi mümkün olamayacak.
Geri dönüş ise çetin zirveleri aşmaktan da zor bir hal almış durumda.
Bu zor sürecin siyasete nasıl yansıyacağı önemli bir soru.
ERKEN SEÇİM YOK
Müzakere tarihinin 3 Ekim 2005 olarak belirlenmesiyle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Türkiye’ye ihanet olur’ sözlerine rağmen erken seçim iddiasında bulunanlar bu görüşlerini değiştirmek durumunda.
Anayasal süre 5 yıl olsa da, bugüne kadar her 4 yılda bir yapıldığı göz önünde tutulduğunda, seçim için en makul tarih 2006’nın sonbaharı olur.
17 Aralık kararı, hem AB taraftarı, hem de karşıtları için biraz hayal kırıklığı yarattı.
Bu gelişmenin de sağda ve solda siyaset alanını daraltması veya genişletmesi sonucunu vermesi son derece doğal.
Bugüne kadar AB sürecine engel olmamak veya çatlak ses çıkarmakla suçlanmamak için sessiz kalanların ‘girişimleri’ uç vermeye başlayacak.
Sonucu da siyasetin daha çok renklenmesi, daha çoksesli hale gelmesi, daha büyük bir hareketlik içine girmesiyle görülecek.
Bu süreci iyi değerlendiren siyasetçiler, ilk seçime de bunun avantajı ile girecek; gözler ise daha çok Başbakan Erdoğan’ı izleyecek.
ERDOĞAN’IN PERFORMANSI
Erdoğan, 17 Aralık’a kadar icraatı taban baskısından uzakta, muhalefetin işbirliği yaptığı, rekabetin düşük kaldığı bir ortamda götürdü.
Şimdiye kadar işler kolaydı; ama bugün Avrupa, Türkiye ile 100 yıllık sorunlarını da gündeme getiriyor ve çözümü de Erdoğan’dan bekliyor.
İçeride devletin temel değerleriyle bütünleşmede daha inandırıcı, güçlü icraat yapmak yerine, AB üzerinden meşruiyet arayışına giriştiği izlenimi vermekten kurtulamayan Erdoğan ise, Brüksel’deki tutumu nedeniyle Türkiye’de bazıları kahraman gibi görüyor olmasına rağmen, AB liderleri nezdinde, ‘anlayış görme noktasında’ bir kırılmayla karşı karşıya gibi.
Bu durum Erdoğan’ın, partisine ve içeriye daha çok dikkat etmesini gerektirecek.
Bir yandan, bugüne kadar işleri götürmede kendisine yardımcı olan AB dışında, yeni bir vizyonu ortaya koymak zorunda kalacak olan Başbakan’ın, diğer yandan ülkeyi dünden de daha iyi yönetecek beceriyi göstermesi gerekecek.
Bunun için de, bugüne değin zamanının büyük bölümünü Ankara dışında ve parti etkinliklerinde geçiren Erdoğan, bu politikadan vazgeçip, ülkenin yönetildiği TBMM ve Başbakanlığa daha fazla zaman ayırmak durumunda olmalı.
O zaman, AKP Meclis Grubu’nu da, devleti de daha iyi tanıyacak.
Yapmazsa ne mi olur; görmek için yıllar geçmesi gerekmeyecek gibi.