Paylaş
Okul yüzü görmedi, ailesi 15 yaşında onu babamla evlendirdi; o günden sonra da onu dünyasının merkezine koyan babama bağlılığı, sevgisi hiç eksilmedi.
Babam, çocuklarını ona emanet etti, her maaşını son kuruşuna kadar ona verip evin yönetimine hiç karışmadı.
Önce bir, sonra iki odalı gecekonduda 5 çocuklu aileyi, bir işçi geliriyle geçindirmesi mümkün değildi; annem eve iş getirdi, çocukluk yıllarımızın tamamı okul dışında annemle evde makas sallamakla, tatillerde de fabrikada çalışmakla geçti.
SIRTINDA BEŞİK EKSİK OLMADI
31 yaşına kadar 6 çocuk doğurdu; büyük ağabeyimizi 8 yaşındayken kaybetti.
Dördümüzü köyde dünyaya getirdi, en küçüğümüzü, kız kardeşimi gecekondu olsa da İstanbul’un göbeğinde, geniş bir leğenin içinde doğurdu.
Kapı aralığından tanıklık ettiğim bu doğuma çocuk aklımla şaşırıp kalmıştım.
1961’de İstanbul’a göçene kadar hep sırtında beşik, ekin biçmeye gitti; geri kalan zamanda da kalabalık bir ailede ev işlerine ortak oldu.
Yaşam boyu en büyük çabayı okumamız için verdi, ders çalışmamızı hep özendirdi, veli toplantılarını hiç aksatmadı.
Biz de onu mahcup etmedik; öğretmenlerim takdir belirttikçe gururlanır yine de her seferinde başını öne eğip, “Biz okuyamadık öğretmen hanım/bey, bari onlar okusun istedik” demesi hâlâ kulaklarımda çınlayıp durur.
O konuda tek hata yapmıştı, onu da sonrasında her fırsatta dile getirdi; ama son vedalaşmamızda ablamıza dediği şu sözler bizi gözyaşına boğdu:
“Bir tek seni ilkokuldan sonra evlendirdiğim için kendimi hiç affetmedim. Beni bağışla kızım, sana haksızlık ettik. Oysa öğretmenlerin üç kez, ‘Yapmayın bu kız güzel okuyor’ dedi (Bunu ilk kez o an duyduk). Dizlerime çok vurdum kızım, hakkını helal et.”
8 AMELİYAT YIKAMADI AMA
BABAM, Türkiye’de ilk açık kalp ameliyatı olanlardan biriydi; o nedenle 30 yıl annem ona bebek gibi baktı desem hakkıdır.
‘Hani tüm darbelere direndi’ dedim ya, beyin kanamasından apandisite kadar geçirdiği 9 ameliyatı kastettim.
En sonuncusu hariç, tümüne direndi, her seferinde doktorları şaşırtan hızda iyileşti; ne yapsın çoooook işi gücü vardı...
Babamız 2004’te vefat ettiğinde çok ağladı, çok kederlendi.
Son günlerinde bize, “Öldüğümde istediğiniz kadar ağlayın; ama beni toprağa verip eve dönünce artık ağlamayın, çünkü o kederle yaşanmaz” dediğinde bunu daha iyi anladık.
Babamdan beş ay sonra, o acımasız hastalık yakaladı annemi.
Korkusuz bir kadındı; erkek kardeşimi kurşunun yağmur olduğu bir çatışmanın ortasına dalarak alıp çıkarması, yine o kardeşim 3 metrelik bahçe duvarından aşağı düştüğünde tereddütsüz arkasından kendisini atması tabii ki çok annenin yapacağı davranışlardır; benim annem de o annelerden biri.
Son hastalığı da onu korkutamadı, üstüne gitti, dört kez yokladı, 8 yıl direndi.
Sonuncu ameliyatında 78 yaşındaydı, artık direnci kalmadı.
Babama gitmeye karar verdi; ama giderken de hep aklı çocuklarındaydı, “Annem nasılsın” demeye kalmayalım, “Ben iyiyim, beni düşünmeyin yavrum, siz iyi olun, melekler önünüzde tek bir taş bırakmasın yeter” deyip durdu.
Annemmmm benim.
Paylaş