Paylaş
Erzincan Refahiye arası bitmiş, köyümüzün altından geçerek Refahiye’den Ilıç’a uzanan bölümünün inşaatı ise devam eden çok güzel yollardan geçerek köyümüz Gümüşakar’a (eski adı Koçgiri) vardık.
Ben 2.5 yaşındayken İstanbul’a göçtüğümüz diyar burası.
Biz üç erkek kardeş de sırayla her yıl, ilkokul dönemimizde bir çift öküz otlatmak için köye gönderildik; benim 3 yaz otlattığım öküzler adlarını hiç unutmadığım ‘Selvi’ ile ‘Selver’ oldu.
Bir çocuk olarak bazen yanağımı yanaklarına yapıştıracak, bazen de ucu sivri çubuğu baldırlarına batıracak kadar yakın/uzak olduğum o bir çift öküzün peşinde dolaştığım bayırları-çayırları, tam 42 yıl sonra yeniden görmek çok farklı duygular yarattı bende.
YOK OLANLAR ZİNCİRİ
Munzur Dağları’nın kollarından birinin tam karşısına kondurulmuş köyüm, doğal güzelliklerin tam ortasında yer alıyor.
İlk fark ettiğim, çocukken çok uzaklarda diye düşündüğüm o dağ silsilesi sanki kol mesafesindeydi, geniş diye anımsadığım sokaklar da meğer daracıkmış.
Mesafeler kısacıktı artık, ama koca köyümde tek Selvi veya Selver yok artık
Sadece onlar mı; çocukken bol bol gördüğüm tek bir at, tek bir camış, tek bir eşek de kalmamıştı, aynen koyun ve inek sürüleri gibi.
Kağnılar yoktu ki, en yüksek ve en melodik sesi versin diye mazıları tuzlu yağla sıvansın.
O kağnılar ki, bütün köy gece saat üçte kışlık odun tedariki için Dumanlı Dağlar’a yol alırken, “O mazı sesi falancanın kağnısından geliyor” diye sahiplerine gıpta ile baktırırlardı.
Yokuş veya dik inişlerde yüksek performans gösteren öküz ve camışlara da gıpta ile bakılırdı.
Gıpta ile bakılanların ilk sırasında ise, ‘Kefenlerini başlarına sararak’ dik yamaçlardan inişte, kağnının önü düşmesin diye iki öküzün ortasında direnen yiğit insanlar vardı.
Ya sırtlarına beşikleri bağlayıp, o patikaları aşıp orak sallamak için tarla başı yapan vefakâr, çalışkan anneleri unutmak mümkün mü?
CIZ ETTİREN ŞEYLER
O yolları tekrar dolaşırken ‘O kağnılar buradan nasıl indirilirdi’ diye şaştım kaldım; kışlık odun, ekmeklik buğdayı evine götürmek için direnen o insanları saygı ile andım.
Ama artık bu zorluklar geride kaldı, köylerdeki nüfus azaldı, ekili tarlalar sınırlı sayıda; oralarda da traktörler, biçerdöverler işi birkaç saatte bitiriyor.
Taş evler de yok gibi artık, ama en çok ‘çocuk cıvıltısı’ eksikliği içimi cız ettirdi.
İçimi cız ettiren bir şey daha vardı; maalesef, aradan 40 yıl geçmiş olsa da AKP iktidarları da dahil, devlet, hâlâ bölgedeki tüm Alevi köylerine hizmet götürmede müthiş isteksiz davranıyor.
Köyümüz nahiye olduğu için karakol da vardı; şimdi o karakol diğer köylere de yakın mesafede bir tepeye ‘kale’ olarak konuşlandırılmış.
Terör eylemlerinin görülmediği bu civarlarda, köylülerin bundan hiç yakınması yok, askerler de onlarla çok sıcak ilişki içinde.
Karakola giden yol hızla açılmış, ışıklandırılmış; ama ne mühendislik ki, çok dik olduğu için yenisi açılacak.
Bu hıza, köyün 500 metre altından geçen harika yola rağmen, köyün içindeki yolların hâlâ patika kalması, ışıksız elektrik direkleri, su sorunu ve altyapının yokluğu ‘neden’ sorusunu akılda tutuyor.
Paylaş