Yemen’de Fransızlardan kalan bir gramofon ve plaklar, yaşamında nasıl bir değişikliğe yol açtı?
Alay ederek dinlediği, sıkılarak seyrettiği operalar, zamanla nasıl bir aşka dönüştü? Eşine ilk aldığı hediye piyano oldu. 50 yaşında viyolonsel dersi aldı. Ölümünün 34. yılında saygıyla andığımız İsmet İnönü’nün Klasik Batı Müziği’yle ilişkisi aslında modernleşen Türkiye’nin "yol haritası"ydı...
TARİH, 28 Şubat 1911. İstanbul’dan hareket eden Hamidiye Kruvazörü’nün rotası, "Káfir köpekler" dediği Türklere karşı "cihat" ilan eden Zeydi İmamı Yahya Hamideddin ile Muhammed İdris’in ayaklandığı Yemen’di.
Geminin yolcuları, isyanı bastırmakla görevli 40 tabur piyade, 10 dağ bataryası, 1 hafif obüs bataryası, 10 bölük makineli tüfek ile seçkin bir kurmay heyetten oluşan Osmanlı Ordusu’ydu.
Ahmed İzzed Paşa’nın emrindeki subaylar arasında, Türkiye’nin gelecekti Genelkurmay Başkanlığı’nı yapacak Salih Omurtak, Başbakanlık görevinde bulunacak Rauf Orbay, Milli Savunma, Milli Eğitim bakanlıkları yapacak Saffet Arıkan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, "İkinci Adam" İsmet İnönü gibi seçkin subaylar vardı.
Kısa zamanda isyan bastırıldı.
Ancak Osmanlı’nın başındaki tek bela Yemen’deki gerici ayaklanma değildi.
İtalyanlar, Trablusgarp’a saldırdı. Yemen’deki Cibana Limanı’nı topa tuttular.
Bu saldırı sonucunda, San’a-Huveyde Demiryolu inşaatını yapan Fransızlar işlerini yarıda bırakıp eşyalarını satarak ülkelerine döndüler. Sattıkları eşyalar arasında bir gramofon ile plaklar vardı. Bu gramofon ve plaklar, aralarında İsmet İnönü’nün de bulunduğu genç Osmanlı subaylarının müzik hayatlarını derinden etkileyecekti.
KAHKAHA ATARAK DİNLEDİLER
Gramofonun yaşamında nasıl bir değişime yol açtığını İsmet İnönü "Hatıralar"ında şöyle anlatmaktadır:
"Yemen’de müzik ihtiyacına derin hasretler içindeydik. Gramofon bize bulunmaz bir nimet geldi. Akşam üzere karargáhtan yattığımız eve geldiğimiz vakit hep beraber gramofon başına koşardık. Plakları tecrübe ederdik. Senfoni, arkasından opera parçası, serenat...
İşitmediğimiz, bilmediğimiz parçaların gürültüsüne dayanamayarak makineyi bırakırdık. Ertesi akşam aynı tecrübe devam ederdi. Bu zorla ağır plakları dinlemeye tahammül çok uzun günler sürmüştür. Yavaş yavaş alışkanlık hasıl oldu. Benim hayatıma Batı musikisinin terbiyesi böylece Yemen’de girmiştir.
İçimizde en istidatlımız Saffet Arıkan’dı. Bizden çok evvel anlamaya başlar görününce, ’Erzincan’da öğrenmiştir’ diye yapmadığımız şaka kalmazdı."
Alay edilerek, kahkaha atılarak dinlenen klasik müzik, zamanla İsmet İnönü ve arkadaşlarının vazgeçemeyecekleri tutku haline geldi.
KONSERSALONUNDA OPERA
İsmet İnönü’nün ilk klasik müzik dinleme dönemi 1913 Mart ayında sona erdi; İstanbul’a döndü. Kulaklarındaki rahatsızlık Yemen’de artmıştı. Hem tedavi hem de bilgi ve kültürünü geliştirmek için Avrupa’ya gitmek istedi. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı arkadaşı Kazım Karabekir ile birlikte Genelkurmay’dan bir ay izin aldılar.
Operayla bu Avrupa gezisi sırasında Berlin’de tanıştı. Berlin Büyükelçiliği Ataşemiliteri Hasan Cemil Çambel, İsmet İnönü ve Kazım Karabekir’i operaya götürdü.
Klasik Batı Müziği’ni, ilk kez kendi çağdaş mekánı olan konser salonunda dinleyecekti.
İsmet İnönü, "Hatıralar"ında operayla tanışmasını şöyle anlatmaktadır:
"En ehemmiyetli işimiz operaya gitmek oldu. O ne dikkatli, ne telaşlı bir şeydi operaya gitmek. Saat 8’den evvel orada bulunduk. Wagner’in bir operası oynanıyordu. Müzik başlayınca bizim Yemen mektebinin musiki terbiyesi hafızamda canlandı. Arkadaşlarıma, ’Biz bunları Yemen’den biliriz’ diye övünüyordum.
Bununla birlikte, ilk görüşümde oyunun uzun sahnelerinden yorulmuştum. Nihayet son sahne geldi, kapıdan giren sanatkár müzikle söylemeye başladı ve tahmine göre, yürüyüp oda nihayetine varınca oyun bitecekti. Sanatkár yüksek sesle rolünü yaparak odanın ortasına kadar geldi ve perde kapandı. Yalnız kapıdan, odanın ortasına gelinceye kadar yarım saatten fazla zaman geçmişti. Canımızı zor dışarı attık!"
İsmet İnönü anlamıştı ki, Klasik Batı Müziği ancak çok dinlenerek sevilebiliyordu. Yıllar sonra yakın çevresine şöyle diyecekti:
"İnatla dinlemezseniz sevemezsiniz. Bir kere sevdiğiniz zaman da vazgeçemezsiniz."
Modern insan, yeniliklere ve değişime açık biri olmalıydı. Müzik konusunda kendini geliştirmek istiyordu. Bu nedenle hiç pes etmedi.
Aslında İnönü ve arkadaşlarının Klasik Batı Müziği’nde ısrar etmelerinin sebebini o dönemin siyasal koşullarında aramak gerekiyor.
II. Meşrutiyet evresi Osmanlı’nın kültür hayatında bir "Rönesans" etkisi yarattı.
İsmet İnönü gibi modernleşme taraftarı Osmanlı genç subaylarının yüzü bu nedenle Batı’ya dönüktü. Medeniyetin/çağdaşlığın göstergesi, evrensel çoksesli müzik doğal olarak genç subayların tercihi oldu.
MEVHİBE HANIM’A İLK HEDİYE
13 Nisan 1916. İstanbul.
İsmet İnönü evlerinin karşısındaki komşularının kızı Mevhibe Hanım ile evlendi.
Görevli olduğu 2’nci Ordu’nun, Trakya’dan Diyarbakır’a sefer emri çıkarıldı.
Genç evliler, 21 gün beraber olabildi.
İsmet İnönü yeni görevine gitmeden önce eşine bir hediye aldı.
Hediye; 30 altın verilerek alınan bir duvar piyanosuydu!
Klasik Batı Müziği sevgisini eşine de aşılamak istiyordu. Hemen müzik öğretmeni bir Rum madam tutuldu.
İsmet İnönü, Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas ve Suriye cephelerinde savaşırken, eşinin piyano dersiyle hep meşgul oldu. Mektuplarında derslerin nasıl gittiğini hep sordu:
28 Nisan tarihli mektup:
"İsmet’in Meleği, Mevhibesi,
Piyano dersi hesapça iki oluyor. Kim bilir ne güzel çalıyorsun. Fildişleri üzerinde ince parmakların benim kalbimin senin cazibene kapılmış hayranlığımı teganni (şarkı söylüyor) ediyor ki; yoksa iftirak (ayrılma) eleminin feryatlarını mı işitiyorsun? İkisi de var Mevhibe, inan."
9 Mayıs tarihli mektubunda, "Piyanoda terakki ettin (ilerledin) mi?" diye soruyordu. 4 Haziran tarihli mektubunda ise yine benzer soru vardı: "Piyanodan memnun musun?"
Mevhibe Hanım ne yazık ki piyano çalmayı pek beceremiyordu. Kulağı alaturkaya eğimliydi.
4 Temmuz tarihli mektubunda İsmet İnönü tavsiyede bulundu:
"Yalnız piyanoyu alaturkaya çevirdiniz Mevhibeciğim. Halbuki ben notaya bakılarak her türlü alafranga havanın çalınabilmesini pek arzu ederim. Piyanonun sebeb-i icadı budur. Bidayette gürültülü ve sıkıntılı gelecek alafranga havalara alıştıktan sonra musikinin yalnız orada bulunduğunu sen de anlayacaksın, ruhum. Yazdıklarından alaturka ve alafrangayı beraber ilerletmek istediğinizi anlıyor isem de herhalde notadan ve her havayı çalabilmek işine az ehemmiyet verdiğinizi görüyorum. Bunu tecviz etmenizi rica ederim. Yeni mualliminiz nota ile her şeyi çalabiliyor mu? Alafranga musikiye aşina mıdır? Lütfen emek çektiğine ve zahmet ettiğine göre tam olsun iki gözüm."
2 Eylül tarihli mektubunda, Mevhibe Hanım piyanoyu bırakmasın diye alaturka çalmasına razı olduğunu yazdı:
"Piyano dersleri alaturka ve alafranga diye üzülüp duruyorsun. Nasıl kolayına geliyorsa öyle öğren. Fakat sık sık değiştirme ki vakit beyhude geçmesin. Ben alafranga öğrenesin fikrindeyim. Artık nasıl ediyorsa öyle kalsın. İnşallah hepsini öğrenirsin."
Mevhibe Hanım’ın müzik sevgisi çocukluğunda evde dinlediği geleneksel çalgı ve şarkılarla başlamıştı. Kulağı bu müziğe yatkındı.
Ama o da zamanla eşi gibi Klasik Batı Müziği’ne alışacak ve çok sevecekti.
İnönü çifti, Ankara’da her cuma akşamı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı dinleyecekti.
Ankara Talat Paşa Bulvarı’ndaki konser salonunun 1. sıra sol bloktaki iki koltuk üzerinde "İsmet İnönü" ve "Mevhibe İnönü" yazmaktadır.
Suikasta uğradığı halde konserden vazgeçmedi
İsmet İnönü’ye 21 Şubat 1964 tarihinde Mesut Suna adlı şahıs tarafından suikast yapıldı. İsmet Paşa saldırıdan yara almadan kurtuldu. O akşam, CSO’da konsere gitti. CSO Müdürü Mükerrem Berk, suikast akşamı İsmet İnönü’yü konser salonunda görünce çok şaşırdı: "Paşam biraz önce size silah çektiler, nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsunuz?" İsmet İnönü’nün yanıtı ilginçti: "Tarih boyunca çektiler ama hiç vuramadılar!"
Viyolonsel dersi alan bir başbakan
İSMET İnönü yıllarca inat etmiş ve sonunda Klasik Batı Müziği hayranı olmuştu. Parmaklarının katılaştığı ve çalmanın zorlaştığı bir yaşta; 50 yaşında viyolonsel çalmak istedi.
"Bir erkeğin ağlayışıdır" denen ve insan sesine en yakın sesleri veren viyolonsele karşı, özel bir ilgisi vardı.
Öyle ki, Türkiye’ye dünyaca ünlü bir viyolonselist geldiğinde bütün işini gücünü erteleyip konserine gidiyordu. Tutkunu olduğu viyolonseli daha yakından tanımak istiyordu.
İlk dersini, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) viyolonsel sanatçılarından Edip Tezer’den aldı. İkinci öğretmeni ise Hitler Almanya’sından kaçan ve Türkiye’de viyolonsel ekolünün temelini atan David Zirkin idi.
Kulakları ağır işittiği için viyolonseli biraz özeldi; tahta akort kulakları sökülüp yerine metal vidalı kontrbas kulakları takılıydı. Bu değişikliğin nedeni, müzik aleti bir kez akort edildikten sonra kaymaları önlemekti.
İsmet İnönü’nün viyolonsel kursları bir yılı aşkın sürdü. Öğrenmiş miydi? Hayır. Öğrenemeyeceğini zaten kendisi de biliyordu. 50 yaşından sonra bir müzik enstrümanı çalınamayacağını söyleyenlere şöyle diyordu:
"Ben de biliyorum bu yaştan sonra çalgı öğrenemeyeceğimi. Ama parmaklarımın tellere teması, tellerin titreşimini hissetmek, bu şekilde ses tonlarının çıkışını anlamak beni çok mutlu ediyor."
Öğretmeni David Zirkin de merak edenlere, "İsmet Paşa viyolonseli göğsünde hissetmekten büyük zevk alıyor" diyecekti.
Kızı Özden’e piyano dersi aldırdı
İSMET İnönü, çocuklarına Klasik Batı Müziği sevgisini, onları konserlere götürerek verdi. Eşi Mevhibe Hanım’ın piyano çalmasını çok istemişti. Ama olmamıştı.
Şimdi aynı isteği, kızı Özden için duyuyordu. 1938 yılında kızına Steinway bir duvar piyanosu aldı. Müzik öğretmeni tuttu.
O, Özden Hanım’ın ilk müzik öğretmeni, Cumhuriyet kuşağı sanatçılarından Ferhunde Erkin idi. Dersler İnönü Ailesi’nin yeni taşındığı Çankaya Köşkü’nde verildi.
Küçük Özden, piyanoyu çalabiliyordu ama istenilen düzeyde değildi.
İsmet İnönü bu derslere bazen gelip izlerdi. Genelde pek memnun değildi. Ama yine de yüreklendirici konuşmalar yaptı.
Özden’e sürekli moral verdi. Ama olmadı. Özden Hanım da istenilen düzeyde piyano çalmayı başaramadı.
Ama o da annesi ve babası gibi Klasik Batı Müziği’ne hayranlık duydu.
CSO konserlerini kaçırmamaya çalıştı. İsmet İnönü için Türkiye’nin her evladı kendi çocuğu gibiydi.
Bu nedenle, "Harika Çocuklar Yasası"nı çıkardı. İdil Biret’leri, Suna Kan’ları ülkemize kazandırdı. Harika Çocuklar Yasası’nın çıkmasına ilginç bir olay neden olacaktı.
Yıl 1945.
O yıllar, Ankara’nın en popüler ikilisi piyanist Mithat Fenmen ile kemancı Orhan Borar’dı. İsmet İnönü, Fenmen-Borar resitalini dinlemeye gitti.
Konserden sonra Mithat Fenmen, "Sizlere bir sürprizim var" diyerek sahneye 3-4 yaşlarında küçük bir kızı çıkardı.
Küçük kız piyanonun başına geçti; Bach ve Beethoven’dan birer parça çaldı.
Başta İsmet Paşa olmak üzere herkes bu küçük kıza hayran oldu. Bu ayakları piyanonun pedallarına bile yetişmeyen kızın adı, ünlü sanatçımız İdil Biret’ti.
Mozart gibi özel bir kulağa sahip olan bu yetenekli küçük kızı Paris’e göndermek gerekiyordu.
İşte İsmet İnönü’nün, yetenekli Türk çocuklarının Avrupa’da eğitim alması için çıkardığı yasanın ilk kıvılcımı, Ankara’da bu olay sonunda çakıldı.
Peki, aradan bunca yıl geçtikten sonra biz ne yapıyoruz; Türkiye’yi dünyada temsil eden Fazıl Say gibi sanatçılarımızı hor görmeye çalışıyoruz.
Evrensel değerler üzerine "mahalle baskısı" kurulmasına ses çıkaramıyoruz.
Bilmiyoruz ki, Fazıl Say’ın Türkiye’den gitmesi, geleneksel toplumdan modern topluma doğru evrilmenin sona ermesidir.
Bilmiyoruz ki, Klasik Batı Müziği uyutmaz, uyandırır!