Futbol sevgisi yüzünden topal kaldı. Annesinin ani ölümünden hep kendisini sorumlu tuttu. 25, 34, 50 ve 53 yaşlarında dört kez akıl hastanesine yatırıldı. Dünyanın sanat merkezi Paris’te dokuz sergisi açıldı. Picasso’nun hediye ettiği resmi, bir şişe içkiye sattı. İşte, İstanbul’da başlayıp Nice’te biten Fikret Mualla’nın yaşamından ilginç anekdotlar...
TARİH: 19 Temmuz 1967. Yer: Fransa/Nice, Mane Düşkünler Evi. Yaşamı boyunca -sarhoş değil ve aklı yerindeyse- her sabah yaptığı gibi erkenden kalktı. Odayı üç kişi paylaşıyorlardı. Mecbur kalmadıkça, iki Fransız ile pek konuşmuyordu. Yüzlerce yaşlı hastanın bulunduğu bu eski ve karanlık binada yapayalnızdı
Fikret Mualla.Annesi öldükten sonra hayatı boyunca hep yalnızdı zaten; tek başınalığı kendi tercihiydi kuşkusuz. Annesi
Emine Nevser Hanım’ı kaybettiğinde 15 yaşındaydı. Bu ansızın gelen ölümden hep kendini sorumlu tuttu.
Birinci Dünya Savaşı’nın son yılında tüm Avrupa’yı etkileyen İspanyol nezlesine, evde ilk kendisi yakalanmıştı çünkü. Annesine kendisinin geçirdiğine inandı hayatı boyunca. Annesi yaşamının en güçlü figürüydü...
Daha doğmadan koymuştu annesi adını:
Mualla. Kız ismiydi; çünkü annesi bebeği kız bekliyordu. Erkek doğunca çok şaşırdı; ama ismini değiştirmedi; fakat bir ad daha ekledi:
Fikret Mualla.Annesi, kız bebeği gibi büyüttü onu; hep kız elbiseleri giydirdi; saçını uzattı.
Fikret Mualla belki de bu yetiştirilme tarzı nedeniyle, hayatı boyunca hiçbir kadınla birlikte olmadı. Olamadı. Ama eşcinsel de değildi.
Platonik aşkı, uzaktan akrabası soprano
Semiha Berksoy’du.
Semiha Berksoy’un
Názım Hikmet’e olan aşkını hep kıskandı; ama hiç sorun çıkarmadı. Üçü, dostluk ilişkisi yürüttüler yıllarca.
FUTBOL SEVGİSİ TOPAL ETTİ
Düşkünler evinin C Blok 4 Numaralı odasında kalıyordu. Uyandığında odanın ortasında bulunan masaya gitmek istedi. Resim yapmak istiyordu. Sıkıntılarından onu içki ve resim kurtarıyordu. Düşkünler Evi’nde içki yasaktı. Tek çaresi, resimdi...
Yataktan doğruldu; kalkmak istedi. Beceremedi. Sol ayağı uyuşmuş gibiydi...
Fenerbahçe futbol takımının sol açığı
Hikmet (Topuzer) dayısıydı; ona hayrandı. Onun gibi futbol oynamak istiyordu.
Ve bir gün futbol aşkı topal kalmasına neden oldu. Mahalle maçında ayağını kırdı. Kaynatabilmek için alçıya aldılar. Yıl 1915’ti; daha henüz 12 yaşında, Saint Joseph’te öğrenciydi.
Ayağı alçıdan topal olarak çıktı.
Artık futbol oynayamıyordu. Seyirciydi. Boş zamanlarında soluğu evlerinin biraz ötesindeki Fenerbahçe’nin maç yaptığı Kuşdili Çayırı’nda alıyordu.
Fenerbahçe aşkı hiç bitmedi. Yıllar sonra Paris’te iken, Aralık 1959’da Fenerbahçe’nin Nice takımıyla maç yapmak üzere Fransa’ya geldiğini öğrenince, hemen káğıdı kalemi eline aldı; Nice takımının oyun taktiğini, önemli oyuncularının neler yapabileceğini ve bunlara karşı nasıl taktik geliştirilmesi gerektiğini yazıp Fenerbahçe’ye gönderdi.
Fenerbahçe Kulübü’nden,
"İlginize çok teşekkür ederiz Bayan Mualla" mektubu gelince çocuklar gibi sevindi.
Yazar
Orhan Koloğlu’na göre, açtığı sergiler bile onu bu kadar mutlu etmemişti....
KAYBETME KORKUSU
Hastabakıcının bacağına masaj yapmasıyla rahatlayan
Fikret Mualla, odanın ortasındaki masaya geçti. Resim yapmaktan vazgeçti. Mektup yazmaya başladı. Kendisini bu düşkünler evinden kurtaracak umut ışığı arıyordu. Günlerdir, tanıdığı herkese mektup yazıyordu. Bu sessiz çığlıkları duyan insan sayısı yok denecek kadar azdı.
Üç gün önce,
Fikret Mualla’nın yaşadığı Reillanne Köyü’ndeki kapı komşusu Bayan
Vewehl Michel ziyaretine gelmişti.
Dünyalar onun olmuştu; kendisini düşkünler evinden kurtarması için yalvarmıştı ona. Madam
Angles’in kendini affetmesi için aracı olmasını istemişti. Dostlarına yazdığı mektuplarda da hep aynı isteği tekrarlıyordu. Kimdi bu Madam
Angles?Madam
Fernande Angles ve eşi eski milletvekili
Raoul Angles, Fikret Mualla’yı yıllar önce, 1959’da Paris/Quartier Latin’deki bir kahvede tanımış, resimlerini almışlardı.
Angeles çifti,
Fikret Mualla’nın resimlerine tutku derecesinde bağlanmışlardı. Zamanla
Fikret Mualla koleksiyonu yapmaya başladılar. Gerçi resimleri çok ucuza alıyorlardı ama ressamın başı ne zaman derde girse imdadına yetişiyorlardı.
Paris’te
Fikret Mualla için sergi bile açtılar. Daha sağlıklı ortamda yaşayıp resimler yapması için daire kiraladılar.
Ama içki
Fikret Mualla’yı hiç bırakmadı. Kazandığı tüm parayı sürekli içkiye yatırıyordu. Parayı elinde bir saatten fazla tutmuyordu!
Hayatının iki vazgeçilmezi vardı; içki ve resim. 1962 Eylül’ünün son gününde sarhoş bir halde Montmartre’de dolaşırken birden sokağın ortasına yığılıp kaldı; sol tarafına felç gelmişti.
Bu olay Paris ile yollarını tamamen ayırdı.
Angles çifti,
Fikret Mualla’yla bir anlaşma yaptı:
Paris ona iyi gelmiyordu. Alp Dağları’nın güneyinde Akdeniz’e 80 km uzaklıktaki Reillanne Köyü’nde yaşayacaktı.
Fikret Mualla, yaşamının beş yılını geçirdiği, 600 kişilik bu köyde sürekli resim yaptı. Yaptığı resimleri
Angles çiftine gönderiyor, karşılığında para alıyordu.
Köylülere göre o,
"Van Gogh’un oğlu"ydu!
Yaşamı boyunca kaybetme korkusuyla yaşadı. Annesi ve ardından iki ay sonra babaannesini kaybetmişti. Babası Düyunu Umumiye ikinci müdürü
Mehmet Ekrem’in, eve üvey anne getirmesi üzerine,
"Babamı da kaybedeceğim" korkusuyla çıldırıp kadını dövmüştü. Kadının kaçması sonucu babası, -oğlu tepki göstermez diye- bu kez akrabadan
Behice Hanım’la evlenmiş, ancak
Fikret Mualla benzer tepkiyi yine göstermişti.
Yaşamı boyunca hep terk edileceğini düşünerek yaşayacak ve bu nedenle ilişkilerinde hep acımasız olacaktı...
PICASSO’NUN HEDİYESİ
Fikret Mualla, iki ay önce gelmişti Nice’teki düşkünler evine... Yaz başında Reillanne Köyü’ndeki evinde rahatsızlanmış, Manosque Hastanesi’ne kaldırılmıştı. İyileştikten sonra, kendi başına kalamayacağına karar verilmiş ve düşkünler evine getirilmişti.
Resimlerinin özüydü izlenimcilik. Sokaktaki, barlardaki, kahvelerdeki insanları; manavları, dansözleri, fahişeleri, müzisyenleri, ellerinde balonla yürüyen çocukları izlemiş ve onları tuvallere geçirmişti.
Düşüncelerle meşgulken birden titremeye başladı; sinirlenmişti. Çünkü aklına evde bıraktığı guaj tüpleri gelmişti; hemen eve gitmeliydi yoksa guaj tüpleri kuruyabilirdi...
Guaş tüpleriyle ilk kez Zürih’i terk edip geldiği Berlin’de tanışmıştı. Babası mühendis olsun diye Zürih’e göndermiş, o ressam olmak için Berlin Güzel Sanatlar Enstitüsü’nü tercih etmişti.
Alkolle Almanya’da tanıştı. Alkolik oldu.
Akıl hastanesine de ilk bu şehirde, Berlin’de yatırıldı. Yıl 1928’di.
Sonra Paris’e geçti. Parasızlık canına tak edince Türkiye’ye döndü. Ayvalık ortaokuluna, resim öğretmeni olarak atandı. Gitmedi. Yaşamı kendisine çok benzeyen (delilik-alkol-sefil yaşam-sanatçılık) yazar-şair
"Schiller"in kitabını yazdı.
1934’te İstanbul’da ilk kişisel sergisini açtı. Umduğu ilgiyi göremedi. Sinirleri bozuldu.
İki yıl sonra Bakırköy Akıl Hastanesi’ne yatırıldı; oda komşusu
Neyzen Tevfik’ti.
1937 sonunda, polisler tarafından elleri bağlanmış halde kendisine kefil olan
Salah Cimcoz’un evine götürülüp teslim edildi.
Bu olayı aklından hiç çıkaramadı ve yaşamı boyunca,
"Bir gün polislerin gelip akıl hastanesine götüreceği" korkusuyla yaşadı.
Salah Cimcoz’un evinde üç hafta kaldı; çocuklarına resim çalıştırdı. Bu çocuklardan biri ileride Cumhurbaşkanı
Fahri Korutürk’ün eşi olacak
Emel Hanım’dı.
1938’de babasının ölümü
Fikret Mualla’nın hayatını değiştirdi. Kendisine kalan 5 bin lira mirasla Paris’in yolunu tuttu. Yıl 1939’du.
Ve bir daha Türkiye’ye dönemeyecekti...
Paris’te miras parasını çabuk tüketti. Kimi zaman küçük bir dairede, kimi zaman pis otel odalarında ve kimi zaman kaldırımlardaki banklarda yaşadı.
Karakollar, hastaneler ve tımarhaneler de cabası...
Para kazandığı günler de oldu, sokaktan izmarit toplayıp içtiği zamanlar da.
Her iki durumda da içkiyi ve resmi hiç bırakmadı.
Parasızlık anlarında, geceleri duvardan söktüğü afişlerin arkasına resimler yapıp sattı. Bu resimler genellikle guaj-suluboyaydı.
Yaşamak için resim yapmak zorundaydı. Ayrıca, resim yapmak ona iyi geliyordu; sanrılarından kurtuluyordu.
Picasso’nun,
"Fikret Mualla’ya" ithaf ettiği bugün değeri milyon dolarları bulan kadın figürünü bir şişe fiyatına satmakta hiç tereddüt göstermedi. O
Picasso ise kendisi de
Fikret Mualla’ydı.
O,
Picasso’dan çok
Toulouse Lautrec (1864-1901) resimlerini beğeniyordu. Bu hayranlık biraz da aynı kaderi paylaşmaktan ileri geliyordu.
Lautrec, Güney Fransa’da aristokrat bir ailenin çocuğuydu. 14 yaşında çocuk felci olmuş ve vücut gelişimi durmuştu. Topaldı. İçkiye düşkündü. Barlarda kavga çıkarıyordu sık sık. Diğer yandan sürekli gözlemlediği sosyal hayatı resmediyordu.
Figürleri çoğu zaman kadınlar, dansçılar, fahişeler olmuştu.
Kuşkusuz
Fikret Mualla, empresyonist (izlenimci)
Toulouse Lautrec’in etkisinde kalmıştı; öyle ki
Nurullah Berk’e göre tiplerinin elbiseleri bile
Lautrec döneminin giysileriydi!
Bu eleştiride, biraz kıskançlık yok değil. Çünkü yıllar önce İstanbul’da genç
Fikret Mualla’yı ressamdan saymayıp D Grubu’na almayan da yine
Nurullah Berk’ti!
Fikret Mualla’nın sanatı konusunda tartışmalar bugün bile sürmektedir.
1953 ve 1956’da iki kez Paris Sainte Anne Akıl Hastanesi’ne yatırıldı...
İlginçtir aynı dönemde; 1954 ve 1955’te Dina Vierny Galerisi’nde iki sergisi yapıldı.
1957 yılı yaşamının en hareketli dönemi oldu.
Felç geçirdi. Gırtlak ameliyatı oldu.
Aynı yıl Marcel Bernheim Galerisi ve Lous l’Hermine Galerisi,
Fikret Mualla sergisi düzenledi...
SON SAATLERİ
Öğleden sonra gizlice düşkünler evinden kaçmış, karşı kahvede bira içmişti. Üstelik bir de sigara almıştı kahve sahibinden. Keyfi yerine gelmişti. Kapalı odalarda oturamıyordu. Özgürlüğe düşkündü. İstanbul burnunda tütüyordu; Moda, Kalamış, Kadıköy... Uçup gitmek istiyordu...
Uzaklaşacak parası olmadığı için, hava kararmaya yakın düşkünler evine tekrar döndü.
Akşam yemeğinden sonra biraz televizyon izledi diğer yaşlılarla birlikte.
"Sous les Ponts de Paris" (Paris köprüleri altında) şarkısını mırıldanarak odasına gitti. Sigara içmek yasaktı; gizlice sakladığı sigarayı çıkarıp içmeye başladı. İki nefes almıştı ki hastabakıcıya yakalandı. Türkçe bir küfür savurdu.
Ardından yatağına uzandı, gözlerini yumdu, uykuya daldı.
Sabah uyanmayınca, oda arkadaşları hastabakıcılara haber verdi.
Hastabakıcılar geldi. Baktılar. Nefes almıyordu.
Fikret Mualla o gece sessizce ölmüştü...
Tarih 20 Temmuz 1967 idi.
Koruyucusu Madam
Fernande Angles yolculuk yapıyordu; hastane yetkilileri ona ulaşamadı. Kimsesizler mezarlığına defnedilecekti ki, Reillanne Köyü’nden ziyaretine gelen Madam
Viwehl Michel’i telefonla aramayı akıl ettiler.
Cenazesi son beş yılını yaşadığı Reillanne Köyü’ne getirildi. Cenazesinde, köydeki evde yemeklerini yapan Bayan
Lauthier, köydeki dostları
Michel çifti, onların yardımcıları
Maria ve
Roger Devink ile düşkünler evi yöneticisi vardı.
Ve.
Yedi yıl sonra...
Fikret Mualla’nın vasiyeti gereği mezarı Türkiye’ye getirilip Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Mezarın Türkiye’ye getirilmesinde bir kişinin büyük çabası oldu; o kişi yıllar önce
Fikret Mualla’dan resim dersi alan, dönemin Cumhurbaşkanı
Fahri Korutürk’ün eşi
Emel Korutürk’tü...