Bu aileyi tanımayan bu ülkeyi anlayamaz

Baba, Musul doğumlu bir Kürt; Said-i Nursi’nin avukatı. Anne, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’in torunu. Oğullarından biri ateist-solcu, diğeri İslamcı münevver.

Bu aileyi tanımayan bu ülkeyi anlayamaz
Kızların biri Kadıköy Kız Koleji Müdürü, diğeri avukat. Damat ses sanatçısı. Gelinleri ise, Türk basınının en köklü ailesi Talu’ların -şarkı sözü yazarı- kızı. Peki, bu aile bize neyi anlatıyor?

TARİH 9 Şubat 2000.Sahrayıcedit Camii musalla taşında bir tabut.Yeşil örtülü tabutun başında sessizce ağlayan 72 yaşındaki ateist bir ağabey; Selahattin Hilav...Felsefeci, çevirmen ve denemeci Selahattin Hilav’ın adını duymayan solcu herhalde yoktur. Çünkü, Türkiye’de aydınlanma felsefesi ve sosyalizmin anlaşılmasında büyük katkıları oldu. Marx, Sartre, Diderot, Schopenhauer, Garaudy, Foucault öğrenmek isteyip de Selahattin Hilav’ın çevirilerini eline almayan yoktur.

Cami avlusunu dolduran 40-50 kişinin çoğu; 66 yaşında hayata gözlerini kapayan Necmettin Hilav’ın, kitaba-okumaya meraklı, temiz beyaz sakallı İslamcı arkadaşları.

Hepsi büyük bir nezaketle ve üzüntüyle Selahattin Hilav’a başsağlığı diledi.

Cemaat sonra hep birlikte cenaze namazı için saf tuttu.

Selahattin Hilav imamın hemen arkasındaydı...

Solcu aydın Selahattin Hilav

Ateist bilim adamının, imamın arkasında saf tutması ne anlama geliyordu!

Hem Doğulu hem Batılı olabilmenin inceliğiydi aslında bu.

Marksizm’in "yabancılaşma" kavramını Türkçe’ye ilk onun sokmasının nedeniydi bu.

Nesimi Divanı’nı, İbn Haldun’u, Platon’u, Eşari’yi, Hegel’i, Marx’ı, Nietzsche’yi, Lefebvre’i, Freud’u harmanlamaktı bu.

Aydınlanmacı Batı felsefesinin zihni eğitiminden geçmiş bir Doğulunun zarafetiydi bu. Onu yoğuran kültürüne saygıydı bu.

Selahattin Hilav’ın "yerli Marksizm" arayışlarına girip, Asya Tipi Üretim Tarzı konusunda çalışmalar yapmasının sebebiydi bu.

Onu, Paris Sorbonne’a gönderip Marksist olmasına vesile olan kimdi biliyor musunuz; İstanbul Erkek Lisesi’ndeki felsefe öğretmeni, sosyalist-İslamcı Nurettin Topçu!

Necmettin Hilav ’nihrir’ idi

Sahrayıcedit Camii avlusunda bulunanların hemen hepsi, Necmettin Hilav gibi Nurettin Topçu’nun "rahle-i tedrisatı"ndan geçti.

Ne yazık ki, baş davası ahlak olan o nesil bugün artık kaybolmak üzere. Onların yerini kimlerin aldığını yandaş medyada görüyorsunuz sanırım!

Necmettin Hilav, yaşam biçimi ve kişilik olarak ağabeyinin zıddıydı.

İTÜ mezunu, yüksek mimar idi. Uzun yıllar Merkez Bankası’nda çalıştı.

Hiç evlenmedi.

İngilizce, Fransızca, Almanca ve Latince’yi rahatlıkla anlıyordu; Arapça, Farsça ve Osmanlıca’ya çok hákimdi.

Evliya Çelebi’yi, Naima’yı, İbn-i Sina’yı, Farabi’yi özgün metinlerinden okudu.

İslami bir hayat tarzı benimsedi; örneğin ağabeyinin tersine ağzına içki koymadı.

Ama sanmayınız ki yobazdı. Münevverdi.

Beyazıt, Tünel ve Kadıköy’deki sahaflara gitmek dışında pek evden çıkmazdı. Sürekli okurdu.

Tek kusuru -yine ağabeyinin tersine- yazmayı sevmemesiydi. Yani "nihrir" idi; çok okuyan, çok bilen, ama yazmayan kişi!

Sadece küçük defterlerine notlar aldı. Bunların yayınlanmasını istemedi.

Birçok merakı vardı; bunların başında keman çalmak ve sahaflardan kitap toplamak geliyordu. Hat sanatıyla ilgiliydi. Eski cilt sanatıyla uğraşıyordu. İslam paraları uzmanıydı. Yelkenli kullanmayı seviyordu.

Necmettin Hilav, Başıbüyük Mezarlığı’nda toprağa verildikten sonra, Selahattin Hilav kardeşinin Suadiye’deki evine taşındı.

Ve, o da ölene kadar 5 yıl o evde yaşadı.

Baba, Said-i Nursi’nin avukatı

Farklı görüşe mensup iki erkek evlada sahip baba kimdi?

Baba ne solcuydu ne sağcı!

Baba, Kürt siyasal hareketinin tanınmış isimlerinden biriydi...

Mihri Bey, 1885 Musul Dise Köyü doğumluydu. Babası, "Küçük Molla" diye bilinen Mela Mahmud bir din adamıydı.

Babasının annesi üzerine kuma getirmesine kızıp 17 yaşında İstanbul’a geldi. Fatih Medresesi’nde Dağıstanlı Hoca Hüseyin Hüsnü Efendi’nin öğrencisi oldu.

Birkaç yıl sonra aynı medresede dersiam/müderris olarak görev yaptı.

Hocasının kızı, Şeyh Şamil’in torunlarından Şaziye Hanım ile evlendi.

Genç yaşından itibaren Osmanlı’daki Kürt siyasal hareketlere sempati duydu. 1912’de kurulan Kürt öğrenci derneği Hevi’nin kurucuları arasında yer aldı. Şeyh Said davasında yargılandı.

Irak’taki Jin Dergisi’ne de, Musa Anter’in çıkardığı Dicle’nin Kaynağı Dergisi’ne de makaleler yazıp gönderdi. Ağabeyi Mehmed Miftizade, 1959’da Tahran’da yayına başlayan Kürdistan Gazetesi’nin başyazarıydı.

Fransızca, Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilen Mihri Bey, Kürtçe’nin tüm lehçe ve şivelerine hákimdi. İlk Kürtçe gramerin yazarıydı.

"Bir Fuzuli’nin Divanı" ve "Ahlak Yükseliş Kaynağı ve Mutluluk Ocağı" adlı kitaplar yazdı.

Cumhuriyet ile medreseler kapanınca Mihri Bey önce edebiyat öğretmenliği yaptı. Sonra hukuk fakültesini bitirerek avukat oldu. Müvekkillerinden biri Said-i Nursi (Kürdi) idi.

Gerek kitaplarında gerekse sohbetlerinde herkese -ve dolayısıyla çocuklarına- Doğu kültürünü aşıladı; divan edebiyatını sevdirdi; İslam felsefesini öğretmeye çalıştı.

Mihri Bey, spora çok meraklıydı. Yüzmeyi seviyor, ata binmekten zevk alıyor ve ava çıkıyordu.

1956 yılında vefat eden Mihri Bey, yaşamının sonuna kadar Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne inandı. Çocuklarını öyle yetiştirdi.

O bu ülkenin namuslu, aydın bir Kürt’üydü...

Gelin, Çiğdem Talu

Kürt siyasal hareketlerine sempati duyan bir babanın iki oğlu dışında üç kızı daha vardı.

Hilav Ailesi’nin en büyük çocuğu Lamia Hilav’dı. Coğrafya öğretmenliği ve Kadıköy Kız Koleji müdireliği yaptı.

Hilav Ailesi’nin her perşembe günü yaptığı toplantılar onun evinde oluyordu. Kızı Suğra Öncü, dayısı Selahattin Hilav gibi çeviriler yaptı. Virginia Woolf’un "Kendine Ait Bir Odası" eserini çevirdi.

Lamia’nın bir küçüğü, "iki numara" Süheyla Hilav’dı.

Ailenin en hassas ve özverili olanıydı. Babasının isteği üzerine avukat oldu. Kızı Üzra Nural, dayısı Selahattin Hilav ile birlikte Germain Bazin’in "Sanat Tarihi" eserini çevirdi.

Selahattin ve Necmettin’den sonra en küçük kardeş Leyla Sönmezocak’tı. Eşi radyo sanatçısı, tasavvuf musikisine vakıf Rahmi Sönmezocak’tı.

Aileye gelinleri sadece çapkınlığıyla ünlü Selahattin Hilav getirdi.

İlk eşi (gazeteci, politikacı İsmail Cem’in kardeşi) Alev İpekçi’ydi.

İkinci eşi ise (Recaizade Mahmud Ekrem’in torununun kızı), Türk pop müziğinin en iyi şarkı sözü yazarlarından Çiğdem Talu (Gazeteci Umur Talu’nun ablası) idi. Bu evlilikten doğan Zeynep Talu da şarkı sözü yazarı olarak annesinin yolunda başarıyla ilerliyor.

Uzatmayalım...

Hilav Ailesi’ne ait bilgileri alt alta yazınca karşınıza ne çıkıyor:

Türkiye mozaiği!

O halde...

Ajda Pekkan ile Aynur’un birlikte Kürtçe şarkı söylemesine korkmadan eşlik edelim.

Bunun, kültürel hayatı "tek tip"e dönüştürmek isteyen küreselleşmeye karşı direnç olduğunun farkında olalım.

Charles Darwin Türkler hakkında ne düşünüyordu

TÜBİTAK’ın Charles Darwin’e sansürü çok eleştiri aldı. Yasağı savunanlar da çıktı; ne yazdılar biliyor musunuz: "Darwin zaten Türk düşmanıydı!" Kuşkusuz bunun olan bitenle hiçbir ilgisi yoktu. Ama biz yine de -madem konu açıldı-, Darwin’in Türklere bakışını yazalım.

TARİH 6 Ekim 1876.

"Bulgar Dehşetleri ve Doğu Sorunu" adlı kitap çıktı.

Yazarı eski İngiltere Başbakanı William Gladstone idi.

Kitabın adından da anlaşılacağı gibi Gladstone, "Barbar Türklerin" bağımsızlık isteyen Bulgarlara neler yaptığını yazmıştı.

Liberal Parti genel başkanlığını da yapmış olan 67 yaşındaki Gladstone’a göre, Bulgaristan’da yaşananlar, "insanoğlunun bütün tarihi boyunca değilse bile, en azından bu yüzyılda kaydedilen en alçakça ve en karanlık zulümdü!"

Kitap bir ay içinde 200 bin adet sattı.

Gladstone, İngilizlere bir çağrıda bulunarak, "ıstırap içindeki Hıristiyan Bulgarlara yardım etmek" için para toplayacak yardım komiteleri kurulmasını istedi. Liberal Parti taraftarları toplantılar düzenlediler.

Liberal Parti, Charles Darwin’in baba ve anne tarafının üç kuşaktır sadakatle bağlı oldukları bir partiydi.

Darwin, okuduğu Gladstone’un kitabından ve bu toplantılardaki söylevlerden çok etkilendi. 19 Eylül 1876’da "Bulgaristan Yardım Sandığı"na 15 sterlin bağışladı. Daha sonra, 10 ve 15 sterlin olmak üzere iki kez daha bağışta bulundu.

8 Aralık 1876’da Londra’da düzenlenen ve dönemin birçok aydınını bir araya getiren Doğu sorunu toplantısının gönüllü destekçisi oldu.

Toplantının sonuç bildirgesine göre, Balkanlar’da insan hakları ihlalleri hemen son bulmalı; Osmanlı’da hemen acilen reformlar yapılmalı ve İngiltere, Rusya ile ittifak kurmalıydı.

Charles Darwin de bu görüşteydi.../images/100/0x0/55eb6108f018fbb8f8bd4c1b

Bir parantez açmak istiyorum: Madem Darwin’in bilimsel eserlerini değil Türkleri sevip sevmediğini tartışıyoruz, o halde bu notu eklemeliyim.

Londra’daki Doğu sorunu toplantısının yapılışına, konuşmalarına ve sonuç bildirgesine kim karşı çıktı biliyor musunuz: Karl Marx.

Marx, Rus Çarlığı’nı hep bir tehlike olarak gördü. Gladstone’un Bulgaristan ve Rusya taraftarı tavırlarını eleştiren üç makale yazdı. Rusya’nın Polonya’daki zulmünü görmeyip, Osmanlı’nın Bulgaristan’da yaptıklarını protesto etmenin riyakárlık olduğunu belirtti.

Marx, Balkanlar’da sırf Hıristiyan oldukları için yüceltilen köylülere karşın, "Muhammed’in çocuklarının bütün Hıristiyan sahtekárlara ve ikiyüzlü gaddarlık tacirlerine karşı aldıkları sağlam, şerefli tutumu" yüceltti.

Ve Marx, Türkler aleyhindeki bu toplantılara destek verdiği için Darwin’i eleştirdi.

(Doğu sorunu -Asya Tipi Üretim Tarzı- gibi birçok Marksist kavramı Türkçe’ye kazandıran kimdi; Selahattin Hilav.)

Charles Darwin, Balkanlar’da ne olduğunu kuşkusuz bilmiyordu; sadece derin saygınlığı ve hayranlığı olduğu lideri William Gladstone’un yazdıklarından etkilenmişti.

Gladstone ikinci bir kitap daha çıkardı: "Katliam Dersleri."

Bu kitap daha çıkmadan önce Gladstone, yakın dostlarına bu eserini okudu. Bunlar arasında Darwin de vardı.

Bu kitaplar Darwin’in Türkler hakkında edindiği tek bilgilerdi.

Ancak...

Bir yıl sonra Rusya’nın, boğazları ve Avrupa’yı tehdit edecek hale gelmesi üzerine Darwin, Çarlık’a sempatisini bir kenara bıraktı. İngilizlerin Rusya’yı durdurmak için İstanbul’a gönderdiği Maurice adlı gemiye destek için 10 sterlin bağışta bulundu.

Yine de Darwin ölene kadar okuduğu iki kitabın etkisinden kurtulamadı. Avrupa’daki birçok aydın gibi o da "Türklerin barbar" olduğunu düşündü.

Keşke Darwin bu yazıyı da okusaydı!/images/100/0x0/55eb6108f018fbb8f8bd4c1d

Bizim topraklarda kardeşlik öyküsü çok. Bu hafta Çanakkale Savaşı yıldönümü olduğu için hikáyemize buradan başlayalım.

ADI Hafız Kemal idi.

Çanakkale Savaşı’nda taburun imamıydı.

Savaşın başladığı ilk gün, tarih 18 Mart 1915.

Dört arkadaşıyla tarlada yüzükoyun yatıp hücum emrini bekledi.

Emir gelince...

Elindeki Kuran-ı Kerim ile ilk o fırladı.

Yanında "Allah Allah" diye bağıran İstanbullu bir arkadaşı vardı.

Tertibi Yahudi’ydi. (Adı bilinmiyor; belki Yuda Hekim, belki Aram Salamon.)

Şarapnel yanlarına düştü.

Yahudi arkadaşıyla birlikte yaralandı. Hemen sağlık çadırına götürüldüler.

Doktorları, Hafız Kemal’in kardeşi çıktı: Dr. Vasıf.

Hafız Kemal kolundan yaralıydı. Yahudi arkadaşının durumu ağırdı.

Doktor Vasıf önce Yahudi Mehmetçik ile ilgilendi. Ama kurtaramadı.

Hafız Kemal derme çatma o sağlık çadırından gazi olarak çıktı.

Ve istisnasız her 18 Mart’ta, başta İstanbullu Yahudi arkadaşı olmak üzere Çanakkale’de şehit düşenler için, Mehmet Çavuş Abidesi önünde mevlit okudu.

Hafız Kemal din adamıydı; Tophane Camii, Süleymaniye Camii’nde görev yaptı; başmüezzin oldu.

Güreş, yüzme, okçuluk gibi sporlara meraklıydı. İstanbul Ok Spor Kulübü’nü kurdu.

Musikiye áşıktı.

İlk müzik öğretmeni Kasımpaşa Küçük Piyale Camii İmamı Cemal Hoca’ydı.

İstanbul Radyosu’nun kuruluşunda yer aldı ve yayınlara katıldı.

Türkiye’nin en iyi mevlithanı olarak ünlendi; ezan, kaside okuması çok tutuldu.

Plak doldurdu.

Sadece mevlit kaydı yapmadı. Geleneksel fasıl icrası anlayışıyla şarkılar, gazeller okudu.

Türkiye’yi temsil için Paris ve Atina’da konser verdi.

Hafız Kemal’in gerek yurtdışı çalışmalarında, gerekse plak kayıtlarında kendisine uduyla eşlik eden bir müzisyen dostu vardı:

Rum Yorgo Bacanos!

Rum Yorgo Bacanos çaldı, Hafız Kemal söyledi yıllarca...

Musevi arkadaşıyla omuz omuza ölüme koşmak; Hıristiyan arkadaşıyla ortak kaderi paylaşmak bu topraklara özgü değil miydi?

Aradan yıllar geçti...

Soyadını Atatürk’ün verdiği Hafız Kemal Güzelses, 1939’da vefat etti.

Ve seneler içinde Hafız Kemal’in ismi de, üzerinde "Memleketimizin Medar-ı İftarı Mevlithan-ı Şehir" yazan plakları da unutuldu gitti.

Bir gün...

İki solcu müzik adamı; Üsküdarlı Sünni Cemal Ünlü ve Tuncelili Alevi Hasan Saltık el ele verip, Hafız Kemal Bey’in o kayıp plaklarını tek tek bulup "Hafız Kemal Bey" CD’si çıkardılar!

Charles Darwin, bizim buna benzer hikáyelerimizi hiç duymadı, görmedi ve okuyamadı. Bu toprakların kardeşliğinden haberi olmadı.

Niye biliyor musunuz?

Bugün Darwin’e yasak getiren bu kafa, yıllarca matbaaya karşı çıktı; ardından iki elin parmağı kadar çıkarılan kitaplara sansür uyguladı da ondan!
Yazarın Tüm Yazıları