Behice Boran 100 yaşında

Uğur Mumcu, “Ne ilginç rastlantı” der, “siyasal kişiliğiniz doğum tarihinizle başlamış.” Mayısın “ilk günü” doğdu. Amerikan Koleji’ni birincilikle bitiren “ilk” Türk kızı oldu. Cumhuriyet’in “ilk” öğretmenlerindendi. “İlk” kadın sosyologdu. Üniversiteden kovulan “ilk” kadın öğretim üyesiydi. Parti genel başkanlığı yapan “ilk” kadındı. TBMM ve Avrupa Parlamentosu’ndaki “ilk” sosyalist Türk kadın milletvekiliydi. Sürgünde ölen “ilk” kadın Marksist kuramcıydı. İşte bir devrimcinin hikâyesi...

Haberin Devamı

TARİH: 1 Mayıs 1979.
Hükümet, İstanbul’da 30 saat süreyle sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Behice Boran 69 yaşındaydı.
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı’ydı.
Yasağın, işçi sınıfının hak ve özgürlükleri uğruna yıllardır verdiği mücadelenin kırılması anlamına geldiğini açıkladı. Bir yurttaş olarak Taksim’de olacaktı.
Partili arkadaşlarıyla DİSK önünde buluşup Taksim’e yürüyüşe başladıklarında, ilk polis dipçiğini o yedi. Yere düştü. Beyaz saçlarından kan sızıyordu yüzüne. Zorlukla ayağa kalktı.
Polisler evine götürmek istedi. Reddetti. Arkadaşlarını yalnız bırakmayacaktı./images/100/0x0/55eab112f018fbb8f890952c
Tutuklandı. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’ndaki duruşmada hâkim karşısına çıkarıldı.
Hâkim sordu: Çıktınız mı?
- Çıktık.
- Ne yapacaktınız?
- Taksim’e doğru yürüyecektik.
- Peki neden çıktınız?
- 1 Mayıs emeğin bayramı, mücadele günüdür. Biz de o sınıfın partisiyiz, çıktık.
- Nereden çıktınız?
- Merter’den çıktık.
- Nereye gidecektiniz?
- Taksim’e.
- Merter neresi Taksim neresi, uzun yol, siz yaşlısınız, nasıl gideceksiniz?
- Dinlene dinlene...
Behice Boran, bir uzun yürüyüşün en soluklu devrimcilerinden oldu.
Göçmen kızı
Ailesi Kazan Tatarıydı.
1890’larda Bursa’ya göç etmişlerdi.
Tahıl ticareti yapan Sadık Bey ile Mahire Hanım’ın kızı olarak 1910’da doğdu.
Üç kardeşin en küçüğüydü.
Behice Boran ilkokula Bursa’da başladı.
Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanlılar Bursa’ya girince, ailesiyle İstanbul’a göç etti.
Babası okuryazar, aydın bir adamdı. Çocuklarının yabancı dil eğitimine çok önem veriyordu. Fransız okuluna yazdırıldı. Bu okul kapatılınca Arnavutköy’deki Amerikan Kız Koleji’nde okumaya başladı.
1927’de orta, 1931’de lise kısmını birincilikle bitiren ilk Türk kız öğrenci oldu.
İdealistti. Yurtseverdi. Yoksul Anadolu çocuklarını yetiştirmek için öğretmen olmak istedi. Manisa Orta Mektebi İngilizce muallimeliğine atandı.
Bir yıl sonra hiç beklemediği bir yerden mektup aldı. Amerikan Michigan Üniversitesi ona burs verme teklifinde bulundu. Kendini bu üniversiteye öneren kişi, Amerikan Kız Koleji’ndeki tarih öğretmeniydi.
24 yaşında hayatında yeni bir dönem başladı...
Amerika’da Marksizm’le tanıştı
Toplumsal gerçekliğin ne olduğu, toplumların nasıl değiştiğiyle çok ilgiliydi. Kafasının ardında Türkiye’nin “muasır medeniyet” seviyesine nasıl ulaşacağı sorusu vardı. Bu nedenle, o yıllarda “toplumu değiştirme bilimi” olarak kabul edilen sosyolojiyi seçti.
Ancak kısa süre sonra arkadaşlarına dert yanmaya başladı: “Ben yanlış bölümdeyim, ben yanlış sahadayım...”
Okuldaki bir tartışma sırasında ilk kez bir teorisyenin adını işitti: Karl Marx.
Marksizm’le tanıştığında 27 yaşındaydı.
Okuldaki dersleri, seminerleri, programı çok ağırdı. Yine de kütüphaneye gidip Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in eserlerini okudu.
Bu okuma ona, bildiği konuya yeni bir açıdan bakmayı öğretti.
Genç bir yurtsever olarak ülkesinin gelişmesini, ilerlemesini problem edinmişti, bu nedenle sosyolojiyi seçmişti ve nihayet şimdi “kurtuluş reçetesi”ni bulmuştu.
“Anladım” diyecekti, “çağdaş uygarlık, Batı’nın kapitalist ülkelerinin uygarlığı değildir. Çağdaş uygarlık sosyalist uygarlıktır.”
Tezini üniversite jürisine kabul ettirdikten sonra, sosyoloji doktoru olarak şubat 1939’da Türkiye’ye döndü.
Tezi ne miydi, “Amerika’da her doğan çocuk devlet başkanlığına yükselir önermesi koca bir aldatmacadır!”
Öğretim üyesi oldu
 Behice Boran, 31 mayıs 1939’ta AÜ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde “sosyoloji doçenti” unvanıyla çalışmaya başladı.
Fakat geldiği bu üniversitenin anlayışı liselerden farklı değildi; öğrenciler anlatılanları not tutup ezberleyerek sınav geçiyordu. Bunu yıkmak istedi. Öğrencilerine eleştirel bir bakış açısı öğretmeye çalıştı. Dersleri hayli renkli geçiyordu. Başka üniversitelerden (Sadun Aren, Aydın Yalçın gibi) öğrenciler de derslerini dinlemeye geliyordu.
Sosyoloji sadece teorik bilgiler-yaklaşımlar yığını değildi. Öğrencilerini sahaya götürdü, Ankara-Manisa köylerinde incelemeler yaptırdı.
Ancak bu çabaları tepki almaya başladı.
O yıllarda üniversitede öğrenci olan Prof. Halil İnalcık gözlemlerini şöyle anlattı: “(Üniversitede) Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Behice Boran gibi ABD’den gelmiş sosyolog grubu vardı. Sosyalisttiler. Yeni bir hava getirdiler. DTCF’de iki karşı grup oluştu; birisi, milliyetçi, ananeci, İslamcı grup, ötekilerse Amerika’dan gelen Behice Boran gibi ılımlı sosyalistler grubu. Ben Behice Boran’ların grubunu takdir eder, severdim.” (“Tarihçilerin Kutbu” E. Çaykara s. 60, 74 İş Bankası Y.)
Behice Boran çok çalışkandı. O yıllarda, “Toplumsal Yapı Araştırmaları: İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki” kitabını yazdı.
İngilizce ve Fransızcaya çok hâkimdi. Eflatun’un “Devlet Adamı”nı çevirdi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Tercüme Dergisi’ne de çeviriler yaptı.
1941’de Boratav, Berkes ve Adnan Cemgil gibi sosyal bilimci arkadaşlarıyla haftalık “Yurt ve Dünya” dergisini çıkarmaya başladı. Derginin genel yayın yönetmeniydi.
Tek amaçları vardı, “halkı anlamak, tanımak ve ona yararlı olmak”.
Kendilerini siyasi olarak şöyle tanımlıyorlardı: “Sosyalizme, sola, ileriye açık Atatürkçü”.
Behice Boran daha sonra bu dergiden ayrıldı. Mayıs 1943’te Muzaffer Şerif Başoğlu’yla “Adımlar” dergisini çıkardı.
Üniversiteden koparıldı
II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle Türkiye, Sovyetler Birliği’yle Atatürk döneminde kurulan ilişkileri koparmakla kalmadı, bunu ülke içinde sol karşıtı propagandaya dönüştürdü. Muhalif herkes “Moskova ağzıyla konuşuyor” diye itham edilir oldu. Cadı avı başlatıldı. 67 imzalı bir mektup Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderildi. “Kafası kesilecek hocalar”ın başında Behice Boran vardı!
Ölüm tehdidini onlar aldı ama onlar soruşturma geçirdi, onlar bakanlık emrine alındı ve onlar üniversiteden kovuldu. Hepsi işsiz kaldı.
Prof. Pertev Naili Boratav, ABD Stanford Üniversitesi ve Fransa Centre National de la Recherce Scientifique ile Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de çalıştı. Prof. Niyasi Berkes Kanada McGill Üniversitesi’nde görev yaptı. Prof. Muzaffer Şerif Başoğlu Princeton Üniversitesi’nin davetiyle ABD’ye gitti. Üçü de dünyanın sayılı bilim adamı oldu ve bir daha Türkiye’ye dönmediler.
Dünyanın en önemli birkaç antropoloğundan biri olan Prof. Leslie Whyte, Behice Boran’ın başına gelenleri Amerika’da öğrenince, Boran’ın öğrencisi Prof. Mübeccel Kıray’a, “Yahu ne isterler kızdan, ben kaç senelik hocayım, karşımda oturan en akıllı insandı, ondan daha iyisi gelmedi bu üniversiteye, keşke hiç göndermeseydik onu” diyecekti. (“Behice Boran”, G. Atılgan, s. 114, Yordam Y.)
Behice Boran arkadaşları gibi Türkiye’den ayrılmadı.
“Bunun başlıca nedeni, Behice Boran’ın tutkulu yurtseverliğiydi. Memleketini sadece soyut bir kavram olarak değil, elle tutulur bir gerçek olarak severdi. Azgelişmişliğiyle, yoksulluğuyla, eşitsizlikleriyle, haksızlıklarıyla, buruk acılarla severdi.” (“Bir Dinozorun Anıları” M. Urgan s. 216 YKY)
Behice Boran 39 yaşında Ankara’dan İstanbul’a taşındı.
Pes etmeye hiç niyeti yoktu.
Çünkü...
İnadın, sabrın ve mücadelenin adıydı Behice Boran.

Haberin Devamı

Bir uzun yürüyüşün en soluklu devrimcisi

Haberin Devamı

BEHİCE Boran, Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nde mütercim olarak çalışan Nevzat Hatko’yla evlendi.
Ankara’da işlerinden olunca İstanbul’a taşındılar.
Geçimlerini açtıkları Tercüme Bürosu’ndan sağladılar./images/100/0x0/55eab112f018fbb8f890952e
Politik faaliyetlere son vermediler.
14 Temmuz 1950’de Behice Boran Türk Barışseverler Cemiyeti’nin kuruluşunda yer aldı; cemiyetin başkanı oldu. Adnan Menderes Hükümeti’nin TBMM kararı olmaksızın Kore’ye 4 bin 500 asker göndermesini protesto etmek için bildiri yayınladı.
Daha düne kadar sınav kâğıtları okuyan Behice Boran, 27 Temmuz’da Eminönü Köprüsü’nde bildiri dağıttı.
O gece gözaltına alındı. Hemen tutuklandı. Sultanahmet Cezaevi’ne konuldu. Yargılama, tahliyeler ve tekrar tutuklamalarla sürdü gitti. Toplam 15 ay hapis yattı.
Bu arada oğlu Dursun dünyaya geldi. İlk bebeği Elif’i 6 günlükken, Ankara’daki o yoğun siyasal baskılar döneminde kaybetmişti. Ancak siyasal baskılar başlarından eksik olmadı. Barış davası tahliyesinden 4 ay sonra bu kez gizli komünist partiye üye olmaktan tutuklandı. İki ayını Harbiye’deki özel hücrelerde geçirmek üzere 5 ay yattı.
Cezaevinde arkadaşlarına (örneğin Kuantum Kuramı üzerine) seminerler verdi.
Behice Boran 1954-60 yılları arasını sakin geçirdi. Eşiyle birlikte tercüme yaparak geçindiler.
Bu arada, Kemal H. Karpat’ın “Türk Demokrasi Tarihi” ve H. Fast’in “Hürriyet Yolu” romanını çevirdi.
1960’lar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sol rüzgârların estiği yıllardı.
Behice Boran bunun dışında duramazdı.
1962’de, 15 yıldır yakından tanıdığı Mehmet Ali Aybar’ın genel başkanlığını yaptığı Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) katıldı.
Aslında kişiliği akademisyen kuramcı olmaya yetkindi. TİP’e de Marksist bir bilim insanı olarak katkıda bulunmak istiyordu. Gelişmeler onu siyasetçi yaptı.
1965 seçimlerinde Şanlıurfa TİP milletvekili olarak Meclis’e girdi.
Siyasi bir linçle kovulduğu Ankara’ya, milletvekili olarak döndü.
Partisinin dış politika sözcüsü oldu. Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’yi temsil etti.
Seçim sistemi değiştirildiği için 1969 seçimlerinde milletvekili seçilemedi.
Bu sonuç ve dünyadaki siyasi gelişmeler TİP içindeki ideolojik ayrılıkları körükledi. Boran ve Aybar gibi sarsılmaz dostlar bile karşı karşıya geldi. Aybar partiden koptu. 1970’te Behice Boran TİP Genel Başkanı oldu.
Ve hemen bir yıl sonra...
12 Mart 1971 darbesinin ‘Balyoz Operasyonu’yla tutuklandı. Mamak Cezaevi’ne konuldu. Kadınlar Koğuşu’nun en yaşlı mahkûmuydu. Devrimci genç kızlar, dışarıda “revizyonist, oportünist” dedikleri Behice Boran’ın, dik duruşuna hayran kaldılar. Kısa süre sonra kimi kahvesini yaptı, kimi bembeyaz saçlarını taradı, çamaşırlarını yıkadılar. O da onlara öğretmenlik yaptı.
Bu arada Almancasını ilerletmeye çalıştı. Joseph Kessel’ın “Atlılar” romanını çevirdi. Kitaba çevirmen adı olarak ölen kızının ismini koydu: Elif Alova.
1974 affına kadar hapis yattı. Çıktığında 64 yaşındaydı.
Eşi Nevzat Hatko felç geçirmişti. Bir çocuk gibi eşine baktı, altını temizledi.
Hayatı çileli ve acılı geçiyordu. Ama yılmıyordu. Yorgunluk nedir bilmiyordu.
30 Nisan 1975’te TİP’i yeniden kurdu. “Hedefimiz sosyalizmdir. Onu hedef alarak dümen tutuyoruz, bir rota izliyoruz. Bu rotada önümüze kayalıklar çıkar, ters rüzgârlar ve akıntılar olur, ama kayalıkları aşarak ve ters yöndeki rüzgâları, akıntıları göğüsleyerek aynı rotada sosyalizme ilerleyeceğiz” diyordu.
1970’lerde Türkiye’deki sol seçmenlerin oyu yüzde 50’lere yaklaşıyordu. TİP “Sosyalizmin bayrağını Meclis’e dikeceğiz” sloganıyla katıldığı 1977 seçimlerinde umduğunu bulamadı. Yaklaşık 250 bin oy alabildi.
Türkiye hızla kan gölüne çevrilerek 12 Eylül 1980 darbesine doğru sürükleniyordu. TİP ise bu süreci iç tartışmalarla geçirdi.
Darbeden iki gün sonra kalp krizi geçirdi. Asker refakatinde bir ay hastanede yattı. Salıverilince parti kadroları yurtdışına çıkmasını istedi. Karşı çıktı. “Ben mahkemede iyi savunma yaparım” dedi. Dinletemedi. Eski milletvekili olduğu için kırmızı pasaportuyla uçağa binip yurtdışına gitti.
1981’de vatandaşlıktan çıkarıldı. Avrupa’da 7 yıl sürgün olarak yaşadı. Mülteci maaşıyla geçinmeye çalıştı. Ölümünden bir yıl önce Uğur Mumcu’ya şöyle diyecekti: “Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken, hapis yatmayı, baskıları şunu bunu. Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti.”
Behice Boran, 10 Ekim 1987’e Brüksel’de öldü. Vasiyeti gereği cenazesi Türkiye’ye getirildi. TBMM’de tören yapıldı. Zincirlikuyu’da toprağa verildi.
Sanmayınız ki Behice Boran’ın uzun yürüyüşü sona erdi. Taksim’de dün, hayatını halkına adayan yüz binlerce yiğit Behice Boran vardı, görmediniz mi?

Yazarın Tüm Yazıları