Paylaş
Bizans kiliselerinde okunan dua makamlarının, klasik Türk müziğindeki uşşak, hüzzam, hicaz, rast makamlarına benzerliğine kafa yormuyorlar. Okumuyorlar, araştırmıyorlar sürekli TV’lere çıkıp ahkâm kesiyorlar. Ne diyorlar: “Atatürk türkülerimizi yasaklattı!” Peki öyle mi?..
ATATÜRK türkülere yasak getirir mi?
Aksine, Cumhuriyet kurulur kurulmaz, 1924 yılında halk müziği derlemelerine başlandı. İstanbul Konservatuvarı’nın 1924’teki halk müziği derleme anketinden sonra, MEB Hars Müdürlüğü Seyfettin-Sezai (Asaf) kardeşleri Batı Anadolu’ya derlemeye gönderdi. Derlenen türküler “Yurdumuzun Nağmeleri” adı altında yayımlandı (1925).
İstanbul Konservatuvarı 1926-1929 yılları arasında Anadolu’ya dört derleme gezisi daha düzenledi; bu gezilerde derlenen ezgiler “Halk Türküleri” adı altında 15 defter halinde yayımlandı.
1929’daki dördüncü gezi sırasında bazı halkoyunlarımız filme de alındı. Devlet ödeneğiyle yapılan bu derleme gezilerine başta Konservatuvar Müdürü Yusuf Ziya (Demircioğlu), Rauf Yekta, Dürri Turan, Ekrem Besim, Muhittin Sadık (Sadak), Mahmut Ragıp (Gazimihal), Ferruh (Arsunar), Abdülkadir (İnan) gibi isimler katıldı.
İstanbul Konservatuvarı devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği uzmanlarının iştirakiyle 1932 yılında beşinci bir derleme gezisi daha düzenledi.
Bela Bartok çağırıldı
Atatürk yapılan çalışmaları bilimsel temellere oturtmak için 1936 yılında Macar müzikbilimci Bela Bartok’u Türkiye’ye davet etti.
(Aynı yıl Alman müzikolog Paul Hindemith’in yardımlarıyla Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulması tesadüf değildir!)
Doğu Avrupa halk müziği derleyicisi Bela Bartok, 16-29 Kasım 1936 tarihleri arasında, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin ile birlikte, başta Osmaniye olmak üzere 14 ayrı yöreden 90 parça kaydetti.
Bela Bartok Anadolu’daki gezisinde hep bir şeye dikkat etti:
“En eski, hiç şüphesiz Asya kökenli olan Macar halk musikisi ile Türk halk musikisi arasında herhangi bir bağ olup olmadığını da çok merak ediyordum.” (Küçük Asya’dan Türk Halk Musikisi)
Peki Bela Bartok, bizim türküler ile Macaristan ezgileri arasında bir benzerlik bulabildi mi?
“Toprakları bu kadar geniş bir ülkeden derlenen doksan ezgi kesin sonuçlara varabilmek için çok az imkân sağlayabilir. Ancak, bu küçük ölçekli malzemenin yüzde yirmisinin eski Macar musikisiyle benzerlikler göstermesi, sistemli olarak derlenen, daha geniş ölçekli bir malzeme sağlandığında arada daha çok benzerlik noktaları bulunabileceğini düşündürüyor. Bunun sadece bir rastlantı olmadığı ortadadır.”
Türkü mü, şarkı mı
Kuşkusuz Bela Bartok’un bu değerlendirmesi dönemin Türk tarih tezlerine uygundu. Ancak konumuz bu değil.
Bu arada anımsatmalıyım: Bela Bartok’un türküler üzerine yaptığı çalışmanın iki kopyası ölümünden 31 yıl sonra, 1976’da ABD ve Macaristan’da basıldı. Bu türkülerden 40 tanesi 1996’da Macar Etnografya Müzesi yetkilisi Jozsef Birinyi’nin çabalarıyla iki CD’den oluşan bir albüm olarak yayınlandı.
Ne yazık ki, halk müziğimiz konusunda bu tür çalışmalar Türkiye’de Atatürk’ten sonra pek yapılmadı. Popülist politikacılar bu araştırmalara hep sırtlarını döndüler.
Bugün TV ekranlarından hiç ayrılmayan ümmetçiler ise, iddialarının aksine halk müziğine (hatta müziğe) hiç değer vermediler.
Atatürk Türk halk müziğinin kayıt altına alınması için çok çaba sarf etti. Bunu yapmasında şaşırtıcı bir neden yoktu; çünkü ulusalcıydı ve dünyadaki tüm ulusalcılar ülkelerinin halk müziklerine önem verdi. Aksini gösteremezsiniz.
Peki bu gerçekler ortada iken nasıl tarih bildiğini iddia eden “Bir Bilmiş”, Atatürk’ün halk müziğini yasaklattığını söyleyebiliyor?
Herhalde şundan: Halk müziği ile alaturkanın farkını bilmiyor! Karıştırıyor!
2 Kasım 1934’te İçişleri Bakanı Şükrü Kaya yayınladığı bir genelgeyle radyo programlarında alaturka müziğin çalınmasına yasak getirdi.
TV’de konuşan “Bay Bilmiş” buradan hareket ederek türküyle şarkıyı karıştırıyor.
O halde madem konu açıldı; geliniz alaturkanın neden kısa süreli de olsa yasaklandığının tarihsel boyutuna bakalım...
Saraydan kovulan müzik
Tanzimat Fermanı, Osmanlı’nın Batılılaşma hedefinin açıklanmasıdır.
Bu yeni anlayış Osmanlı kültürel hayatını da derinden etkiledi. Bu tarihe kadar toplumsal yaşamda iki müzik vardı: Halk müziği ve klasik Türk müziği.
19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren klasik Türk müziği en büyük destekçisini kaybetmeye başladı: Osmanlı Sarayı.
Saray kapılarını Batı müziğine açtı. Ünlü besteciler, yorumcular davet edildi; Saray’da konserler verildi; hanedan üyeleri Batı çalgılarını öğrenmeye heves etti.
Klasik Türk müziği saraydaki itibarlı konumunu kaybetmeye başladı. Bu nedenle İsmail Dede Efendi hacca gitme bahanesiyle saraydan ayrıldı. Keza Hoca Zekai Dede de İstanbul’dan ayrılıp Kahire’ye yerleşti.
Avrupa’dan gelen müzisyenler el üstünde tutulup nişanlara boğulurken Tanburi Cemil Bey gibi üstatlar hayatlarında bir tek kez saraya davet edildi. Komiktir, bu davette de II. Abdulhamid uyuyakaldığı için konser yarım kaldı!
Sadece saray değil, Osmanlı’nın zengin kentlerinde de aileler çocuklarını piyano, keman çalmaya teşvik etti. Avrupa’nın neredeyse her orta halli ailesinin evinde bulunması moda olan piyano Osmanlı seçkinlerinin de evlerindeydi artık.
Toplumsal yaşamdaki bu değişimler sonuçta klasik Türk müziğini tekkelere hapsetti.
Yani Cumhuriyet’ten çok önce klasik Türk müziği artık o eski önemini kaybetmişti!
Ziya Gökalp’in tavrı
Türk ulusçuluğunun güç kazandığı dönemde başta Ziya Gökalp olmak üzere bazı aydınlar klasik Türk müziğinin kökenini sorgulamaya başladı:
“Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde iki musiki vardı; birisi Farabi tarafından alınan Şark musikisi, diğeri eski Türk musikisinin devamı olan halk türkülerinden ibaretti. (...)
Bugün şu üç musikinin karşısındayız: Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli musikimiz, memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir musikiye malik oluruz.”
Bu görüş Atatürk’ün de içinde olduğu çevrelerde hayli etkili oldu.
Müzik devrimi
Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig’in Doğu müziğiyle ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etti: “Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir.”
Atatürk 1934’te müzik devrimi yapmak istedi. Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak için sadece devlet idaresinde ve sosyal hayatta devrim yapılması ona yetmiyordu. Kültür konularında da çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılmasını istiyordu.
Müzik de bunlardan biriydi. Batı’nın müzik bilgi ve tekniğinden yararlanarak Türk müziğini milletlerarası seviyeye çıkarmak Atatürk’ün müzik konusundaki çalışmalarının amacını teşkil etti.
Bunun ipuçlarını örneğin, 1 kasım 1934’te TBMM açış konuşmasında da bulabiliriz: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musiki bizim değildir.”
Bir gün sonra İçişleri Bakanı Şükrü Kaya radyoda alaturka müziğin çalınmasını yasakladı. Yani yıllar önce saraydan kovulan bu müzik türü şimdi de radyodan kovulmuştu!
O yıl; Türk halk müziğiyle Batı müziği harmanlanmaya çalışıldı; ilk Türk operası olan Özsoy ve daha sonra Taşbebek, Bayönder sahneye konuldu.
Bu bakış açısıyla; Türk halk müziği üzerine ciddi çalışmalar, araştırmalar yapıldı. Bela Bartok’lar çağırıldı.
Bu bakış açısıyla; klasik Batı müziği öğrenimine ağırlık verildi.
Peki başarılı olundu mu?
1950’lerden sonra gazino kültürüne dönülse de, gerekli özen gösterilmese de ve bugün istenilen düzeyde olmasa da, şurası bir gerçek ki, epey mesafe alındı. Mücadele verilmeden zafer kazanılmıyor. Daha yürünecek çok yol var...
ATATÜRK HAKLI MIYDI
YA DA şöyle sormalıyız: klasik Türk müziğine İran-Arap musikisi diyerek Atatürk’ü etkileyen Ziya Gökalp haklı mıydı?
Bakınız...
Atatürk müzik dinlemekten, şarkı söylemekten keyif alan bir liderdi. Başta Rumeli olmak üzere türküleri seviyordu. Klasik Türk müziğine ilgisi ise sınırlıydı. Aynı zamanda klasik Batı müziğini de çok sevdiği ve çok dinlediği söylenemez.
Ancak...
Klasik Batı müziğinin yerleşmesi ve bu türde Türk sanatçıların özgün eserler ortaya çıkarmalarını çok istedi. Atatürk’e göre klasik Batı müziği çağdaşlaşma modelinin simgesiydi.
Şimdi sorumuza yeniden dönelim: Klasik Türk müziğine bakış doğru muydu?
Müzik dünyanın ortak dili; ortak sanat malı.
Müzik tarihsel süreç içinde, daha önceki kültürlerden etkilenerek bir evrim geçirerek süzülüp gelir. Müzik de toplumlar gibi sosyal-ekonomik gelişmelerden etkilenir.
Şimdi kimse, binlerce yıllık Anadolu’da çıkıp da “Bu benim müziğim” diye diretemez.
Bir türkünün kökünü araştırırsan, bir bakarsın Arap, bir bakarsın İran ya da Ermeni, Rum, Bizans vs. çıkar.
Klasik Türk müziği Arap-İran karışımı diye reddedildi. Halbuki onun da “altını kazırsanız” Bizans çıkar! Bizans’ın altını kazırsanız eski Mısır ya da Sümer çıkar!
Klasik Türk müziğinin ne kadarının Bizans etkisinde olduğunu çıkarmak zordur. Zaten bu konuda bir-iki isim dışında çalışma yapan da yoktur.
Tek bildiğimiz, Osmanlı’nın özellikle kuruluş ve gelişim dönemlerinde hiçbir zaman kültürel etkileşim konusunda tutucu olmadığıdır. Kısa sürede imparatorluk olmasının temel nedenlerinden biri budur. Çokuluslu bir imparatorluğun müziği de kuşkusuz çok etkiye açıktır.
Bu nedenle:
“Türkmani” denilen ve doğaçlamayla aşk ezgileri söyleyenlerin en ünlüsü Rum Şivelioğlu Yorgaki (1730-1754) kimdendir; bizdendir.
1730’da musikimiz üzerine ilk kitabı yazan Ermeni Tanburi Küçük Artin kimdendir; bizdendir.
Köçek Mustafa Dede, Itri, İsmail Dede, Zekai Dede, Tanburi Cemil, Derviş Ömer Gülşeni kimdendir; bizdendir.
Leyla Saz. Lem’i, Selanikli dönme Ahmet Bey bizdendir.
Evliya Çelebi 17’nci yüzyıldaki “Bizim müzisyenlerin mızraplarında letafet ve zarafet var” diye kimleri över: Yahudi Yako, Rum Angeli, Ermeni Avih...
Sultan III Selim’in tambur hocası Yahudi İsak Romano kimdendir; bizdendir.
Galata Mevlevihanesi’nin postnişi Ataullah Efendi’nin öğretmeni Haham Abraham Mandil nam-ı diğer Hamam Ağa kimdendir, bizdendir.
Bizans kiliselerinde okunan dua makamlarının, klasik Türk müziğindeki uşşak, hüzzam, hicaz, rast makamlarına benzerliği artık tartışılmamaktadır. Kim kimden etkilenmiştir?
Klasik Türk müziğinin notalara dökülmesinde Ermeni Hamparsum Limonciyan’ın katkısı unutulabilir mi? Hamparsum notası öğrenen Mevlevi dervişlerin böylece yüzlerce dini eseri notaya aldığını kim inkâr edebilir?
Lübnanlı Hıristiyan Mihail Meşakka’nın Türk dede musikisini etkilemesini kim inkâr edebilir?
Rebetiko kimindir; peki ya oyun havası sirto ya da Yunanca adıyla sirtaki? Horon kimindir?
Kemençenin asıl adı Iyra mıdır?
Türkü denince ilk akla gelen bağlama İran’dan Anadolu’ya geleli daha 300 yıl ancak olmamış mıdır?
Kopuz, çögür Orta Asya’dan bize miras değil midir?
Bugün Arap’ın kullandığı ut, tambur, mi’zer, mızmarın kökü neresidir?
Müzik, musiki kelimeleri dilimize, köken olarak Yunancada sanatçıların temsilcisi “Musa”dan gelip yerleşmemiş midir?
Uzatmayayım. Yani...
Müzik evrenseldir. Dünyanın ortak dilidir.
Bu nedenle klasik Türk müziği bizimdir.
Paylaş