Paylaş
Tamam, Türkiye üzerinde, onun toprak bütünlüğünü hedef alan bir oyun oynanıyor.
Hepsini kabul ediyoruz.
Hatta, olayların bu hale gelmesinde kendi hata paylarımızı da şu aşamada bir kenara koyuyoruz.
Peki, bu “üst akıl”ın somut planı ne?
Hani daha evvel “Ilımlı İslam, BOP” gibi Amerikan Neo Con stratejileri vardı, Sünnî kuşaklar falan oluşturulmaya çalışılıyordu.
Şimdi bunlar yok.
Amaç bir bağımsız Kürt Devleti mi oluşturmak?
Tüm tantana bunun için mi?
Bakınız, o hepimizin bugünlerde pek eleştirdiğimiz “Kemalist akıl”, ta 1960’larda ülkenin doğusundan batıya göçü teşvik ederek, kendince tedbirlenmeye başlamıştı bile.
Hani isterse Batı kentlerine tek bir gecekondu yaptırmayacak gücü olan Devlet, açıkça Kürtlerin ülkenin geri kalanıyla karışmasını teşvik etmişti.
Bugün İstanbul en büyük Kürt kentidir, milyonlarca ortak aile vardır, Türk-Kürt iç içe geçmiş, lehimlenmiş bir yapıdır.
Bu fotoğraftan nasıl bir bölünmüş Kürdistan çıkar, bunu anlamak, kavramak mümkün gelmiyor.
Diyeceksiniz, doğu ve güneydoğu illeri ayrılmak isterse ve bir kamplaşma havası, iç savaş benzeri bir iklim oluşturulursa?
Bakın, üst aklı bilemiyoruz, ama hiç kimse kadim Anadolu halkalarının sağduyuya dayalı “aklını” küçümsemesin.
Hiç birimiz “salak” değiliz, birbirimizi yok edecek bir faciaya müsaade etmeyiz.
15 Temmuz’da, ülkedeki tüm güçler bir anda Devleti temsil eden iktidarın yanında hizalanı verdi.
Dolayısıyla, kötümser senaryolar çizen “çok bilmişlere” itibar etmeyin.
Bilinsin ki, bu ülkede iç savaş falan olmaz.
Ha, Türkiye demokratikleşsin, bu bağlamda Kürtlere yönelik “yerel” çerçeve, evrensel demokratik standartlar getirilsin, üstelik bu standartlar Ege’yi, Karadenizi’de kapsasın...
İşte becermemiz gereken, bu topraklarda barış ve huzura nefes ve mesafe aldıracak yaklaşım budur.
-----
Köy yanar kahpe taranır
YAŞANAN her acıdan sonra, “Teröristlere inat, moralimizi bozmayacağız, normal yaşantımıza devam edeceğiz” klasik söylemi şüphesiz doğrudur.
Ancak bu duruş “umursamamak, eğlenmeye devam etmek” anlamında değildir.
Bakıyorsunuz, bombalar patlıyor, yurttaşlarımız ölüyor, çocuklar parçalanıyor, aynı esnada, bir kör duyarlılıkla yaşanan kişisel keyifler sosyal medya da fütursuz bir şekilde paylaşılıyor.
Hani, gamsızlık ve hadsizlik karışımı bu haller ayıp olmanın ötesinde “aşırı itici” geliyor. Kendi içinde kalmak kaydıyla herkes istediğini yaşasın. Ama lütfen “arsızlığınızı” ihraç etmeyin.
-----
Kap kovanı gel Can Dündar
IŞİD’in iktidarla ilişkileri, özellikle laik refklekslere sahip gazeteciler tarafından deşifre edilmeye çalışılırken, onlara yapılan haber beslemesinin FETÖ kaynaklı çıkması pek çoğumuzun aklını karıştırıyor.
Yani, şimdi Can Dündar’a sahiplenici duygular içinde mi olmalıyız, yoksa “FETÖ maşası” bir suçlu muamelesi mi çekmeliyiz?
Hep belirtiyoruz, son dönemlerde ana işimiz “hayret etmek”.
Karışan zihnimizi netleştirmeye çalışırken, sapla samanı ayırma çabası içindeyiz.
Basın özgürlüğü, demokrasi, hukuk, her koşulda kolladığımız değerler olsun istiyoruz, ama buna hizmet eden “temiz, iyi niyetli” hallerin de kolayca kullanabileceği dönemlerden geçiyoruz.
Dolayısıyla “doğru”nun tanımı giderek güçleşiyor.
Özürler, af dilemeler hatta ahmaklığı bile kabul etmeler yaşandı ve bir “üst evreye” geçtik.
Ortada sorunlar yumağı olmuş bir ülke ve devlet var.
Şu veya bu aşamadan geçtikten sonra, çözümün ancak elbirliği ile olabileceğinin idrakine vardık.
Hemen herkes “sair telakkilerini” geriye çekti ve bir “bekâ” sorunu yaşadığımızın farkında el ele tutuşmaya çalışıyor.
Bu inşa sürecinde Can Dündar gibi insanlara da ihtiyaç var.
Ülke dışında kalmak onun gibileri kaçınılmaz olarak marjinalleştirir.
Çok kişi gibi, onun da bir özeleştiri ihtiyacı var. Tırmandırmak, yanlış yerlere savrulma tehlikesi taşır.
Şimdi, eline geçirdiği kovaya su doldurarak yangın yerine koşma zamanı.
Pek tabii, bu çağrıya icabet edip 3-5 yıl sorgusuz sualsiz hapiste de tutulmamak gerekir.
Bu bedeli göze almasını hiç kimseden talep edemeyiz.
Ancak, ülkeye gelmeme tercihinde bulunursa bir müddet sessiz kalmasında yarar var. Zira “ehem-mühim” süreci yaşıyoruz.
-----
Buğra Gökçe
İZMİR Büyükşehir’de Genel Sekreterlik koltuğu Buğra Gökçe’ye teslim edildi.
Aziz Kocaoğlu bize göre çok doğru bir seçim yaptı.
Buğra Bey, genç, çalışkan, becerikli, dürüst, bilgili, vizyoner bir bürokrat izlenimi veriyor.
Kendisi ile birkaç defa yüz yüze konuşma fırsatımız oldu.
Hizmet anlayışını tariflerken “samimiyetle çalışıyoruz” ifadesini kullanmıştı.
Esasında bu kavram çok önemlidir.
Tüm mesele bu özelliğin İzmir halkına da geçirilmesi.
Zira, iyi niyeti ve gayreti hissettiğimiz zaman, çok daha hoşgörülü olunuyor.
Evet, hızlanacak hizmet beklentisi ile Gökçe’ye başarılar diliyoruz.
Paylaş