Lüzumsuz tepki

EFES Antik Tiyatro’da unutulmaz yaz konserlerinin sıklıkla gerçekleştirildiği yıllardı.

Haberin Devamı


Dünya çapında sanatçılar ardı ardına gelirdi.
Ünlü protest sanatçı Joan Baez’ın bir konserini hatırlıyorum.
Yaşlı tiyatronun basamakları hınca hınç dolmuştu.
Bermutat sahnenin ön taraflarına protokol sandalyeleri dizilmişti.
Konserinin başlamasına az bir süre kala bahse konu önemli kişiler geldi ve yerlerine yerleştiler.
Behşuş bir çehreyle seçkin olmanın keyfini çıkartarak Joan Baez’ı dinlemeye hazırlanmışlardı ki, ihtimal kulis penceresinde bu haksız konfora tepkilenen sanatçı, sahneye çıkar çıkmaz protokolü diline dolamıştı.
Hınzır bir ifadeyle, saatlerce beklemekten helak biletli seyircileri provoke ederek en ön sıradaki resmi zevatı adeta aşağılıyordu.
Bu hatıramızın canlanmasının sebebi, İzmir Fuarı’nın açılışında yaşanan “protokol” krizi.
Bakınız, gerçek sahibinin halk olduğu kitlesel ve geleneksel etkinliklerde, o halka değdiğini iddia eden hiçbir politikacı protokolün ayrıcalıklısı olmaya çalışmaz.
Basından okuduğumuza göre, İzmir milletvekilleri birinci sırada siyaseten onaylamadıkları kişilerin bulunması ve kendilerinin ikinci sırada değerlendirilmesine itiraz ederek, bu durumu “mesele” yaparak ortamı terk etmişler.
Değerli vekillerin tepkilenmesinin sebebi, ön sıranın hoşlanmadıkları sponsorlara tahsis edilmesiymiş.
Turizm İl Müdürlüğü ya da belediyenin İzmir Fuarı gibi marka bir etkinlik için “sponsor” ihtiyacı var mıydı hususu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, genelde “sponsorlar” zor bulunan ve bu sebeple onere edilen, ön plana çıkartılması halin icabı olan yapılardır.
Hani, ilgili bakan, vali ve belediye başkanı dışındaki resmi kişiler bu tip törenlerin fonksiyonel görevlileri değildir. Bağlı olarak sıradan insanlardan, bu anlamıyla hiçbir farkları olmamalıdır.
Özetle, sayın vekiller, özenle hazırlanmış bir etkinliğin açılış zevkine “turp suyu sıkmayı” kendilerine hak görmüşlerdir.
Telefonla konuştuğum CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, “Bazı kimselerle aynı fotoğraf karesi içinde olamazdık” diye bir açıklama yaptı.
Bu izahat bize yeterince ikna edici gelmedi.
Ancak, ilgili kuruluşların da (madem yapıyorlar) protokol işlerini hiç bilmedikleri ve yüzlerine bulaştırdıkları anlaşılıyor.

-----

O dönemler de matah değildi

Haberin Devamı

BİZ 12 Mart ve 12 Eylül’ü yaşayan kuşaklarız.
Daha öncesinin hiç konuşulmadığı, öğretilmediği bir gençlikti bizimkisi.
Mesela Dersim, Mübadele, Ermeni tehciri... Tüm bu mevzular ders kitaplarında üstü örtülü geçilirdi, gazeteler zaten yazmazdı.
12 Eylül’de yeni üniversiteyi bitirmiştim.
Sol cenahta, hani öncesinde selam verdiğim insanların bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı 36 yıldan aşağıya olmamak üzere mahkum olmuş, kaçabilenler Kuzey Avrupa ülkelerine gitmiş, geriye kalanlar “sinmiş” vaziyetteydi.
Yaşayanlar kendini şanslı addediyordu.
Diyarbakır Cezaevi’nden gelen haberler korkunçtu.
Askerler, dönemin tartışmasız hegomanlarıydı.
Esasında temel konuların karar vericisi olma ayrıcalıkları 2000’li yıllara kadar sürdü.
Bu topraklara hiç mi demokrasi gelmeyecek, onun özgür ve mutlu iklimini hissetmemiz ne zaman mümkün olacak, diye sabırsızlanıyorduk.
AK Parti, biraz da bu vaatle iş başına geldi.
Ama, gelinen nokta itibariyle bahse konu “demokrasinin” pek yanına yaklaştığımız, maalesef söylenemez.
Şimdi, mevcut yönetimden memnun olmayanlarımız, “balık hafızaları” ile o mahut geçmişi unutmuş olabilirler.
Ancak vurguladığımız gibi, Atatürk sonrası tek parti dönemi ve ikide bir darbelerle kesintiye uğratılan demokratik rejim, bulunduğumuz coğrafyaya ve toplumumuza dar geliyordu.
Açıkça, hoyrat bir vesayetçi model; siyasi, sosyal, etnik, ekonomik, kültürel, eğitsel alanlarda geniş kitleleri mağdur ediyordu.
Şimdilerde, demokratik kültürden nasibini almamış “tek parti artığı” zihniyetler, tembel ve cahil bakış açılarıyla, nasyonalist kategoride tariflenen o dönemlere övgüler düzüyorlar.
İşin acısı Türkiye’nin bugününden muzdarip genç kitleler de bu propagandadan etkilenip o köhne yapıyı matah bir şey zannediyor.
Mamafih, gençleri anlamıyor değiliz, tıpkı fıkradaki gibi; “Jüri olarak çağrılan Baba Erenler ilk şarap kupasını yudumladıktan sonra ‘diğeri daha iyi’ diye ‘racon’ kesmiş. Nasıl olur diyenlere ‘bundan kötüsü olmaz’ diye cevap vermiş.”
Muhtemelen genç sekülerlerimizin Kemalizm algısı da bu fıkradaki gibi cereyan ediyor.
Hiç şüphesiz, demokrasi talebi olmayan ve militer vesayetin korumasında yaşamış olgun yaştaki laik kesimlerin bahse konu dönemleri özlemesi anlaşılmaz değildir.
Ancak tüm bunlar “boş” işlerdir. Çare evrensel demokratik ilkelerde uzlaşmaktır.

-----

Seni özlemiyoruz İmparator

Haberin Devamı

FATİH Terim artık “gözde” değil.
Anlaşılan en yüksek yerdeki sempatisini koruyamadı.
Esasında AK Partili, CHP’li, HDP ve MHP’li, hatta TKP, Saadet gibi partililere kadar bu ülkede uzun zamandır “Anti Terim” konusunda olduğu gibi bir mutabakat oluşmamıştı.
Bakalım kovulma tazminatının peşine düşecek mi?
Açıkça, ihtimal vermiyoruz.
Zira başta tüm medya, böylesi bir durumda ayağa kalkacaktır.
Terim’in başarısını motivasyon beceresine bağlayanlar çoktur.
Nitekim Milan macerasında da o dönemleri yazan İtalyan futbolcular teknik yönünün olmadığını hep belirtiyorlardı.
Hırslandırarak sonuç almak her seviyedeki futbolcu için geçerli olamaz.
Hani genç adamsanız, daha cebiniz dolmamış ise himayeye ihtiyaç duyuyorsanız “deli dana” olmak için yeterli sebebiniz var demektir.
Ama üç-dört transfer geçirmiş, ekonomisini sağlama almış kaşar topçuya salt motivasyon anlamlı gelmez.
Hele bir de izahsız despot halleriniz varsa ilk önce yıldız oyuncularla problemler yaşamaya başlarsınız.
Terim’in bu konuda sicili hep sıkıntılıdır.
Fatih Terim, netice de başarılı bir “yerel” kariyere sahiptir.
Açıkça, daima futbol şansı da yüksek olmuştur.
Futbol huzurlu suratlarla çok daha güzel ve keyifli oluyor.
Seni özlemiyoruz İmparator.

Yazarın Tüm Yazıları