Paylaş
İstanbul’da bir yürüyüş yapılmıştı.
Katılımcılar toplumun en marjinal kesimleriydi.
LGBTİ+’lerden hayat kadınlarına, kocalarından eziyet görmüşlerden, feministlere, bermutat her yıl olduğu gibi bir duyarlılık oluşturma çabasıyla, maalesef “Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya” çalıştılar.
Ama her şeye rağmen tüm dışlanan ve yok sayılanlar adına, onların sorunlarını gündemde tutma kararlılığını gösterdiler.
Bu insanlar insancıl taleplerini kaba ve kışkırtıcı sloganlarla ifade ediyorlardı.
Adeta kendi gardını düşürerek ringe çıkan boksörler gibi, toplumun onları yaftaladığı unsurları, huzursuz edici pankartlarına taşıyarak kolay eleştirileri ucuzlatıyorlardı.
“Beni en aşağılayacağın yer cinsel tercihim midir, fahişe olmam mı, buyur, inkar yok, buradan vurabilirsin bana” derken, vicdansız kitlelere hüzünlü ve ironik bir tuzak kuruyorlardı.
Bakınız, bu insanlar tüm dışlanmışlıklarına rağmen hala kendilerini, üstelik zor bir yöntemle anlatmaya çalışıyorlar.
Bu yürüyüşün, 8 Mart’ın anlamı budur aslında...
Ve bu bir “şövalye” tutumdur.
Her yıl tekrarlanan etkinlikleri insanların bir gün onları fark edeceklerine dair umudu ifade eder.
Ama maalesef, siyasetçilerimiz bu sessiz haykırmayı anlamaya yanaşmıyorlar.
Ahlakçılığın ve hamasetin, kaba ve ucuz getirisi ne yazık ki, hep tercih ediliyor.
İçinden “yaşam, mizah, özgürlük” taşan bir “el uzatış” adeta kezzaplanıyor.
İşin acısı bu anlayışın toplumumuzda da hayret uyandıran bir karşılığı bulunuyor.
Hal böyle olunca, toplum siyasetçiyi, siyasetçi de topluma kirletmeye doyamıyor.
Ne derdi Nazım;
“Kabahat senin,
Demeğe de dilim varmıyor ama,
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim”
-----
TEHRUN
DÜNYANIN önemli metropol kentlerinin alameti farikası gastronomik çeşitliliğidir.
Londra, Paris, Tokyo, New York gibi yerlerde dünya mutfağının tüm örneklerini bulabilirsiniz.
İstanbul da bu anlamıyla bahse konu yerlerden pek geri kalmaz.
İzmirimiz ise maalesef biraz zayıftır.
Hani geçmişte Meksika, Thai restoranları açılmış olsa da mesela kaliteli bir Arjantin veya Rus lokantamız hiç olmamıştır.
Tamam, damak zevkimize uygun düştüğü için İtalyan, Fransız restoranlarımız vardır, yanı sıra uzun yıllardır varlığını sürdüren bir Çin lokantamız ve bizlere Sushi’yi sevdiren Japon restoranlarımız da olmuştur, ama bunlar yeterli sayılamaz.
Gerçi son dönemlerde Urla ve Alaçatı’da çok özellikli mekanlar açılmış olsa da hiçbiri spesifik olarak bir ülke mutfağına yönelik değillerdir.
Sözü, böylesi yerlerin ticari olamayacağına söyleyenlere inat Güzelbahçe sahil yolunda açılan bir İran Restoranı, “Tehrun”a getirmek istiyoruz.
Tebrizli güler yüzlü bir Azeri’nin çok özenle oluşturduğu mekanda, İran’a özgü lezzetleri deneme fırsatı bulduk.
İran mutfağı bölgeye özgü baharatları ile zaten bilinen bir gastronomik vahadır.
Tehrun; küşneme etleri, çam fıstıklı, baharatlı bizim ‘Adana’yı andırır köfteleri, yine bizim ‘çömlek kebabı’ tadında ve bir çalım ‘gulaşı’ çağrıştıran sulu et yemekleri, değişik tatlıları ve tabii ki, o çok özel İran pirincinden yapılmış pilavı ile oldukça enteresan deneyimdi.
Belirtelim ki, Güzelbahçe’de birbiri ardına mükemmel yerler açılmaya devam ediyor.
Evet, Tehrun değişik tatları denemek isteyenlere tavsiye olunur.
Paylaş