İstanbul Sözleşmesi

MEDENİ bir toplum olmanın ön koşulu kimlikler arasında ayrım yapmamaktır.

Haberin Devamı


Her insan kendi tasavvuruna göre kendini gerçekleştirme hakkına sahiptir.
Uygar dünyada insanlar arasında kimliklerine göre ayrım yapılamaz.
İnsan olarak doğmak, temel insan haklarına istisnasız sahip olmayı gerektirir.
Bu anlamıyla; etnik, dini, cinsel, tüm kimlikler yasalar ve vicdanlar önünde eşittir.
“İstanbul Sözleşmesi” de bu yaklaşım üzerinden vücut bulmuştu.
Özellikle, başta kadınlar olmak üzere, toplumun ezilen ve hor görülen kesimlerine yönelik önleyici, koruyucu tedbirlerin alınmasını prensip mutabakatı olarak ifade ediyordu.
Türkiye’nin böylesi bir uluslararası anlaşmaya önderlik etmesi ve kendi Meclisi’nde öncelikli olarak onaylaması uluslararası toplum nezdinde iftihar vesilemizdi.
Üstelik, bu konuyla ilgili ayrıca bir yasal düzenleme yaparak kararlılığımızı tüm dünyaya göstermiştik.
Ama ne olduysa bir anda alınan “karar” ile İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmaktan vazgeçildi.
Şu ana kadar ikna edici bir gerekçe de açıklanmadı.
Kimi çevrelerin şahsi telakkilerinin din kisvesi adı altında baskıyla dönüştürüldüğü ve bu kararın bu sebeple alındığı izlenimi yaygın.
Tabii ki, hem insan sıfatıyla kendimiz hem de cinsel kimlikleri nedeniyle kötü muameleye uğrayan, dayak atılan ve tehdidi yaşayanlar ve aileleri adına, bu kararın gözden geçirilmesi icap eder, diye düşünüyoruz.
Umarız hatadan dönülür ve bir sıkıntı ortadan kaldırılır.

-----

Haberin Devamı

Yönetsel kaygı pek duyulmuyor

TÜRKİYE’de karar vericiler sebep oldukları ekonomik türbülansları pek önemsemezler.
Yaşanan pek çok örnek bu durumu teyit eder.
Yöneticilerimiz bilirler ki, alınan kararlar problem oluştursa bile ülke ekonomisinin dinamik yapısı bir biçimde yoluna devam eder.
Bu yüzden bütçe disiplini önemsenmez, borçtan korkulmaz.
Hatta tedirgin olanlar tam aksine vatandaşlar ve alacaklılardır.
Dış dünyaya ülke bütününde 430 milyar dolar mertebesinde borçluyuz.
O sebeple; hukukmuş, insan haklarıymış, bunlar dış dünyada birinci dereceden problem edilmez.
Ötesinde, düzenlerini koruma adına kuyuyu susuz bırakmazlar.
Yani yönetim bu cephede rahattır.
Öte yandan, Türkiye’de iktidarlar iç borç nedeniyle zaten hiçbir zaman baskılanma içinde olmamıştır.
Zorda kalırlarsa, kuralı da hukuku da rafa kaldıracakları bilinir.
Halk fakirleşirmiş, mağdur olurmuş, milli gelir düşermiş, bunlar statükolarına bir tehdit olarak değerlendirmez.
Neticede bu ülke otoriterlerin tarihidir.
Dolayısıyla hak aramanın pratik bir sonucu yoktur.
An itibari ile de meclis, kamusal organlar, yargı, asker, polis, medya ve maliyeye hakim olan iktidarımız, ülkeye dair doğruyu tek başına belirlemektedir.
Zaten, eski Türkler’den Osmanlı’ya, cumhuriyetin tek parti döneminden 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat’a, “Kurumsal Demokrasi”nin bu topraklarda hükmü de sevdası da pek yoktur.
Şimdilerde de bermutat gelenek korunmaktadır.
Özetle; kimse ekonomide niye yönetsel kaygı duyulmuyor diye şaşırmamalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları