İhsanoğlu’na karşı kazanırken kaybetmek

Haberin Devamı

HAFTA içinde cumhurbaşkanı adayı Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu İzmir’de bir toplantıda dinleme fırsatını bulduk.
Açık söyleyeyim. Sayın İhsanoğlu ve “Beyefendilik” sözcüğü, birbirini olağanüstü tamamlıyor.
Sayın İhsanoğlu bir “sakin güç” prototipi.
Huzurlu, dingin, kalitelerinin keşfedilmesi konusunda telaş göstermeyen, donanımlı bir kişilik.
Ancak cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olması, o makama, Anayasa’da ne yazarsa yazsın, yasal çerçevesini aşan özel bir anlam yüklüyor.
Dolayısıyla bu seçim son derece siyasi bir özellik taşıyor. Bağlı olarak yarışanların da siyasetçi olmaları icap ediyor.
Hani, Sayın İhsanoğlu, “ben beyefendilik sopası ile rakipleri döver, yenerim” diye umut ediyorsa onu yaşayıp göreceğiz.
Bizce Sayın İhsanoğlu seçimi kazanamaz.
Ama bu halde de ülke siyasetine müthiş bir katkı yapacaktır.
Siyasetin bunca kirlenmişliği içinde düzgün bir insan seçim kazanamıyorsa, taraf olmanın baskısıyla Sayın Erdoğan’a oy vermiş seçmen bile kendini, kendi içinde mutlaka sorgulayacaktır.
“Hırs, öfke, kutuplaşma trenine binmeye devam etmekle iyi mi ettim” diye oy verdiklerine dair negatif birikim oluşturacaktır.
Diyeceğimiz, İhsanoğlu kaybettiğinde herkesin mazlumu olacağıdır.
Galiba CHP ile MHP’nin de hesabı buydu.

Haberin Devamı

İyiye gidiyoruz iyiye

TRAFİK, özellikle İstanbul’da bazen çakılır kalır. Hele köprü trafiğine girmişseniz, “kıpırtısız zamanlar” isyan noktasına getirir sizi. Ancak, her ne hikmetse köprünün çok yakınına geldiğinizde bir anda hareketlilik oluşur, trafik açılıverir ve hızlı akmaya başlar.
Toplumların hayatı da büyük ölçüde böyledir.
Bazen muhtelif sebeplerin kesişmesiyle bir “otorite” tesis edilir “statüko” oluşur. Hele bu statüko yorgun dönemlerin sonrasında oluşmuşsa itiraz dinamikleri de dinlenmeye çekilir. Derken az muhalefetli süreçlerde sanki mevcut düzen hiç değişmeyecekmiş hissiyatı uyanmaya başlar.
Ancak hiçbir otoriter düzen sürgit devam etmez.
Hele 21. yüzyılda, ne olduğunu kavrayamadan bir anda “köprü trafiğinin” hareketlendiğine tanık olursunuz.
Türkiyemiz de işte tam böyle bir dönemden geçiyor
Hani deyim yerindeyse “toz bulutları kalkmış” durumda.
Uyumlu çerçeve
100 yıllık bir statüko değişiyor, yerine gelenler gönüllerine göre bir düzen oluşturamayacaklarını idrak etmekte zorlanıyor, altta kalanlar, ezilenler, tutunamayanlar ittifak arayışlarıyla daha avantajlı bir pozisyon tutma telaşında... Hülasa her bir kesim köprünün üzerindeki hareketliliğin taze heyecanını hissediyor, sonrasına dair bugüne ağırlığını koymak istiyor.
Evet, Türkiye çok önemli bir süreçten geçiyor.
Klasik deyişle, tarihe tanıklık ediyoruz. Bizim kanaatimiz odur ki, 2002 yılından itibaren hareketlenen trafik, önümüzdeki 10 yılda büyük ölçüde 21. yüzyıl gerçeklerine uyumlu çerçeveye dönüşecek.
Bu çerçeve, bir başka türlüsünün mümkün olamayacağının anlaşıldığı demokratik bir uzlaşıya işaret edecek.
Hayat, tüm toplumsal tarafları demokratik makuliyet çizgisine yaklaştıracak.
Bu bir temenni değildir.
Mukaddere yakın kuvvetle muhtemel bir sonuçtur., kahir ekseriyatlı galip senaryodur.

Haberin Devamı

Büyük romancıların zamanı geldi


ESASINDA toplumsal hormonların azdığı, gelişmelerin baş döndürücü hale geldiği dönemlerde edebiyatçıların sahne alma zamanı gelmiş demektir.
Osmanlı’dan bugüne, son 150 yılda bu topraklarda müthiş tecrübeler yaşandı, yaşanıyor.
Toplumsal kişiliklerimiz, her birimiz açısından istisnasız bin bir bileşenle beslendi ve şekillendi.
Aslında hiçbirimiz, kendimizi gösterdiğimiz ya da zannettiğimiz kişi değiliz.
Herkes az ya da çok, diğerlerinin değerlerini derinlerde bir yerlerde içselleştirmiş durumda.
İşte birilerinin bizlere bu içiçeliğimizi anlatması, kalın kafalarımıza “dank” ettirmesi gerekiyor.
Gabriel Garcia Marquez’den Lev Tolstoy, Fyodor Dostoyevski’ye başka milletlerin usta romancılarının yaptığını yapacak, sanatçı kavrayışı ile geçmiş, bugün ve geleceğimizi bizlere anlatacak edebiyatçılarımızın artık kollarını sıvamalarının zamanı geldi geçiyor.

Yazarın Tüm Yazıları