Paylaş
O zaman temel sorunsalınız “niçin” sorusuna yanıt aramaktır.
Bu serüven sizi “akıl üstü” mecralara sürükler ki, hani en fazla “sezdikleriniz”, “hissettikleriniz”le sınırlı, kişiye özel, anlatılamaz bir “hakikat”in yolcusu olursunuz.
Bu yol, ister istemez “bir kabulden hareketle”, bir “iç arayışın”, bir “anlam sorgusunun”, bir “eksilmesin”, nihayet “tekliğin” keşfidir aslında.
“Nasıl” sorusunun yetersiz, “bilimin” tıknefes, “aklın” kısıtlı kaldığı, materyalizmin sathi addedildiği bu çerçeve, semavi dinlerin dar kalıplarına da hiçbir şekilde sığmaz.
Felsefe bahse konu bu kaide üzerinden yükselir.
Bu kulvar tekildir, tekin değildir, yalnız, yabancı ve yabanidir.
Hiçbir disiplini yanına bile yaklaştırmaz. Tarih, sosyoloji, ekonomi, psikoloji, sanat, zanaat... Hemen hepsi “bahsi diğerdir.”
Çok uzun zamandır Türk toplumu olarak “felsefe”ye mesafelendik.
Medyadan dost muhabbetlerine bir ilgisizlik bulutundayız.
Oysa “felsefe” mühimdir.
Yukarıdaki satırların amacı bu hususa dikkat çekmektir.
Mustafa Koç
CUMHURİYET daha 1930’larda kendi burjuva sınıfını yaratmak için kollarını sıvamıştı.
1950’ler de Demokrat Parti “her mahallede bir milyoner” sloganını hayata geçirmeye çalışıyordu.
Son dönemlerde sıkılıkla kullanılan “Anadolu Kaplanları” deyimi de bu cümledendir.
İlk başarı örneği Koç Grubu’dur. Küçük bir bakkal dükkanından başlayan öykünün geldiği yeri hepimiz biliyoruz.
Batı dünyasında da burjuva sınıfı ilk ortaya çıktığı 18. Yüzyılda, kar iştahı yüksek, saldırgan sermaye izlenimini vermiştir.
Aristokrat sınıfın incelikli kültürü, ekonomik yönden gücü eline geçiren burjuva sınıfına, ancak bir müddet sonra sirayet etmeye başlamıştır.
Türkiye örneğinde de Koç Holding bu yola ilk çıkandır.
Koç Grubu deyince; düzgün, kayıt dışına kapalı, kanunlara saygılı, küçük hesaplardan mezun, tenezzülü sınıf atlamış bir yapı aklına gelir.
Varlıklarını borçlu oldukları bu topraklara duydukları sosyal sorumlulukla eğitimden kültüre daima “verici” olmuşlardır.
İşte bu sebepten Mustafa Koç’un vefatı, zengin bir insanın ölmesinin çok üstünde etki uyandırdı, büyük bir üzüntüyle karşılandı.
Koç Grubu, toplumsal olaylarda verdiği tepkilerde de evrensel demokrasinin işaret ettiği değerleri referans olarak almıştır. “Gezi” bu duruma örnektir.
Diyeceğimiz, Koç kimliğinizle istediğiniz kadar ön plana çıkmamaya çalışın, halk, insanlar, toplum... Şayet bir biçimde onlara dokunmuş iseniz sizi hissediyor ve bir sürpriz kayıp yaşandığında en “dolu dolu” ve insani tepkisini esirgemiyor.
Kendisini daraltan vekil
NECİP Kalkan, İzmir’de herkesin sevdiği bir insandır. Uzun yıllar yaptığı Ticaret Odası Meclis Başkanlığı esnasında gönlünde hep milletvekili olmak vardı.
Nihayet AK Parti’den Parlamento’ya girdi.
İş dünyasının Necip Başkan algısı, sanki partiler üstüdür. Benzer hissiyat geçmişte Işılay Saygın için de geçerliydi.
Ancak Kalkan, kendisini lüzumsuz bir şekilde siyasi polemiklere fazla kaptırıyor gibi...
Neticede kökten bir partili değil, hatta imkan tanınsaydı belki geçmişte memnuniyetle CHP veya MHP’den de aday olabilirdi.
Dolayısıyla, ondan beklenen hepimizin Necip Kalkan’ı olmasıdır. Daha ötesi Kalkan’da “yama” gibi durmaktadır.
Paylaş