Paylaş
Gençler için değil.
Onlar yeni ve zorlu bir periyoda başlarlar bu ayda.
Yaşları ilerleyenler için ise bir “itirazdır” eylül.
Yaz güzelliğinin bu denli çabuk bitişine...
Kalan ömür için stokların bu denli hızlı tükenmesine...
Ekim sonuna kadar kimseye laf söyletmeyiz biz.
Bakın, rüzgar durmuştur, balık mevsimi açılmıştır, güneş ışınları gümüşi kırılmalar içindedir, deniz ılıktır, pastırma yazı kasımın ilk haftasına saklamıştır kendisini, bayıltıcı sıcaklar çok şükür yoktur, akşamları ince hırkalar zamanıdır...
Özetle 2017 henüz bayatlamamıştır.
Bayatlamasına zinhar müsaade yoktur!
Yalancı dolma
ZİHNİMİZE yerleştirilen kalıba göre, bu ülke son 150 yıldır yüzünü “Batıya” çevirmiştir.
Jöntürklerle başlayan serüven, İttihatçılarla devam etmiş, Cumhuriyetle daha da katmerlenmiştir.
NATO, AB, Gümrük Birliği çabaları hep bu cümlendendir.
AK Parti’nin kimi itirazları söz konusu olsa da bahse konu resmi tutum büyük ölçüde korunmaktadır.
Peki, acaba bu resmi ideolojik tutumumuz sahici midir?
Selçuklu’dan Osmanlı’ya, devlet yönetme reflekslerimizin bu anlayışı samimi olarak benimsemesinin mümkün olmadığını düşünüyoruz.
Tüm kültürel kodları “Fütuhat” üzerinden şekillenmiş bir devlet yapısının, bambaşka bir kültür yapısına entegre olmayı hedeflemesi hiç inandırıcı değildir.
Bu ülkeyi yönetenler devletin bekasını temin için bazı biçimsel pozisyonlar alsalar da nihai tahlilde kendi doğruları konusunda “nettirler”, yanı sıra kendi içlerinde de tahminlerin çok ötesinde birliktirler.
Bu anlamıyla, bu topraklardan Ermeni, Rum, Süryani gibi gayrimüslim unsurların gönderilmesi bir “bekaa” telaşı neticesidir.
Geçen yüzyılda baş gösteren milliyetçilik akımlarının, imparatorluğu, bağlı olarak iktidarı tehdit eder hale gelmesi ile yerleşik Hristiyan ve Yahudi’den beslenen fütuhatçı anlayış panik yapmış, din esaslı bir homojonite de güvenliğini sağlayabileceğini düşünmüştür.
Bu “acul” politik tercih, “Batı” ile kalıcı bir medeniyet duvarı örmüştür.
Ok yaydan çıkınca, doğabilecek sıkıntıları törpülemek amacıyla “batıcı” bir görünüm gayretine girilmiştir.
Oysa, devletin ve iktidarın asli unsuru olan asker, hiçbir zaman gerçek manada “batıcı” olmamıştır.
Zaman zaman hissiyatlarını açık ettiklerini hatırlıyoruz.
Peki, bizim gerçek ideolojimiz acaba nedir?
Fiili durumu tarihsel perspektifi ile gözlediğinizde;
İmparatorluk hayalinden uzaklaşmış Türkiye Devleti;
Otoriterdir...
Otoriterliğini, özenle kurguladığı Türk kimliği üzerinden gerekçelendirir.
Bu yüzden Milliyetçidir.
Gayrimüslim vatandaşlık anlayışına kapalıdır.
Müslümandır...
Ancak mezhepler arasında kesin taraftır.
Sünni’dir (tarihsel nedenlerle).
Alevilere mesafelidir.
Araplara ve Acemlere uzak ve soğuktur.
Kürtlere tahammülsüzdür.
Boşnak, Çerkez, Arnavut, Gürcü, Pomak ve benzeri kültürlerin topraklarında köpürtülmesinden hoşlanmaz.
Sosyalizmi aklından bile geçirmez.
Batı tip demokrasiyi fantezi addeder.
“Laiklik”, sünni hiyerarşiden kendini soyutlamasına imkan veren bir başka tür tarikat versiyonudur...
Bu listeyi uzatmak mümkündür.
Bu listedeki prototip yönetici tipi, asker için de geçerlidir, ulusalcı, milliyetçi ya da muhafazakar dediğimiz bugünkü iktidar için de...
Ülkenin milli geliri trilyon dolara yaklaşınca Batılı makyaj akıtılmaya başlanmıştır.
Bugün Tayyip Erdoğan, Doğu Perinçek, Devlet Bahçeli ve Genelkurmay’ın bu denli uyum içinde olması hiç şaşırtıcı değildir.
Diyeceksiniz, bu toplumda koyu İslamcılar ya da Batı medeniyetine özenen Cumhuriyet kuşakları var, bunlar ne olacak?
Kusura bakmasınlar, onlar “Yalancı Dolma”yı yutanlardır.
Onların ülkenin geleceğinde ve devletin yönetimde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur, zaten olmamıştır.
Barış süreci doğruydu
BİZİM müesses nizamımız “Kürt” deyince hemen irkiliyor.
Irak ya da Suriye’de bağımsız bir Kürt oluşumu ihtimali “bölünme” sendromumuzun depreşmesine neden oluyor.
Bu refleksimiz, bırakın geçmişi, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren böyle.
Çözüm olarak da baskı ve sindirme dışında başka bir yöntem geliştirmemişiz.
Bahse konu milli politikamız AK Parti veya Kemalist hiç fark etmiyor.
Asker, ulusalcı, muhafazakar, milliyetçi, mevzu Kürt olunca el ele, omuz omuza.
Neticede de bu yaklaşım, ülkeyi, hele bu dünya konjonktüründe “böler”.
Bakınız; terör, kan, gözyaşı, hepsi tamam, ama Kürtlerin içinde sağlam bir “seküler” damarın da bulunduğu bir vakaadır.
Bu topraklar, Gayrımüslümlerden sonra Kürtlerle de aralarına sınırlar koyarsa, geride kalanlar açısından denge epeyce muhafazakarlar lehine döner.
Dışlamak, ötelemek, iteklemek dışında, barışçıl, yumuşak, paylaşımcı, katılımcı bir bakışımız niye olamıyor?
Yüz küsur yıldır neden hep aynı hatayı yapıyoruz, endişelerimizi abartarak, bütünleşmeye mesafeli politikaları benimsiyoruz.
Paylaş