Paylaş
Halen, İzmir – Akhisar ve Bursa – İstanbul arası kullanımda.
Otoyolun en kritik bölümü Osmangazi Köprüsü.
Hakikaten etkilenmemeniz mümkün değil...
AK Parti iktidarını seversiniz sevmezsiniz ayrı, ama özellikle ülkenin ulaşım altyapısında onların döneminde muazzam mesafe alınmıştır.
Bahse konu otoyol, benzer bazı projelerde olduğu gibi asgari gelir garantili, yap-işlet-devret modeli ile gerçekleştirildi.
Bu yatırımların en çok eleştirilen yönü asgari gelir garantisinin Hazine’ye ilave yük getirmesi.
Uzmanlar tarafından fizibilitelerin iyimser senaryoya göre yapıldığı ifade ediliyor.
Rakamlar üzerinden değerlendirme yaptığınızda bu görüşlere hak veriyorsunuz.
Ama özellikle İzmir - İstanbul otoyolu her kesimden insanın istediği bir yatırımdı.
Yatırım nerede ise bitti...
Fakat bu defa bir soru oluştu; “Biz bu otoyolu neden yeterince kullanmıyoruz?”
Geçen hafta sonu İstanbul’a arabayla giderken, sanki Sahra Çölü’nden geçiyormuş hissine kapıldık.
Kilometrelerce yol katederken tek-tük araçlara rastlıyorsunuz.
Hani arada güzergahtan çıkıp “ücretsiz” çevre yoluna geçtiğinizde trafik bir anda canlanıyor.
Özel arabası olanlar da dahil, insanların pek çoğunun geçim sıkıntısı içinde olduğunu tabii ki herkes biliyor.
Ama, belirli bir gelire sahip insanlar yönünden bu durumu sadece ekonomik krize, belirlenen ücretlerin yüksekliğine hemen bağlamamak gerekiyor.
Bu ülke geçinememekten dert yanıp, her gün bir paket Amerikan sigarası tüketenlerin ülkesidir.
İnsanlar, her nedense, konu otoyol olduğunda “tutumluluk” tavrına geçip tasarruf nutukları atmaya başlıyor.
Hani, “zamanla alışacaklardır” denilebilir.
Vaktiyle Çeşme otoyoluna, üstelik son derece hesaplı sayılabilecek ücreti ödememek için bedava yolu kutsayanları, tabii ki unutmadık.
Ne hikmetse, hele 3-4 kişilik seyahatlerde bugünkü ücretlerin makul hale geldiği İzmir - İstanbul otoyolu, bir garip “kara liste” muamelesine tabi tutuluyor.
İzmir göçmen kültürünün genetik kodlarında yer alan “aşırı hesaplılık” zaten geçmişte pek çok girişimin önünü tıkamıştır.
Çoğumuzun ağzında “İzmir büyük bir köydür” lafı vardır.
Bir yeri “kent” yapan ortamları besleyemezseniz, tabii ki bir metropol çeşitliliğine ulaşamazsınız.
Bugün mesela olmasını arzuladığımız gastronomik kalite, hani İstanbullular olmasa esnaf lokantası çizgisini aşamıyor.
Birkaç münferit örnek oluşsa da iki sezonu zor görüyor.
Tüm bunları belirli imkanları olan ve sayıları belki de yüzbinlerle ifade edilen zümre için söylüyorum.
Neticede, İzmir kişi başı gelir itibariyle Türkiye ortalamasının çok üstündedir.
Tabii ki, mevzumuz sınırlı ekonomik gelire sahip insanlar değildir.
Amacımız, “harcamayan, kurutan, sürekli eleştiren” ve “nekes”liği yaşam biçimi haline getirerek herkese zarar veren bir zihniyeti teşhir etmektir.
-----
Derin mevzuu
BU memlekette kafasını kuma gömerek yaşayıp gitmenin iyi bir şey olduğunu düşünen çok sayıda insan var.
Mesela, bu kişiler toplumun dini ve etnik kimliklerinin gündeme getirilmesini sakıncalı bulurlar.
Var olan bir şeyleri yok farz etmek, kurcalamadan hayata devam etmek mümkün olabilseydi bu insanlara hak verebilirdiniz.
Ancak, ne çare ki, insan denen sosyal varlık, alt kimliklerini sorunsuzca ve doyasıya yaşayamadan, kültürünün rahatlatıcı huzuru ile demlenmeden, kendine barışık bir fidan olarak yetişmesini temin eden kadim toprağın kokusunu üzerine sindirmeden “birey” olamıyor, vicdanını geliştiremiyor, ne olduğu belirsiz “köksüz”, “güvensiz”, “mutsuz” bir canlı olmanın ötesine geçemiyor.
Bugün bu ülkenin yaşadığı sıkıntıların temelinde bu “derin mevzuu” yatıyor.
Paylaş