Paylaş
Hayabusa-2 projesi daha önce 2010 yılında başarıyla tamamlanan Hayabusa projesinin bir devamı niteliğinde. Hayabusa projesi bir asteroidden örnek toplayıp bunların Dünya’ya getirilmesini başaran ilk uzay aracı olmuştu. Geçtiğimiz günlerde NASA’nın benzer bir projesi (OSIRIX-Rex) başka bir asteroidden örnek toplamıştı. Bu konuda öncü olan Hayabusa uzay aracı 2003’te fırlatılmış, 2005’te Itokawa adlı asteroidle buluşmuş ve topladığı örnekleri 2010 yılında Dünya’ya ulaştırmıştı.
Japon Uzay Ajansı’nın (JAXA) bu alandaki ikinci projesi olan Hayabusa-2 ise 2014’te fırlatıldı, 2018’de Ryugu asteroidi ile buluştu. Bir yıl kadar asteroidi inceleyen uzay aracı topladığı örneklerle 2019 sonuna doğru Dünya’ya olan dönüş yolculuğuna başlamıştı.
Hayabusa-2’nin Ryugu asteroidinden topladığı örnekler 40 cm genişliğinde ve 20 cm yüksekliğinde ısıya dayanıklı ve korumalı özel bir kapsül içinde uzayda yolculuk etti. Asteroidden ayrıldıktan sonra yeniden Dünya’ya dönen Hayabusa-2 uzay aracı, taşıdığı kapsülü Dünya atmosferine girmesi için bıraktı. 5 Aralık 2020 Cumartesi akşamı 20:30 (TSİ) gibi atmosfere giren kapsül önceden planlandığı gibi Avustralya’nın güneyindeki Woomera bölgesine düştü.
On altı kilogram ağırlığındaki kapsül atmosfere girince bir ateştopuna dönüştü ve yerdeki gözlem ekipleri tarafından, tıpkı bir göktaşının atmosfere girmesi gibi, görüntülendi. Pazar sabahı erken saatlerde Japon Uzay Ajansı yetkilileri kapsülü almak için bölgeye gittiler ve vericisinden yayılan sinyal yardımıyla kolaylıkla yerini buldular. Kapsül sağlam haldeydi. Ryugu asteroidinden iki yıl önce toplanmış örnekler incelenmek üzere Japonya’daki merkeze iletildi.
Hayabusa-2’ye Ne Olacak?
Japonca “doğan” anlamına gelen Hayabusa uzay aracı, örneklerin saklandığı kapsülü Dünya atmosferine bıraktıktan sonra Dünya’dan biraz uzaklaştı. 2014’te fırlatılıp, 2018’de Ryugu asteroidine ulaşıp sonra Dünya’ya yeniden 2020’de ulaşan uzay aracı toplam yakıtının yalnızca yarısını harcadı. Bu uzay araştırmaları açısından önemli bir gelişme. Hatta bir devrim niteliğinde.
1990’ların sonunda beri uydularda ve uzun mesafeli uzay araçlarında tercih edilen iyon motorları bir süredir Japon Uzay Ajansı’nın geliştirdiği araçlarda etkin biçimde kullanılıyor. İyon motorlarının en önemli avantajı, birim kütle başına elde edilen itkinin klasik yakıtlı motorlara göre çok daha fazla olması. Alternatif motor teknolojileri içerisinde verimi ve itki gücü en yüksek seçenek iyon motorları. Daha az yakıtla daha çok itki sağlanabildiği için uzaya gönderilen araçların ağırlığı da azaltılabiliyor. Bu durum fırlatma maliyetini de azaltıyor veya aynı maliyetle daha karmaşık, sofistike araçların (genelde daha ağır oluyorlar) uzaya gönderilmesine olanak tanıyor. Elbette bu motorların şimdilik uzayda, düşük yerçekimi etkisi altında çalıştıklarını vurgulamak gerekir. Dünya’dan yapılan fırlatmalarda hala en etkili çözümler klasik roket motorları ve sıvı yakıtlar.
İyon motorlarında ağırlıklı olarak “xenon” (ksenon) gazı kullanılıyor. Dolayısıyla bu motorlar aslında bir çeşit elektrik motorları. İyon motorları, içerdikleri yakıtın (gazın) elektrik altında iyonlaştırılması ve sonrasında serbest kalan elektronların yarattıkları hareketleri temel alan bir yönteme dayanıyor.
Hayabusa-2’de fırlatılışta 66 kg Xenon gazı bulunuyordu. Uzay aracı 6 yıllık yolculukta yaklaşık 30 kg Xenon gazını tüketmiş durumda. Ancak hala çalışır ve yeterli miktarda yakıtı olduğu için JAXA, uzay aracını yeni bir göreve yönlendirmeyi düşünüyor. Şimdilik en olası görevler 2026 ve 2031 yıllarında iki ayrı asteroidle buluşup onları yakından incelemesi olacak. Bu sürede ise Hayabusa-2’nin ötegezegen gözlemleri yapması düşünülüyor.
JAXA’nın Başarıları
Japon Uzay Ajansı JAXA 2003 yılında kurulmuş gibi görünse de, aslında kökenleri 1950’lere giden üç ayrı uzay ve havacılık kurumuna dayanıyor.
Japonya Ulusal Havacılık ve Uzay Laboratuvarı (NAL) 1955 yılında Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuş. İlerleyen yıllarda önce Bilim ve Teknoloji Bakanlığına en son olarak da MEXT olarak bilinen Japonya Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanlığına bağlanmış.
Uzay ve Havacılık Bilimleri Enstitüsü (ISAS) ise 1964 yılında Tokyo Üniversitesi bünyesinde kurulmuş. Japonya’nın ilk yapay uydusu olan OHSUMI de bu kurum tarafından geliştirilmiş ve yörüngeye oturtulmuş. 1981’de genişleyen kurum birçok Japon üniversitesinin de katılımıyla ulusal boyutta bir uzay ve havacılık enstitüsü haline gelmiş. Enstitünün son çalışması 2003 yılında fırlatılan birinci Hayabusa uzay aracı.
Ulusal Uzay Kalkınma Ajansı (NASDA) 1969 yılında çıkarılan bir yasa ile hayata geçirilmiş. Bu kurumun temel hedefi uzay temelli kalkınmayı teşvik etmek ve uzayın barışçıl amaçla kullanımını sağlamak. NASDA’nın kuruluşunda özellikle Birleşmiş Milletler’in 1959 yılında kabul ettiği “Dış Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı” yönergesi etkili olmuş. Günümüzdeki uzay ajanslarının görevlerine ve içeriğine en yakın olan kurum aslında NASDA. Kurumun başlıca görevleri uydu, uzay istasyonu ve uzay araçları geliştirmek; ayrıca bu geliştirmeler için gereken yöntemleri, altyapıları ve cihazları üretmek.
NASDA, ISAS ve NAL’ın 2003 yılında tek bir çatı altında birleştirilmesiyle Japon Uzay Ajansı JAXA ortaya çıkmış oluyor. Bugün JAXA, uzay araştırmaları yanı sıra; astronomi, astrofizik ve uzay bilimlerinde temel bilim araştırmalarına da yön veren ve destekleyen önemli bir ulusal kuruluş niteliğinde.
Yeniden yapılandığından beri, çeşitli küçük uydular, atmosfer araştırmaları ve teknoloji geliştirmeleri üzerine çalışan JAXA, ayrıca Japon astronotların da seçilmesi ve eğitiminden sorumlu.
Geliştirdikleri bilimsel uydular veya uydu teleskoplarla özellikle astronomi ve astrofizik alanına önemli katkılar yaptılar. Bunların başında, Suzaku X-ışın teleskobu (2005), AKARI kırmızıöte (IR) uydusu (2006), HINODE Güneş araştırma uydusu (2006), AKATSUKI Venüs’ü inceleyen yörünge aracı (2010), Hitomi X-ışın uydusu (2016) sayılabilir.
Bir başka gökcisminden alınan örneklerin Dünya’ya getirilmesindeki başarıları ile Hayabusa ve Hayabusa-2 uzay araçları tarihte yerlerini şimdiden aldılar. Bu uzay araçlarının başarıları günümüzde giderek artan biçimde dile getirilen “asteroid madenciliğinin” de yolunu açmış oluyor.
Paylaş