Paylaş
Günümüzün üzerinde en çok konuşulan ve en çok tartışılan konularından biri, belki de gündemde en çok yer tutan konusu, hiç kuşkusuz yapay zekâ. Bugünlerde dilden dile yayılarak yarattığı deyim yerindeyse “sarsıcı” etki alanı genişlese de esasen yapay zekâ “dün” keşfedilmiş değil, onlarca yıldır pek çok kurum ve şirket tarafından kullanılmaya başlandı ve o günlerden bugünlere üzerinde önemli çalışmalar yapılarak geliştiriliyor.
Peki, ne oldu da yapay zekâ son yıllarda tüm dünyada son derece dikkat çekici bir etki yarattı? Teknolojinin hızla gelişimiyle birlikte dijital dönüşüm çağında iş hayatındaki teamüller yeniden şekillenmeye başladı; bulut bilişim, büyük veri, blockchain ve veri analitiği gibi önemli teknolojiler çarpıcı bir hızla ilerledi. Sonuç olarak yapay zekâ da hem tüm bu teknolojileri besleyerek hem de onlardan beslenerek otonom araçlar, sürekli öğrenen chatbot’lar ve karar verme yetisine sahip robotlar gibi birkaç on yıl öncesine kadar ancak hayallerimizde canlandırabileceğimiz tüm bu heyecan uyandıran gelişmelerin birer birer gerçeğe dönüşmesini sağladı.
Yapay zekânın bu baş döndürücü etkisi hemen hemen tüm sektörlerde büyük bir pazar potansiyelini de açığa çıkarıyor. Öyle ki, Piyasa Araştırmaları Enstitüsü Gartner’a göre, bulut teknolojilerine yapılan yatırımların yıllık bileşik büyüme oranı 2020’ye kadar tahmini olarak ortalama yüzde 18 ile 383,5 milyar dolara ulaşacak.
Bu noktada şu iki önemli soru ortaya çıkıyor: Günümüzün girişimcileri ve start-up’ları böylesine büyük bir potansiyel barındıran yapay zekâdan nasıl faydalanabilir, yarattıkları ürün ve hizmete yapay zekâyı neden entegre etmelidir? Bu soruları nitelikli bir biçimde yanıtlamak için öncelikle içinde bulunduğumuz çağın artık bir “deneyim ekonomisi” çağı olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Deneyim ekonomisinde kurumlar sürekli olarak “inovasyon” peşinde koşuyor, hedef kitlelerine yalnızca bir ürün veya hizmet sunmakla kalmıyor; kişiye özel deneyim tasarımı yaratmak için teknolojiden de etkili bir biçimde yararlanıyor. Yani bir girişimin diğerlerinin arasından sıyrılması ve zamanla bir “marka” haline gelmesi, piyasadaki rekabetin çetin koşullarında hedef kitlesiyle “fark yaratan” bir ilişki geliştirebilmesinden geçiyor. O farkı yaratan ve kişiye özel deneyimleri mümkün kılan en önemli unsurlar yapay zekâ, veri analitiği ve algoritma olarak öne çıkıyor.
Hevesli, yaratıcı ve heyecanlı girişimcilerden gelen şu soruyu duyar gibiyim: “Hayata geçirmek istediğim iş fikrine yapay zekâyı nasıl entegre edebilirim?” Öncelikle şunu akılda tutmakta fayda var. Yapay zekâ her geçen gün gelişme içinde olan bir “süreç”. Bu süreçte yapay zekânın karmaşık yapısına odaklanmak yerine, girişimcilerin yapması gereken ilk iş bu teknolojinin iş fikirlerinde yaratabileceği potansiyelin ve gücün farkına varmak. Bu noktada gerektiğinde zor kararlar almak ve somut sonuçları ön planda tutmak son derece önemli.
Yapay zekânın işinize sunacağı katkının bir sihirli değnek etkisinde olacağı beklentisine girmek yerine başarıya ulaşması için deneme-yanılma yöntemine izin vermeniz yani risk almanız gerekiyor. Bu riski almaya hazırsanız; pazarlamadan görev odaklı uygulamalara, hedef kitlenize ulaşma ve onlardan gelebilecek reaksiyonları anlama yolunda yararlanabileceğiniz duygu analizi sürecinden iş süreçlerinde elde etmek istediğiniz verimliliğe kadar pek çok noktada yapay zekânın sunabileceği etkin gücün cazibesinin sizi beklediğini söyleyebilirim!
Paylaş