Paylaş
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
Mizah ve karikatür olmadan hayatın adeta tek gözlü yaşamaya benzeyeceğini söyleyen usta çizerle, 25 yıllık birikimini paylaştığı atölyesinde buluştuk. Tüm yasaklar, hayal kırıklıkları ve küsmelere karşı, içindeki tutkuyu bastıramayan ve de sonunda tüm Bursa’nın çizgilerini konuştuğu bir ustayı tanıyacaksınız bu söyleşide. Belki de onunla içinizde ukde kalan şeyleri canlandırmaya karar verecek, tıpkı öğrencileri gibi kendinizi iyileştireceksiniz…
İlk çiziminizi, kağıdı kalemi bunun için elinize alışınızı hatırlıyor musunuz?
İlkokul üçüncü sınıftaydım, ilk resmimi ortaokula giden bir ağabeye çizdirmiştim. Yaptıklarını izlerken, “Ben de yapabilirim” diyerek heveslendim. Ondan sonra da resim yapmaya başladım. Kuş, koyun, kuzu derken sıra en zor olan insana geldi. Ama inatla çizmeye devam edersen onun da üstesinden geliyorsun. Resim öyle bir şey ki sevmek gerekiyor. Ben de çok sevdiğim için sürekli resim yaptım ve kendimi o dünyanın içinde buldum.
SANAT GENEL KÜLTÜR GEREKTİRİR
Sadece sevmek yeter mi? Yetenek de gerekmiyor mu?
Yetenek dendiği zaman orada bir durmak gerekiyor. Her çocuk yetenekli ve sanatçı doğar. Ama sadece sevdirerek, çalıştırarak yeteneğini ortaya çıkartmak gerekiyor. Eğer isterse inan bana herkes ressam, müzisyen, heykeltıraş olabilir. Ama üretmek ve harikalar yaratmak için başka bir şey gerekiyor; o da genel kültürdür. Alanında en iyi okulları bitirsen de genel kültürün yoksa sanatçı olman mümkün değil.
Siz üretkenlik noktasında hayal dünyanızı nasıl beslediniz?
Lise bittiği zaman bütün dünya klasiklerini okumuştum. Harçlıklarımı biriktirip sürekli kitap alırdım. Dolayısıyla her hikâye bana çok şey verdi. Aynı zamanda sinema, tiyatro aktiviteleri, mahalle ve okulla da birlikte sosyalleşince ister istemez kendini farklı hissetmeye başlıyorsun. Öyle ki 9-10 yaşlarımdayken elimde bir tahta kılıç ile oyunlar oynadığım, bir filmi adeta yaşadığım için bana deli diyenler bile oldu. Mahalledeki çocuklara gittiğim sinema filmlerini anlatırdım, bir tane daha anlat dediklerinde, sınırlı bildiğim için bu sefer yeni hikâyeler uydurmaya başlardım. Dolayısıyla bu birikimler bende çizgi roman, fıkra ve senaryo yazımlarına vesile oldu. Eğer karikatürde de başarı elde edebildiysem bu birikimden kaynaklanıyor.
RESİM ÇİZMESİ YASAKLANMIŞTI
Aileniz destekliyor muydu sizdeki yeteneği?
Babam fabrikada inşaat teknikeriydi ve benim hep mühendis olmamı istiyordu. Liseye kadar Türkiye’nin birçok yerinde toplam 11 okul değiştirdim. Babama göre resimle çok ilgilendiğim için derslerimde başarısız oluyordum. Resim yapmamı istemediği için de tüm defterlerimin sayfalarını kopmayacak şekilde numaralandırır, bir de imza atardı. Ben de kâğıt bulamayınca çizgili defterlerin altındaki iki parmak boşluklu yerlerine kurşun kalemle çizgi romanlar çizer, küçücük insanlara maceralar yaşatırdım. Sonra da babam görmesin diye silerdim ama izi kalırdı. İşte böyle bir ortamda palazlandım.
15 YIL SANATA KÜSTÜ
Siz çizme aşkınızdan vazgeçmemiş hatta çizgi romanlarınızı yayınlatmak için çok çaba göstermişsiniz?
Kırk yaşına kadar yağlıboya, suluboya resim ve çizgi romanlar çizdim. Çizgi romanda çok dramatik bir hikâyem var aslında. Askerdeyken izin dönemimde eserlerimi göstermek için İstanbul Cağaloğlu’na gitmiş, ancak hiçbir mecranın kapısından içeri girememiştim. Bunun verdiği eziklik, moral bozukluğuyla geri dönerken Tarkan’ı çizen Sezgin Burak’a uğramıştım. Benim çalışmalarımı gördüğünde çok beğenmiş, bir yardımcıya ihtiyacı olduğunu, askerlik bittikten sonra mutlaka beklediğini söylemişti. Tarkan’ı beraber çizecek olmanın heyecanıyla askerliğimi bitirdim. Sekiz ayın sonunda Isparta’ya babamdan izin almak için gittiğimde, gazetede Sezgin Burak’ın ölüm haberini okudum ve yıkıldım. Yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam size.
Tepkiniz ne oldu bu durum karşısında, devam gücünü bulabildiniz mi?
Maalesef başka talihsizlikler de yaşadım. Yine 70’li yıllarda çizgi romanlarımı yayınlatmak ümidiyle İstanbul’a gittiğimde, çok param olmadığı için dördüncü sınıf bir otelde bir odada beş kişiyle yatmak zorunda kalmıştım. Sabah kalktığımda bir yıl boyunca göz nuru döktüğüm çizgi romanlarım yoktu, çalınmıştı. Bu anlamsız durum ve üzüntü karşısında bir daha çizgi roman çizmeyeceğim dedim ve 15 sene resim sanatına ara verdim. Gemlik’te Tügsaş’ta makine ressamı olarak çalışmaya başladım.
Yaşadığınız talihsizlikler karşısında resme küsmüşsünüz. Yeniden barışmanız nasıl oldu?
Eğer bu talihsizlikler karşısında resme küsmeyip, devam etmiş olsaydım, çizgilerimle çok daha başka bir yerde olabileceğime inanıyorum. On beş yıl aradan sonra Olay gazetesi kurulduğunda, İstanbul olmadı ama belki yerelde olur umuduyla çalışmalarımı alıp Erol Bilenser’e gösterdim. Kendisi beğenip benden bir tarihi çizgi roman çizmemi istediğinde, iş yerinden izin alıp bir ay eve kapanmıştım. Ancak araştırmacı yazar Yılmaz Akkılıç çalışmalarımı görüp beğenince, o zaman popüler olan Osmancık dizisine benzer ancak tarihi hikâyesi de kendisi tarafından kaleme alınan farklı bir çizgi roman çizmem istendi. Çok da güzel oldu ancak hala bilmediğim bir sebeple 60 sayfaya geldiğimizde o projeden de vazgeçildi.
‘İLK BASKIDA SABAHLADIM‘
İlk çizgi romanınız nasıl yayımlandı?
İstanbul gibi umutlara yine veda mı ediyorum diye düşündüm tabii. Ama o zamanlar Otisabi’nin yaratıcısı Uykusuz’da da çizen Yılmaz Aslantürk Gemlik’e gelerek, hemen teslim olmamam gerektiğini konusunda motive etti. Tekrar şansımı denedim ve çalışmalarım o dönemin yöneticileri İsmail Öztat ve Aykan Uzoğuz’un desteğiyle gazetenin magazin ekinde yayımlanmaya başladı. Bütün çizerler arasında gelenektir, ilk çalışma baskıdan çıkana uğur getirsin diye beklenir. Ben de gazete çıkana kadar sabahladım ve uğur da getirdi sanırım ki, gazetede 6 tane çizgi romanım yayımlandı.
KARİKATÜRİST GÜNDEMİ İYİ ANALİZ EDEBİLMELİ
Karikatür çizmeye nasıl başladınız?
Gazetenin karikatüristleri ayrılınca bana teklif edildi. Önce çizemem desem de ısrarlar karşısında başladım. Sonrasında karikatürlerim bayağı tutuldu ve bir süre sonra bana Bursa’nın Bedri Koraman’ı demeye başladılar. Karikatürlerim yavaş yavaş sevilmeye, tutulmaya başladı. Bir süre sonrada farklı görev ve deneyimlerin ardından birinci sayfada günlük karikatürlerim çıkmaya başladı. Çok zor bir görevim vardı ama eleştiriyi yerinde yaparak, dengeyi koruyarak, espri ile çizginin gücünü iyi yansıtmayı başardığımı düşünüyorum.
Gerçekten bir gazetede karikatür köşesi hazırlamak en stresli işlerden biri olsa gerek. Üretim süreciniz nasıl gerçekleşiyordu?
Gazete karikatüristi olmak zordur. Genel bir kültüre sahip olmayı, gündemi çok iyi takip etmeyi, sosyal olmayı ve de espri gücünün de iyi olmasını gerektirir. Karikatür çizerken mutlaka haberleri iyi takip etmeli ve analiz edebilmelisiniz. Ben de üretirken gündem toplantısında hangi haber manşet olacak, sonraki haberlerin neler olacağına dair notlarımı aldıktan sonra, düşünmeye, espri üretmeye başlardım. Gündemi sürekli takip ettiğim için ilerisini de görebiliyordum. Hatta çizdiğim bazı karikatürlerde, “Gerçekten böyle mi olacak?” diye soruyorlardı. Gerçekleştiği de çok oldu. İleri görüşlülük de benim için övünç kaynağıdır. Dolayısıyla karikatürlerimin ayakta kalmasını ve tutulmasını tüm bu özelliklerime de borçluyum.
MİZAH ELZEMDİR
Türk insanının karikatüre bakış açısı nasıl sizce?
O da bir eğitim meselesi aslında. Eskiden gazetelerde karikatürler, çizgi romanlar, tefrikalar, hatta romanlar yayımlanırdı. Vatandaş hafta sonu eğlensin diye, bol çizgili, yazılı mizah sayfaları olurdu. Bizim de sadece pazar günleri karikatür eki yayımladığımız bir dönem vardı. Okuyuculardan mektuplar, telefonlar gelirdi. Magazin eklerinin sayfaları bile önce mizah köşesine bakmak için açılırdı. Maalesef şimdi okuyucuyu gülümsetecek, ışık tutacak şeyler çok azaldı. Hatta karikatürün yayımlanmaması gazete okuyucusunu bile azalttı diyebiliriz. Oysa mizah ve karikatür olmayan yayınlar tek gözüyle ve tek kulağıyla yaşayan bir yayın organıdır. Bu yüzden karikatür ve mizahın elzem olduğuna inanıyorum. Sosyal medyada da insanlar en çok karikatürlere gülüyor ve onları paylaşmıyorlar mı?
‘BİLGİSAYARDA ÇİZİNCE TEPKİ GÖRDÜM’
Teknolojinin resim sanatına katkısı ve yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Teknoloji, sanat için bir araçtır. Bunu değerlendirirsek hem kolaylık olur hem daha az maliyetle yapılabilir. Yeni çıkan her malzemeyi benimsedik ve beğenerek kullandık. Ancak ne zaman ki dijital ortamda mouse ile karikatürlerimi çizmeye başladım, birçok karikatürist bu çizimlerin karikatür sayılmayacağını, emek olmadığını iddia etti bir süre. Hatta bir yarışmaya dijital ortamda çizdiğim bir karikatürümü yapım aşamalarını da kayıt ederek göndermeme rağmen, diskalifiye edilmişti. Üzerinden 5-6 sene geçtikten sonra ıslak imza ile olursa kabul edilebilir dediler. Bu da direnmenin diğer yoluydu. Ancak bir insan karikatür çizmeyi bilmiyorsa, dijital ortamda karikatür hiç çizemez. Bir süre sonra galerilerde resimleri çıplak gözle göremeyeceğiz belki de. Şu anda sanal ortamda yapılan işleri eser olarak görmesek de ileride ne olacağını bilmiyoruz.
SANATIN YAŞI OLMAZ
Şimdi sanat atölyenizde öğrencileriniz var, yeni sanatçılar da yetiştiriyorsunuz?
Bu 25 yıllık süreçte farklı zamanlarda öğrencilerimi yetiştirmeye çalıştım. Yıldırım Belediyesi’nin düzenlediği kurslarda da 250’nin üstünde öğrencim oldu. Şimdi kendi atölyemde, 6 yaşından 70 yaşına kadar öğrencilerime önce resim sanatını sevdirmeye sonra da tekniğini anlatmaya çalışıyorum. Öte yandan sanatın yaşı olmaz. 55 yaşında bir arkadaşım kızını kaybettikten sonra, bir şeylerle meşgul olmak için bana geldiğinde çekinerek “Resim yapsam ayıp olur mu?” demişti. Neden olsun ki? Çok da güzel oldu, kendini geliştirdi şimdi kendi atölyesi bile var. Sırf bu düşünceyle içinde ukde kalan da çok. Ben bile 15 sene en büyük tutkuma ara verdim ama o beni bırakmadı. Şimdi bir gün resim çizmesem içimde büyük bir boşluk hissediyorum.
ÇOCUKLARI İYİLEŞTİRİYOR
Çocukların gelişimi üzerinde de resim çok etkili değil mi?
Doktor tarafından yönlendirilen de çok oluyor. Hiperaktif olan, simetri rahatsızlığı olan, sol beyni daha az çalışan birçok çocuk sanatla iyileşiyor. Resim yaparak bir yılın sonunda rehabilite olan öğrencilerim var. Aynı şey ergen kabul edilen, söz dinlemediği söylenen gençler için de geçerli. Aileler çocuklarının biraz ilgisi varsa lütfen resim çizmeye teşvik etsinler. Temel derslerinde başarısızken, yeteneğiyle resim bölümlerini birincilikle kazanan öğrencilerim de oldu. Onlarla iftihar ediyorum. Ben öğrencilerime sadece öğretmen olmayın, çok çalışın ve sanatçı da olun diyorum. Yeter ki istesinler ve inansınlar.
Paylaş