Paylaş
Kalder Bursa Şubesi tarafından düzenlenen Kalite ve Başarı Sempozyumu için Bursa’da bulunan Birol Güven ile Almira Otel’de bir araya gelerek, gelecek senaryolarında hayal dünyamızı zorlayan bir söyleşi gerçekleştirdik.
- Mandıra Filozofu filminiz için, Bursa’nın özel bir yeri olduğunu söylediniz?
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
Mandıra Filozofu’nu yazarken, “Çalışmaya karşıyım” demiştim. Aslında sahip olma hırsına karşı söylenmiş bir sözdü. Film en çok Bursa’da ses getirdi ve izlendi. Güzel geri dönüşler almıştık; ama bu ne anlama geliyor bilmiyorum (gülerek). Herhalde ortak bir paydaydı. Sanayinin en yoğun olduğu, belki de Türkiye’nin en çalışkan insanlarının yaşadığı yerde, “çalışmaya karşıyım” denilmesi, bence bir bilgelik arayışı, bilgelik sevdasıydı. Bir yandan çalışıp üretirken bir yandan da “Biz de bu kadar sahip olma hırsı yok,” diyorlardı. En azından idealize ediyorlar, Bursa ile aynı fikirdeyiz diye düşünüyorum. Ben de çok çalışkan biriyim ama ben de çalışmaya karşıyım.
MESAİ SAATİNİN SONUNA GELDİK
- Mesai saatleri için gelecek senaryonuz nedir?
Bence şu anda bile insanların işini yapabilmesi için belirli saatler arasında çalışmasına gerek yok. En üretken olduğunuz bir saatte iletişim kurduğunuz kişiyle anlaşarak çalışacağınız zamanı belirleyebilirsiniz. Kendi personelim için bunu yaptım, ofise gelmeyin dedim. Biz filmci olduğumuz için iş odaklıyız zaten. Ben erken kalkan biriyim; ama montaj görevlisi gece çalışmışsa gündüz erken bir saate gelemeyeceğini biliyorum. Bizim sektörümüzde bir çalışma saati kavramı yok zaten. Bence sanatçılar kendilerini en iyi hissettikleri saatte işlerini yapmalıdır. Bir ressama 8-5 resim yapacaksın denir mi? Herhangi bir insan, yaptığı işi günün herhangi bir saatinde yapabiliyorsa, bırakın onu istediği zaman diliminde yapsın. Yasada da esnek çalışma saatleri diye bir şey var zaten. Çok yakın bir gelecekte bu tartışmalar olmayacak. Mesai kavramı literatürden silinecek. Yeni nesile mesai saatlerini anlatamayacağız bile; çünkü bu sanayi devrimiyle ortaya çıkmış 200 küsur yıllık bir macera ve sonuna geldik artık.
DÖNÜŞÜMÜ YAŞAYAN ÇOCUKLAR ŞANSSIZ
- Özellikle eğitim açısından ele alırsak, 21’inci yüzyıl çocuklarını neden şanssız buluyorsunuz?
Günümüz çocuklarının büyük dönüşümü yaşayacakları için şanssız bir jenerasyon olduklarını düşünüyorum; işleri çok zor! Çünkü bugünkü eğitim sistemi endüstri devriminden sonra sanayi toplumuna işçi yetiştirmek için hazırlanmış bir sistem. Bugün kullandığımız müfredatlarımız 19’uncu yüzyıldan kalma. Öğretmenlerimizin en yenisi 20’inci yüzyıldan. Anne babalar zaten 70-80 model! Çocukların işi bu tablo yüzünden çok zor; ancak belki 21’inci yüzyıldaki çocukların çocukları rahat edebilir, çünkü onlar dijitale doğacak.
Bilgisayar oyunları ile büyüyen bir nesille karşı karşıyayız. Etkileri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çocuklara bilgisayar oyunlarından öğrenecekleri şeyi okullarda öğretemeyebiliriz. Oğlumdan örnek vereyim hemen. 10 yaşındayken, televizyonda 12 Eylül sabahı askeri darbesiyle ilgili haberleri izlerken “Baba ben askeri darbelere karşıyım” dedi. Herhalde haberlerden duydu diye düşünürken, “En iyi yönetim şekli demokrasi diyorlar, halk mutlu ama o zamanda üretim düşüyor. Ben ‘meritokrasi’den yanayım” diyerek benim bile bilmediğim kelimelerle birçok yönetim şekillerini anlatmaya başladı. Şaşırdım. “Sen bunları nereden öğrendin?” diye sorduğumda, devlet kurup yönettiği bir bilgisayar oyunundan bahsetti. Ben biraz siyasetle ilgiliyim ama üniversitedeyken bile bu konuları bilmeyen arkadaşlarım vardı; konuşamazdık. Şimdi bizim eğitim sistemimiz bu oyunlar kadar öğretici olabilir mi? Nasıl rekabet edeceğiz bu yeni nesil oyunlarla? Eğitim sistemimizin dijital dünya kadar ilginç olma şansı yok.
MÜLKİYET ANLAYIŞI DEĞİŞECEK
- Gündelik yaşamda nasıl değişiklikler öngörüyorsunuz?
Kesinlikle mülkiyet anlayışı değişecek. Örneğin biz plak, kaset alıyorduk. Yeni nesil artık abone oluyor ve istediği müziği indiriyor. Biz VHS kaset biriktiriyorduk, onlar artık VOD platformlara abone oluyor. Satın almayı bilmiyorlar. “Bu benim, kimseye vermem” dönemi sona eriyor. Abonelik sistemi ile paylaşım ekonomisi geliyor. Yeni nesil bir sosyalizmden bahsedebiliriz. Her şeyi paylaşacağız. Düşünsenize dünyada herkes günde 10-12 saat arabasını park edip, kullanmıyor. İnsanların bu kadar arabaya ihtiyacı yok aslında. Mesai saatleri içinde aynı saatte binlerce araba yollarda oluyor. Dünyada artık abonelik sistemiyle kullanılan arabalar, yaygınlaşmaya başladı. İstanbul’da da var. Paylaşırsak daha az sayıda arabaya ihtiyacımız olur ve trafik sorunu da ortadan kalkar. Tabii gelecekte tüm sorunlar ortadan kalkacak diye bir durum yok, başka sorunlar ortaya çıkacaktır.
‘DİJİTAL ESARET’ SİNEMADA OYNAYACAK
- Sizin gelecek senaryoları üzerine çalışmalarınız ne zaman başladı? Yakın zamanda bir filminiz de vizyona girecek, bahsedebilir miyiz?
Ben gelecekte gündelik hayatı yazmak için çalışmalarıma başladım, sonra bir televizyon programına dönüştü. Sinema için Dijital Esaret’i yazdım, internet bağımlılığı üzerine bir film. Yakında vizyona girecek. Mandıra Filozofu’nun mekânında çektik. Film, gelecekte internet bağımlılığı nedeniyle suç işleyen gençlerin atıldığı bir cezaevinde geçiyor. Orada tek bir ceza var; internet yok!
- Gelecekte geçen bir dizi çalışması olacak mı?
Benim uzmanlık alanım gündelik hayat. Seksenlerde de, Çocuklar Duymasın’da da sıradan insanı ve günümüzü anlatmaya çalıştım. Haluk da sıradan bir insandır, sonuçta bir kahraman değil! Hedefim, gelecekte geçen, gündelik yaşamı yansıtan bir senaryo yazmak.
ÇOK CİDDİYE ALMAYIN!
- Geçmiş dönemde çekilen filmlerin gelecek senaryoları günümüzde çok konuşuluyor, gerçekleşti mi gerçekleşmedi mi diye. Sizin de var mı böyle gözlemleriniz?
Evet, filmlerde izlediğimiz birçok şey bugün oluyor ama olmayanlar da var. Hepimiz Uzay Yolu ile büyüdük; ama içimizde astronot olan yok! Şu anda uzay gemisinde de yaşamıyoruz. O kadar da ciddiye almamak lazım. Olmayanları kimse konuşmuyor mesela. Uzay 1999 diye bir dizi vardı, hiçbiri olmadı. Ben de bugün bir film yapsam ve içine birçok şey koyarım. 2060 yılına geldiğimizde de bazıları olur bazıları da olmaz. Dünyada köpek balığından ölen insan sayısı 6; ama herkes köpek balığından korkuyor. Neden? Çünkü Spielberg korkmamızı istedi ve köpek balıklarını canavar gibi gösterdi. Şimdi aynı şey robotlar için yapılıyor! Hâlbuki 2016 yılında kocası tarafından öldürülen kadın sayısı 640! Meseleye nereden baktığınıza bağlı. Sizce hangisi daha korkunç?
İZLEYİCİ KARAR VERMEK İSTİYOR
Sinema için nasıl bir gelecek beklentiniz var. Dönüşüm nerede yaşanır?
Sektörde mecralar, ekranlar değişir ama içerik değişmez. İnsanların dizileri, filmleri nereden izlediğini öngörmek zor ama izleyeceklerini öngörebiliriz. Biri derse ki bir dizi yap ama insanlar bunu cep telefonundan izleyecek, ona göre bir teknik kullanırım; ama asıl büyü beyazperdedir. Her şey beyazperdeye göre dizayn edilir, çekilir ama seyredilen yer farklı olursa yazık olur.
Ama belli saatlerde yayın yapan televizyon kanalları kalmayabilir. Çünkü insanlar artık ne zaman ne izlemek istediğine kendisi karar vermek istiyor. Aynı şey radyolar ve müzik kanalları için de geçerli.
GELENEKSEL SİNEMADAN YANAYIM
- Teknolojinin yoğun kullanıldığı özellikle boyutlu filmler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Onlara film demiyorum, onlar bilgisayar oyunu. Ben hala geleneksel sinemadan yanayım. En iyi filmlerin yine eski filmler olduğunu düşünüyorum. Herkes sinemada teknoloji kullanmak istiyor; eyvallah! Ama sinemanın asıl görevi hikâye anlatmaktır. Anlatacak bir hikâyen yoksa istediğini hissettir; ama bence sinema sanatı rüzgârın yüzüne vurması değil, yüzüne vurduğunu hayal etmektir. İzleyicilerinde bilgisayar oyunu gibi filmler istemeyeceğini düşünüyorum; çünkü o ihtiyaçlarını başka mecralarda yeterince karşılayacaklardır. Hikâye dinleme ihtiyacı geleneksel sinemada karşılanmaya devam edecek. Bence insanlar hayal etmekten kolay kolay vazgeçmez.
TAHMİNLERİNİZİ ÖNE ALIN
- Gelecekle ilgili hayaller üzerine bir egzersiz öneriniz var mı?
En büyük hata “Biz bunu görecek miyiz?” düşüncesi olur. Gelecek ile ilgili bütün tahminlerinizi 10 yıl öne alın. Ben gelecekle ilgili ilk çalışmaya başladığımda diyorlardı ki 2025 yılında dizel arabalar yasaklanacak. 2018 aralık ayında Almanya yasakladı bile. Her şey zannettiğimizden daha hızlı oluyor. Sunumlarımda da sıkça gösterdiğim bir aile fotoğrafı var. 1963 doğumlu bir dede, 1992 doğumlu bir anne-baba ve 2022 yılında doğan bir çocuğun oluşturduğu bir ailede, 2035 yılındaki bir kahvaltıyı ve 24 saati düşünün diyorum. Bu egzersizle katılımcıların gelecekle ilgili hayal gücünü biraz zorluyorum ama çok eğleniyoruz.
AŞK DEYİNCE DEVRELER YANAR!
- Ya gelecekte aşk?
İşte onu anlatmak çok zor! Her şeyi devredeceğiz. Kararlarımızı tercihlerimizi algoritmalar, robotlar belirleyecek. Diyeceksiniz ki; çocuğum hangi okula gitsin, hangi mesleği yapmalıyım, kiminle evlenmeliyim vs… Ama Benim âşık olacağım kişiyi belirle deyince devreleri yanacak. Aşk, mantığın alanına girmediği için bilimin de alanına girmiyor, dolayısıyla robotların da. Aşk bir sisteme öğretilebilecek bir şey değil. Tıpkı sanat gibi…
Paylaş