Paylaş
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi MİLLİ
Ayşe Alagöz ile sohbetimizde, New York-İstanbul-Bursa hattından doğan; aşkın traji komik hallerini edebiyat, tiyatro, müzik ve dansla buluşturan kabarenin arka perdesini konuştuk.Üç kadın yazarın bir araya gelmesini sağlayan, kitaplarından bir oyun sahneye koyma fikri nasıl ortaya çıktı?
Gurbet eldeki dost meclisinin bir ürünüdür diyebilirim. Her şey New York’ta yağmurlu bir nisan akşamında bir heykeltıraş arkadaşımızın atölyesindeki toplantı ile başladı.
Ertesi sabah da, Buket Şahin’in Manhattan’a bakan evinde, Sunay Akın’ın isim babalığını yaptığı “New York Hayal Kumpanyası” ve “3 Elma” kabare projesi doğdu. Aynı zamanda Türk kültür ve edebiyatını Amerikalı seyircilerle buluşturmayı hedefleyen TARTE (Turkish American Repertory of Theater & Entertainment) desteğini aldık. TARTE kurucusu Ayşe Eldek Richardson ve kabarenin müzik direktörlüğünü ve sunuculuğunu da gerçekleştiren Handan Hizmetli ile güzel bir ekip olduk. Sonunda edebiyat, tiyatro, müzik ve tangonun buluştuğu bir kabare ortaya çıktı.
YAŞANMIŞLIKLARIN DIŞA VURUMU
Sizi bir araya getiren şey, özünde vermek istediğiniz mesaj neydi?
Göçmen hayallerimizi, birikimlerimizi ortak bir projede paylaşmak umuduyla yola çıktık. New York Hayal Kumpanyası, yaratıcı insanları bir araya getirmek için bir platform olmalı diye düşündük. Çünkü çok yetenekli ama bilinmeyen kişiler var. Sanat evrensel bir dil ve dayanışma sembolü aslında; yaşanmışlıkların da dışa vurumu. Amacımız çok net; birliktelik, sanat yapmak ve kültürel zenginliklerimizi paylaşmak. Mesajımızı da iyi verdiğimizi düşünüyoruz, çünkü Üç Elma’yı sadece Türkler değil Amerikalılar da izledi.
Farklı şehirlerde yaşayan bir ekiple nasıl bir hazırlık süreci yaşadınız?
New York Hayal Kumpanyası bünyesinde yer alan kabare ekibinin çoğunu New York’ta yaşayan müzisyenler oluşturdu. Altı ay gibi kısa bir sürede, New Jersey-New York-Washington DC-İstanbul-Bursa hattında diyalog, prova, müzikal seçimler ile nice heyecanı buluşmalar yaşadık. Provalar Bursa’da Berrin Kulya Balkanlar yönetmenliğinde devam etti. Ekim ayında da, on yıldır birbirinden değerli Türk sanatçıların sahne aldığı DROM’da sahne aldık. Skeçler, benimle birlikte Ayşe Eldek Richardson ve sadece bu oyun için New York’a gelen Bursalı oyuncu Hande Özemre Gençosman tarafından sahnelendi. Şarkılarını Deniz İşler, Hande Gençosman, Zafer Cınbıl ve Sinem Saniye seslendirirken, tango dansını Elif Onural ve Göksenin Çakmak sergiledi.
GURBET...
Size göre göçmenlik hayallerinin arkasında nasıl bir gerçek var?
Göçmenlerden bahsedeceksek; hepimiz vatanımızdan, büyüdüğümüz topraklardan çeşitli nedenlerle ayrıldık. Kimimiz okumak, kimimiz evlenmek için, kimimiz çalışmak ya da bir şeylerden kaçıp yeni bir düzen kurmak için ülke değiştirdik. Aslında hikâyeler de tam burada başlıyor. Özellikle ilk zamanlar yeni bir kültür ve yeni bir dille yeni bir kimlik inşa etmek süreci zor. Başka bir ülkede yaşamayı çok isteseniz bile olumsuz duygulara da hazırlıklı olmalısınız. Boşuna dememişler gurbet diye. Ben de evlilik nedeniyle yerleşmiştim ve ilk zamanlar eşime laf yetireceğim diye, mutfak dolabında elektronik sözlük bile saklıyordum (gülerek).
HİKÂYE KOLEKSİYONERİYİM
Sizin birikimlerinizin tiyatro oyunlarınızda ya da yazar olmanızda nasıl bir etkisi oldu?
Zaten senelerdir hikâyeler biriktiriyorum. İnsanları hep gözlemlerim. Kim olduklarını tahmin etmeyi, ne yaşadıklarını kestirmeyi seviyorum. Ama gurbette insan sanki üçüncü bir göz ediniyor. Her şeyi izlemek, öğrenmek ve takip etmek zorundasın ki, düzene uyabilesin. Hatta insan kendini bile izliyor; özellikle yabancı dili konuşurken. Gurbetteki ilk zamanlarda alnımda “Made in Turkey” ile dolaştım diyebilirim. Çevremdeki insan ilişkilerini incelemeye başladım. Radarlar hep açıktı zaten. En çok da kadın erkek ilişkilerini incelemeye başladım. Tam bir hikâye kolleksiyoneri yani Amerikalıların dediği story gangster oldum.
Gözlemlerinizde memleketten arkada bırakılanlarda en çok hangi sancılara rastlıyorsunuz?
Gurbette şeylerin önemi, sıralaması değişir. Küçük şeyler önem kazanır, eskiden mühim addedilen meseleler önemsizleşir. Emekle, bin bir çabayla aldığın diplomalar sıfırlanır. Değer yargıların depreme uğrar, kimyan bozulur. Öz değerlerini, kişiliğini korumaya çalışırken gittiğin ülkenin dinamiklerini de damardan almaya çalışırsın. Kendi ülken gözüne daha baharatlı daha bir oryantal görünür, hatta “Vay be gerçekten doğuluyuz” bile dersin. Örneğin Türkiye’de asla arabesk dinlemeseler de; gurbette yaşamaya başlayınca arabesk albümler dinleyerek efkârlanan insanlar tanıyorum.
SANAT BOŞLUKLARI DOLDURUR
Göçmenleri yaşama tutunduran şeylerin başında sizce neler geliyor? Sanatın bunda etkisi nedir?
Köklerine bağlı, Türkiye’deki sosyal ve kültürel yapıdan memnun biri iseniz göçmenliğin size ilk hissettirdiği şey arafta yaşamak. Yaşadığınız yere alışıyorsunuz ama ruhunuzun kendi köklerden de beslenmesi gerekiyor. Bunun da en iyi yolu sanata tutunmak. Çünkü sanat tüm dil, anlayış ve ön yargıların yarattığı boşlukları doldurabilen tek şey. Bu yüzden Türkiye’den gelen ya da Türkler tarafından yapılan, yazılan, çizilen, icra edilen her şey bambaşka bir anlamda. Gurbette olmaya gör, karşına çıkan memleketlini sevgiyle kucaklarsın. Ortak hasret, ortak burukluk, ortak azınlık olma hali; Türkiye’de belki de kolay kolay aynı masada oturmayacak insanları, gurbette buluşturur, hatta arkadaş yapar.
Siz de acaba bu yüzden mi yazıyorsunuz ya da yazma bir tutunma amacı mı?
Göçmen olmak, New York’ta yaşamak bana hep uçları aynı anda yaşattı. Hem huzur hem hüzün; hem sakinlik ama yalnızlık; hem medeniyetin verdiği rahatlık ama çokça mücadele... Hem ülkeni çok seviyorsun ama kıyaslama yapınca da kızıyorsun. Birbirinden farklı dürtüler birbirleri ile savaş halinde olunca evet tutunmak ve de kendini anlamak için yazıyor insan. Bu duygu ikilemleri sanırım anlatmak ve yazmak ihtiyacı doğuruyor. Bir de ben karakter yaratmak ve onunla oynamaktan keyif aldığım için de yazıyorum.
ORTAK KONUMUZ AŞK OLDU
Üç ayrı kitaptan esinlendiğiniz Kabare’nin içeriğinden bahsedelim isterseniz?
Kitapların ana teması aşkın farklı halleri olsa da kitapların ortak konusu aşktı. Aşkın masalsı halinden tutku fazına, sonra da tutkunun aldatma ve yakıcı tarafına geçtik. Üç fazı da trajikomik bir dille anlatarak müzik ve dansla işledik. İlk skeç, “Dünyayı masallar değiştirecek” diyen şair ve öykücü Günay Menekşe’nin “Aşk Yolunda Masallar” adlı kitabından esinlenildi. Menekşe aynı zamanda bilgisayar mühendisi ve Birleşmiş Milletlerde bilgi sistemleri denetçisidir. Kitabı onun deyimiyle masal dilinden bir tasavvuf ve kişisel gelişim kitabı. Kitapta olduğu gibi oyunda da şu mesajı vermeye çalıştık; Eğer hayatı masallar gibi yaşarsan, hayatta da her şey mümkün. Ve en güzel masal yaşadığın masaldır, onu dilediğin gibi yarat ve yaşa.
FRİDA: MEKSİKA’NIN VİCDANI
Buket Şahin’in “Frida: Meksika’nın Vicdanı” kitabından nasıl bir skeç doğdu?
Buket Şahin, çağdaş bir yörük kızı olarak, dünyaca ünlü yazarların izini sürüyor. 20 yıldan bu yana gezdiği 50’den fazla ülkenin gezi notlarını kitaplarına yansıtıyor. İkinci skeçte, yazar ile Meksika’nın ulusal kahramanlarından Frida Kahlo’nun hayali konuşmaları tiyatrolaştırıldı. Şahin’in “Frida: Meksika’nın Vicdanı” kitabı, Anadolu’nun Yörük Kadınlarından, Oaxaca’nın Zapotek kadınlarına adanmış bir kitap. Frida’nın 33 neşter giren yaralı bedenine çizer gibi tuttuğu, bir nevi öz benliğiyle hesaplaştığı günlük Şahin’e rehber olmuş. Kabarede de yazarın hayalindeki Frida’nın devrimci ve sanatçı kişiliğinin yanı sıra Diego Rivera ile yaşadığı büyük aşkı, çektiği acıları, her türlü yakıştırmadan uzak bir şekilde yalın ve özentisiz sunmaya çalıştık.
EN ÇOK AŞK EVRİLDİ
Son skeç ise sizin “Erkek Atlası” kitabınızdan oluşuyor?
Serde zaten dünya insanı olmaya da bir istek var. Evrildim! Tüm değerlerim olmasa da, en çok aşk evrildi. Yeniden tanımlamaya başladım. Tek tanımı var mı? İlk aşk sözcükleri kimler arasında konuşuldu, derken global dünya da aşk–meşk ilişkilerine kafayı taktım. Cinsellikten söz etmiyorum yanlış anlaşılmasın. Kadının aşkı yaşama özgürlüğünden bahsediyorum. Kitabımda da özellikle de kültürlerarası yaşananlar mercek altında idi. Çünkü aşkın da kültürel ve tarihsel bir boyutu; büyüdüğün ülkenin ve ailenin ta DNA’larına kadar işleyen özellikleri var. Tüm ilişkilerin global ya da yerel düzlemdeki bu bam teline de son skeçte değindik.
AYŞE ALAGÖZ KİMDİR?
Kendisini tam bir kent sever, gezgin ve planlı bir maceraperest olarak gören Ayşe Alagöz, basın dünyasında; metin ve köşe yazarı, dergi editörü, radyo ve televizyon sunucu ve programcısı olarak görev aldı. Sanat ve sosyal sorumluluk projelerini bir arada yürüten yazarın, “Eyvah Kocamın Bir Astroloğu Var”, “Gülbahar”, “Aşk ve Kalori”, “3 Elma” isimleri oyunları sahneye konuldu. Ayrıca global dünyadaki aşk ve meşk ilişkilerinden yola çıkılarak mizahi bir dille yazılan Erkek Atlası adlı öykü kitabını, Mor Salkım Şiddet Hattına bağışladı. Alagöz’ün hayattaki amacı; insanları, toplumları ve hatta dünyayı bir kitap gibi okuyabilmek.
Paylaş