Paylaş
Oyuncu Uğur Kanbay ile geçtiğimiz ay sahne aldığı Ekim Sanat Tiyatrosu’nda bir araya gelerek, oyunculuğundan yönetmenlik deneyimine uzanan ve “Henüz yolun çok başındayım” sözleriyle tevazusunu taşıdığı sanat yolculuğu üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik.
Çok küçük yaşta oyuncu olmaya karar veriyorsunuz ve en büyük destekçiniz de anneniz oluyor. Hatta sizi yazdırdığı bir ajans seçmesiyle ilgili komik bir anınız da var, dinlemek isteriz?
Tiyatrocu olmaya beşinci sınıfta piyeslerde oynamaya başlayınca karar verdim, ilgimi görünce annem de hep destek oldu. Bahsettiğiniz anıya gelirsek, lisedeyken özel bir kursta eğitim alıyordum; annem de sanırım öyle olması gerektiğini düşündüğü için, beni en iyi ajanslardan birine yazdırmıştı. Okuldan eve geldiğim bir gün, annemin çığlık kıyamet “Oğlum seni filme seçtiler,” diye bağırışlarıyla karşılaştım. Bir heyecan, mutluluk, gurur duyma haliydi bu. Dizinin adını da hiç unutmam OKS Anneleri diye, bir gittik ajansa içerde 500 kişi var. Meğer seçmelere çağırmışlar (gülerek). Elime bir kağıt verip çalışmamı istediler. En sona ben kaldığımda içeri girdim, seçici kurul kağıdı bırakıp başlamamı istedi. Ben ezberlemem gerektiğini bile anlayamamıştım. Yani ilk seçmemde mecburen elimdeki kağıdı okuyarak oynamaya çalışmıştım. Olmadı tabii ki (gülüyor). Ama iyi ki de olmamış yoksa eğitim sürecimi etkilerdi diye düşünüyorum.
Konservatuvara da kolay girmemişsiniz, üçüncü girişinizde kazanmışsınız. Bu vazgeçmeme deneyimi size ne öğretti?
Genellikle bir de bir şeyi kafama koyduysam çalışarak, çabalayarak en olacağı noktaya kadar zorlarım, sonra kadere kısmete bırakırım. Oyunculuktan da hiç vazgeçmedim ve sonunda tiyatroyu sadece bir meslek olarak görmediğimi, gerçekten bir aşk beslediğimi anladım.
OYUNCULUK İNSAN BİLİMİDİR
İlk başlarda en çok alkışlanmak, beğenilmek beni cezbediyordu diyorsunuz, sonrasında farklı yönlerini gördükçe oyunculuğun altını nasıl doldurdunuz?
Bu mesleği seçerken bence birçoğumuz fark edilmek istiyoruz. Belli bir bilince eriştikçe anladım ki aslında ben çok eksik yanımı oyunculukla tamamlamışım. Sınava hazırladığım öğrencilerimde de bunu çoğunlukla görüyorum. Mesela ben annemle büyüdüm, babamla da görüştüm ama düzenli bir aile hayatım olmadı. Annem gece çalıştığı için genellikle yalnız kalıyordum. Belki kendi kendime içlendiğim bir şeye ağlayamazken, bir sahneyi oynarken onu da atıyorumdur. Kendimce şöyle bir istatistiğim oldu; bir taraftan yaralı insanların oyunculukta duyguları ve güdüleri galiba bir tık daha güçlü oluyor. Bu mesleği yapmak istiyorsanız belki buradan da doğru beslenmeyi öğrenmek gerekiyor. Elbette alkış almak, beğenilmek hoşuma gidiyor tabii, inkâr edemem. Ama eskiden daha çok yetenek göstermeye çalışırken şimdi oyunculuğa daha çok insan bilimi olarak bakıyorum. Oynadığım bir trans da olsa doktor da olsa o insanları tanımak, dertleşmek, gözlem alanımdaysa gözlemlemek istiyorum.
EN ZORU YÖNETMENLİK YAPMAK
Hem oynuyorsunuz hem yazıyorsunuz, hem de yönetmenlik yapıyorsunuz zor olmuyor mu?
Eylül’de öyle. Hepsini yapmayı deniyorum demek daha doğru. Yazarlık ve yönetmenlik derslerini gördüm ancak alan olarak akademik bir eğitim almadım. Oynarken bir ekip olarak her şeyden sorumlusun ama oyuncuysan bir noktada kendi görevini yapmaya çalışmakla meşgulsün. Ancak yönetmenlik çok daha zor, herkesten sorumlusun. Tiyatroda belli bir donanıma erişmiş, belli bir dünya görüşüne sahip, entelektüel bakış açısı yakalayabilen hocalarımız oyunu yönetirdi. Bu oyunda yönetmenlik biraz mecburiyetten oldu. Biz kendimiz bir şey yapmak zorundaydık, başkasına yönettirecek gücümüz yoktu. Kendim için, Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünden mezun bir oyuncuyum diyebilirim. Evet, ilk oyunum çok sevildi ama daha çok başındayım gerçekten.
ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNİ OKUYORUM
Beğenilen şairlere, yazarlara baktığımızda hep mutlaka bir meseleleri ve dertleri olduğunu görürüz. Genç yaşınızda yazdığınız oyunlarınızda; Eylül’de bir trans, ikinci oyununuzda Doğulu bir işçi karakterini oynuyorsunuz. “Ötekileştirme” ile ilgili kaleminizle bir yüzleşme yaşatmak istiyor gibisiniz, yanılıyor muyum?
İkinci oyunumuz ‘Anne yoksa evde kimse yoktur’ , dört kişilik bir ekip oyunu. Bazen şununla ilişkilendirilmeye çalışılıyor; Malatyalıyım ama İstanbul’da büyüdüm; Doğu kökenliyim hatta babaannem Kürt; geçmişte yaşanan bazı olayları mı dert edindi diye düşünenler olabilir. Ancak benim her konuya karşı bir hassasiyetim var, ötekileştirilen her insanın yanındayım. Ama açık yüreklilikle söylemek istiyorum, yazarken ‘seyirci neyi sever, bunu izler mi ve bu bizim hikâyemiz mi’ konusunu çok önemsiyorum. Bizden olanı anlatan çok iyi yazarlar var, ben de onları örnek alıp o yolda hikâyeler yazmak istiyorum. Bazen beslendiğim şey bir üçüncü sayfa haberi bile olabiliyor.
OYUNU YAZARKEN TRANSLARLA GÖRÜŞTÜM
İlk kez bir transı, üniversiteden mezun olurken oynamışsınız sanırım?
Evet, son senemde bitirme projemde yeni bir şey yapmak istedim. İyi bir mezuniyet oyunuyla damga vurup gitme isteği vardır hep. Elime bir trans metni geçti, önce bir cesaret edemedim sonra çalışmaya başladım. Doksanlı yıllarda 50 yaşında pop sanatçısı olan sonrasında da fuhuşa sürüklenmiş bir divanın hikâyesiydi ve oğlunu arıyordu. Sahne, oyunculuk ve diksiyondan 100 notlarını alarak çok iyi bir dereceyle mezun oldum. Mimar Sinan’da bu dereceyi yapmak zordur. Sonrasında bazı hocalarım bu hikâye ile dışarıda da devam etmemi söylediler. Ancak metnin yazarı bana telifini vermek istemeyince, kendim bir oyun yazmaya karar verdim.
Gelelim Eylül’e o zaman. Oyunun hikâyesi tam olarak ne zaman, nasıl başladı?
Ebru Nihan Celkan’ın ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’ metnini okumasaydım ve Sumru Yavrucuk’un olağanüstü oyununu seyretmeseydim, belki Eylül’ü yazamazdım. Yanlış anlamaya meydan vermemek için yazdığım metni kendisine de ilettim ve geri bildirim yapmasını istedim. Metni çok sevdiğini söyledi, uyarılarını da verdi. Üzerinde çok çalıştım. Sonuçta bir yazar değildim. Metnimi sosyal medya üzerinden transların saatlerde canlı yayınlarını seyrederek, sohbet ederek, notlar alarak oluşturdum. Aslında bu kültüre de çok aşinaydım. Çünkü babam zamanında pavyon işletmecisiydi, annem de solistlik yapmıştı. Oyundaki karakterlerden birini de orada tanımıştım. Tabii ki oyunun içine dramatik kurgu, sürprizler de ekledim.
“EYLÜL” KULAKTAN KULAĞA SEYİRCİSİNİ BULDU
Bu kadar ilgi bekliyor muydunuz?
Sevilebilir, beğenilebilir ama sahne kirası acaba çıkar mı diye düşünürken, Eylül mezun olur olmaz hem sanatsal anlamda hem tiyatro camiasında insanların beni tanımasını ve ekonomik olarak da ayakta durmamı sağladı. Okuldayken çok korkardık tiyatrodan kendimizi geçindiremeyeceğiz diye, yok ya iyi iş hiçbir reklam vermeden, kulaktan kulağa da seyircisini bulurmuş bunu anladım. Çok hoşuma gitti; çünkü bazen aileniz sizin çok yetenekli olduğunuza inanabilir ya da kendinizin çok başarılı olduğunu düşünebilirsiniz ama yeni mezun biri olarak övgüler ve eleştiriler de aldım, yani beni görünür kıldı.
İzleyicilerden nasıl tepkiler geliyor, neden bu kadar etkileniyorlar?
Bu oyun trans birey üzerinden anlatılan bir ötekileştirme hikâyesi ama insanlar burada her türlü sebeple kendi dışlanışını da görebilir. Bunun için trans olmasına gerek yok. Benim de bir trans hikâyesi hiç böyle anlatılmamıştı diye bir iddiam yok zaten. Oyunun içinde hayattan gözlemler var. Genel olarak herkes az çok bu hikâyenin nasıl başladığını ve biteceğini biliyor aslında. Çoğumuz gördüğümüzde kafamızı çevirsek de bir yandan tanımak istiyoruz. Dışarıdan baktığımda, sanki Eylül ile birlikte evinde çay içiyorduk o da bize hayatını anlattı şeklinde samimi buldukları için seviyorlar. O ana tanıklık etme ve dertleşme hali var. Her şeyin bir nedeni olduğunu ve aslında bizim normal dediğimiz şeylerin çok da öyle olmadığını da anlıyoruz belki.
ÖDÜLLERİM ÜRETMEYE TEŞVİK ETTİ
Çok genç yaşta önemli ödüller aldınız, ayrıca bir sorumluluk da yükledi mi omuzlarınıza?
Beni üretmeye daha çok teşvik etti. Uzun yıllar, şu pandemiye kadar, tek kişilik oyun yapmamayı düşünüyordum. Ama şimdi yine tek kişilik bir oyun düşünüyorum. Öte yandan yeni oyunu yaptığımızda da, bakalım çıtayı yükseltebilecek mi gibi başlıklı bir haber okudum. Öyle bir amacım yok ki, performans açısından böyle bir karşılaştırma yapılmasını doğru bulmuyorum. Tiyatro o zaman amacından sapıyor. Eylül’de ben iki saat tek başıma oynuyorum, içinde komedi var, dram var, meddahlık yapıyorsun bir yerinde, her şey. Her iki oyunun da farklı güzel tarafları var. Ama her oyunda da illa döktürdü demek zorunda değilsindir.
YILDIZ KENTER EN BÜYÜK ŞANSIM
Yıldız Kenter’in de öğrencisi olmuşsunuz, sizin için önemini nasıl anlatırsınız?
Yıldız Hoca benim hayattaki en büyük şansım, başöğretmenim kendisi. Daha 17 yaşındaydım ve çok ürkektim o zamanlar. Konservatuvara gitmeden önce gittiğim kursta Yıldız Hoca’dan eğitim alana kadar daha önce hiç tiyatro eğitimi almadığımı anladım aslında. Bir yıl kadar bir süre geçirdim yanında ve çok şey öğrendim. Sınıfın en küçüğü olduğum için onu hep arabasına bırakırdım ve koluma girer 10 dakikalık mesafede bile hep bana bir şeyler anlatırdı.
Unutamadığınız dersleri var mı?
Yıldız Hoca bizden “gerçek bir an” egzersizi istemişti. Sahneye çıktığımda üzerimde bir montum vardı ve cebimden de bir aksesuar çıkaracaktım. Tam ortasında elimi cebime attım yok, bütün ceplerimi aradım yok. Çok asil bir insandı kendisi sesini bile yükseltmezdi, ama çok korkardım, titreyen sesimle “Hocam çok özür dilerim ben aksesuarımı aşağıda unuttum, alıp bir daha yapabilir miyim,” dedim. “Hayır,” dedi ve ben çok kötü oldum. “Bu çok iyi bir örnekti. Bu kadar iyi oynayamazsın Caniko,” dedi. Çünkü ben o anı gerçekten yaşamıştım; mahcubiyet, korku, bir sürü duygu iç içeydi. Benim hayatımın en iyi oyunculuk dersi olmuştu. Türk tiyatrosu kendisine çok şey borçlu, rahmetle anıyorum. Birebir ders almayanlar bile onun öğrencisi olmuştur mutlaka, o kadar büyük bir isimdir.
Tiyatro Ödülleri
Eylül / Afife Tiyatro Ödülleri 2019
“Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı”
Eylül / Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri 2019
“Üstün Akmen Genç Oyuncu Ödülü”
Eylül / Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri 2019
“Yılın Umut Veren Erkek Oyuncusu”
Eylül /19. Direklerarası Seyirci Ödülleri
Tek Kişilik Prodüksiyon
Paylaş