Paylaş
Fotoğraflar: Recai Güler
Her şey oğlunun bağışıklığını artırmak için başladı. Aslı Elif Tanuğur Samancı, ülkemizde neden propolis üretilemediğinin peşine düşerek önce oğlunu iyileştirdi ardından girişimci oldu. 10 arıcı ile başladığı üretimini 7 yılda 2 bin 500 sözleşmeli arıcıya çıkardı. 13 ülkeye ihracat yapmayı başaran Aslı Elif Tanuğur Samancı şimdi de kadınları arıcı yapmak için yola çıktı. Ülkemizde 7 milyon arı kovanı olduğunu anlatan Samancı, “Tüm kovanların yarısından propolis üretimi yapsak bütün dünyaya yeteriz. Eğitim, malzeme ve alım garantisi de veriyoruz. Yeter ki kadınlar sürdürülebilir üretim yapmak için gönüllü olsunlar,” dedi.
“Yapabilirsin” belgeselinin kahramanlarından, Beeo propolis markasının kurucusu Aslı Elif Tanuğur Samancı ile Yüzde Yüz Gönüllüyüz etkinliğinde bir araya geldik. Girişimcilik yolundaki başarını hikayesini ve yolculuğunu sizler için dinledik.
‘HİÇ AKLIMDA YOKTU’
Girişimciliğiniz, kimsenin üretmeye cesaret edemediği bir ürünü oğlunuz için üretmeye karar verdiğinizde başlamış aslında?
Girişimci olmak hiç aklımda yoktu. Oğlumun ayda birkaç kere 40 dereceye varan ateşi oluyordu. Antibiyotikler vücutta iç kanamaya neden olduğu için ilaç da veremiyorduk. Üstelik annem ve babam da doktor olmasına rağmen çaresiz bir duruma girmiştik. Piyasadaki tüm ürünleri hatta anneanne tariflerini bile denemiştik. Tek çare bağışıklığı artırmaktı. Her şey doktorumuzun “Neden propolis arı sütü vermiyorsunuz?” diye sormasıyla başladı. “Hepsi yurtdışından geliyor ve içinde ne olduğu bile belli değil,” cevabını verdiğimde de, “Sen ve eşin de arıcı değil misiniz, o zaman kendin üret” dedi. Oğlumun bağışıklığının zayıf olması nedeniyle yaşadığımız travmatik vaka, beni “Ülkemizde neden propolis üretilmiyor?” diye düşünmeye sevk etti.
KİME SÖYLEDİYSEM ZOR GELDİ
İlk aşamada kendiniz üretmediniz, ürettirmeyi denediniz sanırım?
Önce çalıştığım şirkete teklif ettim. Ama kime söylediysem üretim yapmak çok zor geldi. Sonunda bir arıcı madem oğlun hasta senin için üreteceğim dedi. Arıcının ürettiği propoliste taş gibi sert olduğu için, literatürden bakarak laboratuvarda kendim damla formuna getirdim. Ham bala karıştırdım ve altı ay gibi bir sürede vücuttaki sağlıklı ve canlı hücreler artarak, bağışıklığı güçlendi. Ateş de iç kanama da bitti. Mucize gibiydi. Oğlumu propolis ile iyileştirdim ve bu ürünün ciddi bir şifa olduğunu olduğunu yaşayarak gördüm.
Başarıya giden yolda hangi riskler bekliyordu sizi?
İnsanlara doğru anlatabilirse ve ulaştırılırsa, hem ülkemiz arıcılığı hem de insanlar için çok önemli bir değer yaratır diye yola çıktım. Çünkü riskler; “üreticiye malzeme vereceksin, eğitim vereceksin, alım garantisi vereceksin, ithal olarak yurt dışından gelen çok kalitesiz ama ucuz ürünlerle rekabet edeceksin” diye sıralanıyordu. O zaman dedim ki; yapacak başka kimse yoksa yıllarımı da arı ürünlerine harcayıp uzmanlaşmışsam ve şifasını da deneyimleyerek yaşamışsam bu üretimi ben yapacağım.
KENDİ KENDİNE BİLİM YAPMANIN ANLAMI YOK
Bu süreçte en çok neyi fark etmeniz size güçlü adımlar attırdı?
İki yaşımdan beri bana ne olacaksın diye sorduklarında bilim insanı olacağım derdim. Hala da bilime âşık bir insanım. Ancak bir noktadan sonra birisi elinden tutmazsa bilimin insanlara ulaşamayacağını gördüm. Kendi kendine bilim yapmanın da anlamı yok, ancak faydaya dönüştürebiliyorsan anlamlı. Bu eksikliği fark ettiğimde ve inandığım ürünü kimsenin yapmayacağını anladığımda konforlu görülen çalışma alanımı bırakıp, ciddi bir riskler alarak bir anda girişimci olmaya karar verdim.
ÖĞRENEBİLECEĞİM NE VARSA ÖĞRENDİM
Girişimcilikte en büyük engellerden biri de sermaye yetersizliği olarak görülüyor. Siz yatırım yaparken finansal engelleri nasıl aştınız?
Benim de bir mali kaynağım yoktu. Öncelikle KOSGEB’te kadın girişimciliğine özel ne kadar destek varsa hepsinden yararlandım. Bankaların avantajlı kredi ve fonlarından da kullandım. Özellikle devlet destek ve teşviklerini, finansal kaynaklara nasıl ulaşılacağını iyi araştırmak gerekiyor. Sonuçta ben İstanbul Teknik üniversitesinden bir gıda mühendisi olarak mezun oldum ve girişimcilik eğitimi almamıştım. On yedi yıl özel sektörde hep Arge ve kalite alanlarında çalıştım. İşin finansal boyutunu, bir işletmenin nasıl kurulacağını, büyütüleceğini girişimci olduktan sonra öğrendim. Eksik yönlerimi fark ederek işletme yüksek lisansı yaptım. Çeşitli derneklerin, sanayi odalarının girişimcilikten pazarlamaya kadar tüm eğitimlerini aldım. Öğrenebileceğim ne varsa öğrendim.
HİÇBİR ŞEY BİR GÜNDE OLMUYOR
Yol haritanızı nasıl çıkardınız? Girişimcilerden tavsiyeler aldınız mı?
Şirketi kurduğumda ilk Teknokent’e gittim. Başaran insanlarla konuştum, nasıl yaptıklarını inceledim, fikirler aldım ve yol gözükmeye başladı. Çok çalışmanız gerektiği bir gerçek. Sonuçta bizim kurduğumuz iş modelinde de arıcı ile sözleşme yaptığınız için, o ürünler mutlaka alınacak. Alındığı gibi tüketilmediği için özütlenmesi gerekiyor bunun için de laboratuvar kurmanız lazım. İhracat yapacaksanız sürekli fuarlara katılmalısınız, ürünleri, marka değerini anlatmalısınız. Hiçbir şey bir günde ve şans eseri olmuyor. Dünya markası olma yolculuğu böyle bir şey.
10 ARICIDAN 2 BİN 500 ARICIYA
Başladığınız noktadan ele alırsak sürdürülebilirlik size ne kazandırdı?
Şirketi kuralı yaklaşık 7 yıl oldu, 110 kişilik bir ekibe ulaştık. İlk başladığımızda 10 arıcı ile sözleşme yapmıştık. Yapabilirsin belgeseli 3 yıl önce çekildiğinde 150 kadar sözleşmeli üreticimiz varken, şu anda 2 bin 500 sözleşmeli üreticimiz, 350 bin arı kovanımız var. İlk satış noktamız online platformdu, şu anda bazı marketlerde, eczanelerde olmak üzere tüm Türkiye›de varız. 13 ülkeye ihracat yapıyoruz. Amerika’da çok ciddi bir zincirde yer alan 3 bin 500 eczaneye girdik. Türkiye’de üretilmiş yerli başka ürün örneği yok. Marka bilinirliği anlamında hala gidecek çok yolumuz var.
BİREBİR ANNELERE ANLATTIM
Saydığınız riskleri aşmaya çalışırken, tüketiciye ulaşmak kolay oldu mu?
Büyük üretici firmalar hep Çin’den gelecek olan ürünün kalitesiz olduğunu tüketiciye nasıl anlatacağını ya da aradaki fiyat farkını nasıl açıklayacağını ileri sürüyordu. Ben de önce ürünün yüzde yüz doğallığını satış noktasına anlatmayı denedim. Baktım ki gerçekten anlatamıyorum, o zaman niye bu ürünü anlatmanın peşindeyim diye kendime sordum. Bir anneydim ve faydasını biliyordum. O zaman özellikle hedef kitlem olan kadınlar ve annelere anlatmaya karar verdim. Bütçem kısıtlı olduğu için de dijital platformları tercih ettim, sorularını tek tek yanıtladım, etkinliklere giderek birebir anlattım. Faydasını görenler gönüllü elçilerim oldular ve onlar da etraflarına tavsiye etmeye, anlatmaya başladılar.
BOZULMUŞ HÜCRELERİ ATIYOR
Aslında propolisi yeniden keşfetmediniz, doğada var olan bir ürünü ortaya çıkarma gücünü gösterdiniz. Özelliklerini bir de sizden dinlesek?
Bilimsel yayınlara baktığınızda; bağışıklık arttırıcı ve anti kanserojen etkileri çok önemli. Astım, alerjik astım gibi hastalıklarda, cilt üzerinde sedef ve egzamaya karşı vücudu rahatlatan, enflamasyonu azaltan etkileri var. Vücudun metabolik ve hormonal dengesini sağlama özellikleri bulunuyor. Aslında yaptığı şey vücuttaki bozulmuş hücreleri atıkları uzaklaştırmak olduğu için vücut daha sağlıklı ve zinde hale geliyor. İlaç gibi değil 3-6 ay arasında düzenli ve dozunda kullanmak gerekiyor.
Dolayısıyla birçok hastalığın temelinde yatan bağışıklık sorunu ortadan kalktığında hastalıklar ya geriliyor ya da iyileşiyor.
ARI OLMAZSA DOĞA DA OLMAZ
Aslında bir tarım ülkesi olduğumuzu düşündüğümüzde çok değerli bir ürünü üretme potansiyeline sahibiz. Bu da çok önemli değil mi?
Evet esasında en önemlisi o ve hiç kimse farkında değil. Arılar yok olursa insanlar yok olacak çünkü. Market raflarında gördüğümüz gıdaların yüzde 60’ı şu anda arılar sayesinde var. Arılar olmazsa meyve, sebze, tahıl, bakliyat bunların hiçbiri olmayacak. Bitki varlığı insan için çok önemli. Doğadaki bitkilerin yüzde sekseni arılar sayesinde toz taşıyor, arılar varsa verim 10 kartı artıyor. Arının yaptığı üretim faaliyeti doğa ve insanlık için çok değerli. Biz değeri bilinsin diye sözleşmeli arıcılık modelini geliştirdik. Karı direk arıcı alsın, çok üretsin, kendini geliştirsin bir de ben bu ürünü nereye satacağım endişesinden çıksın istedik. Nasıl daha kaliteli ve verimli bal üretilir ona yoğunlaşsın. Bizim derdimiz aracılığı ülkemizde geliştirmek. Bu yüzden bu iş modelini kovandan sofraya şeklinde kurduk.
TÜM DÜNYAYA YETEBİLİRİZ
Ülkemizde ne kadar arı kovanı var?
Ülkemizde 7 milyon arı kovanı var ancak şu anda biz 350 bin kovanda üretim yapıyoruz. 7 milyon kovanın yarısından üretim yapsak bütün dünyaya yetecek propolis üretiriz. Böyle bir potansiyel var çünkü. Bütün Avrupa›daki endemik bitki türlerinin üçte biri sadece Anadolu topraklarında var, inanılmaz bir zenginlik. Bitkilerden çıkan şifalar ise bilinmiyor. Üstelik arı bunu sizin için bedavaya yapıyor.
Propolis ve arı sütü üretimi halen istediğimiz seviyede değil. Gezgin arıcılık yapan arıcılar çok fazla arı sütü üretimini bilmiyorlar. Oturup kovanın başında kovanı yönetmek lazım. Aynen bir halı dokumak gibi düşünün, ince bir işçilik gerektiriyor.
KADINLARI EKONOMİYE KAZANDIRACAĞIM
Sizin bundan sonraki hedefiniz nedir?
Propolis üretimini artırmak için aynı zamanda kadınları ekonomiye kazandırmak hedefini de koyduk. Şimdi kadınları arıcı yapmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Bunun için kırsalda gönüllü olan kadınlara ciddi eğitim çalışmaları başlattık. Malzemelerini de temin ediyoruz, ürün alma garantisi de veriyoruz. İsteyen her kadın küçük bir arıcılık işletmesine sahip olabilir. Zorluklar da yaşıyoruz. Eğitim verdiğimiz bir ilimizde üretim aşamasına başlayacağımız sırada ya babalar ya eşler izin vermediği için vaz geçmek zorunda kalıyorlar. Bu noktada örgütlü kadın kooperatifleriyle hareket etmek gerekiyor. Sürdürülebilir üretim yapabilecek arı gibi kadınlar arıyoruz. Bundan sonra benim yapmam gereken çalışmak isteyen, bu işe gönül vermiş kadınlara yardım etmek. Girişimci kadınlara sesleniyorum; korkmayın, endişelenmeyin, üzülmeyin! Yapabileceğinize inanıyorsanız, vazgeçmeden ilerliyorsanız başarı da destek de arkasından gelecektir zaten.
Paylaş