Yalanlar hakkındaki çıplak gerçekler

Doğruyu yalandan ayırmayı kim istemez. Hele işin içine suçun aydınlatılması ya da ülke güvenliği girdiğinde akan sular durur.

Her ne kadar Sigmund Freud ‘Hiçbir ölümlü sır tutamaz, dudaklar sussa bile vücudun her noktası gerçeği anlatır’ demişse de, artık yalan, teknoloji yardımıyla delillendirilmeye çalışılıyor. Bu arada kimilerinin rızası alınıyor, kimilerinin ise kendisine yapılandan haberi bile yok. Henüz hiçbir yöntem, her yalanı yakalayamıyor. Ve ne yazık ki, en ileri teknoloji bile, hálá bazı doğrucuların yalan söylediği sonucuna varıyor. Keşke, çocukluğumuzda bize öğretildiği gibi, yalan söyleyenin Pinokyo gibi burnu uzasaydı.

TUVALETE YAPIŞAN ADAM

57 yaşındaki kalp hastası Bob Dougherty, 3 Kasım 2005’te, Amerika’nın en büyük mağaza zincirlerinden Home Depot’da alışveriş yaparken tuvalete gitmek zorunda kaldı. Kapağı kaldırdı ve oturdu, sonra kalkmak istedi, kalkamadı, kapağa yapışmıştı. Bağırdı. Onu duydukları halde, ambülans çağırmak için 15 dakika beklediler. Kapının kilidini kırarak tuvalete girenler, yapıştığı yerden kurtaramadıkları ve bayılmış haldeki Bob’u, kapakla birlikte hastaneye götürdüler. Anlaşılan şakacının biri, tuvalet kapağına tutkal sürmüştü. Cildi bir hayli zedelenen Bob, kendisini o halde 15 dakika beklettikleri ve kalkamadığından kalp krizi geçirdiğini zannettiği için, kırtasiyeci aleyhine 3 milyon dolarlık tazminat davası açtı.

Bob Dougherty’nin başka bir kentte aynı şekilde şikayette bulunduğu, tutkalı kendisinin sürdüğü iddiası ortaya atılınca, KDVR televizyonunun önerisi üzerine, 9 Kasım 2005 günü canlı yayında yalan makinesine bağlandı. (Amerikan televizyonlarında poligraf show’ları 1960’lardan beri var). Kendisine yöneltilen 20 soruyu da cevaplayarak testten geçti.

VALLAHİ UFO GÖRDÜK

2001 yılında Sirius Ufo Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı Haktan Akdoğan, İçişleri Bakanlığımıza başvurdu ve Ufo gördüğünü iddia eden Adıyaman’ın Tut İlçesi Jandarma Komutanlığı’nda görevli 1 uzman çavuş, 6 jandarma eri ve 3 köy korucusu ile Uşak’ın Eşme ilçesine bağlı Narlı köyünden 3 çiftçinin, yalan makinesi testinden geçmeyi kabul ettiğini söyledi. Emniyet Genel Müdürlüğü demirbaş kayıtlarında mevcut yalan makinesi cihazı bulunmadığından, talebi karşılanamadı. Gerçi, aradan geçen 5 yıl içerisinde güvenlik birimlerinin bir yalan makinesi alıp almadıklarını bilmiyorum, ancak 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde bir öğretim üyesi ile birlikte bilimsel araştırmalarda kullanmak üzere İngiltere’deki bir üretici firmayı aradığımızda, Türkiye’ye ihracat konusunda pek hevesli değillerdi.

1880’LERDE BAŞLANDI

Suçluluğun kalıtımsal olduğuna ve suçluların geniş çene ya da kalın dudak gibi dış görünüşten anlaşılabileceğine inanan İtalyan Cesare Lombroso, 1880’lerde sorgu sırasında tansiyon ölçerdi. 1920’lerde buna kalp vurum sayısı, solunum hızı ve terlemenin de ölçümü eklendi, böylelikle ilk yalan makinesi, yani poligraf (çoklu yazdırı) ortaya çıktı.

Ölçülen aslında yalan değil; korku, kaygı, heyecan ve benzerlerinin vücutta meydana getirdiği fizyolojik değişiklikler. Bu nedenle, kimse poligrafın ölçtüklerine karşı çıkmıyor. Eleştirilen, bunların nasıl yorumlandığı. Soruları soranla, sonuçları yorumlayanın çok özel eğitimlerden geçmesi gerekiyor. Farklı yorumların olması nedeniyle, ABD’nin bazı eyaletleri, İsrail ve Japonya mahkemeleri dışında, tarafların onayı olsa da, poligraf sonuçları delil olarak kabul edilmiyor.

YALANCININ SESİ TİTRER

1970’lerin ortalarında, Amerikalı üç emekli istihbarat subayı bir araya geldiler ve yalan makinesi olarak kullanılabilecek bir ses analizörü geliştirdiler. Onlara göre stres altında ses telleri kasıldığından, konuşulduğunda duyulmayan mikrotitreşimlerin frekansı, yalan söylendiğinde yükseliyordu.

Test uygulanacak kişiye, poligraftaki gibi tansiyon aleti ve elektrodlar bağlanmıyor, sadece bilgisayara takılı bir mikrofona doğru konuşması isteniyor. Ayrıca bu ölçümlerde, kişinin yaşı, sağlık durumu, alkol ya da bir ilaç almış olması önem taşımıyor. Bu nedenle, poligrafta yüzde 20 dolayında olan ‘karar verilemez’ biçimindeki sonuçlar, ses analizinde neredeyse sıfır. Üstelik kaydedilen sesi, tekrar tekrar incelemek mümkün. Halen ABD’de, 1500’e yakın şerif ve polis birimi ifade alma sırasında bu analizörü kullanıyor.

19 Eylül 2005’te, Moskova Domodedovo Uluslararası Havaalanı’nda, 4 aylık deneme süresinden sonra GK-1 çokkatmanlı ses analiz teknolojisi devreye girdi. Bir İsrail şirketi tarafından geliştirilen GK-1 (Gate-keeper, kapı koruyucu) sistemi, seçilen yolculara dört soru soruyor, ruhsal ve duygusal değişikliklerin yol açtığı ses özelliklerini ölçüyor ve onları yeşil ya da kırmızı koridorlara yönlendiriyor. GK-1 soruları yolcunun anadilinde soruyor, bir kişinin kontrol edilmesi de 1-1.5 dakika sürüyormuş. GK-1’ler, şimdi İsrail havaalanlarında da kullanılmaya başlandı.

Ses stres analizörü, banda kaydedilmiş telefon konuşmalarını dahi inceleyebildiğinden, 2000’lerin başından beri pek çok Amerikan ve İngiliz sigorta şirketi, telefonla hırsızlık ya da kaza bildirimi yapan müşterilerinin seslerini analiz ediyor ve söylenenin doğruluğunu ölçüyorlar. Bunun insan haklarına aykırı olmadığını, telefon edenlerin seslerinin kaydedildiğini bildiklerini öne sürüyorlar. Ülkemizde de, telefon ettiğimiz kimi işyerlerinde bu yönlü bir mesajla karşılaşıyoruz. Gerçi şimdilik yalan söyleyip söylemediğimizin araştırıldığını sanmıyorum. Ancak pek çok yerde ses izimizin depolandığı açık. Yasalarımız, ifade işlemlerinin kaydında, teknik imkánlardan yararlanılabilmesini öngördüğüne göre, teybe kaydedilen ifadeye ya da kaydedilen konuşmaya daha sonra ses stres analizi uygulanabilir.

EN SON MODELLER

Bakışları kaçırmanın ya da sinirli davranışların, yalan söylendiğinin bir kanıtı olamayacağı biliniyor. Yalan söyleyenlerin gözlerinin etrafının ısındığı, bunun da termal bir kamerayla saptanabileceği öne sürülüyor ve özellikle havaalanlarında kullanılmaya çalışılıyor. Her 100 yalandan sadece 80’ini yakalayabilen termal kameraların haber verilmeksizin kullanılabilir olması, insan hakları savunucularını çileden çıkartmaya yetiyor.

Philadelphia Üniversitesi’nde geliştirilen ‘fMRI’ ya da ‘Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme’ yönteminde ise, beynin gerçek zamanlı görüntüsünün alındığı ve yalan söyleyenlerle doğruyu anlatanların beyinlerindeki faaliyet bölgelerinin farklı olduğu ileri sürülüyor.

Piyasada bulunan gereçlerden bir diğeri, şüphelilerin beyin elektrosunda meydana gelen değişiklikleri ölçüyor. Prensibi, sadece polisin ya da olay yerinde bulunanın bilebileceği ayrıntıları bilgisayar ekranında gören kişinin, beynin belirli bir bölgesinde 300 milisaniye sonra P300 adı verilen bir elektrik deşarjının oluşmasına dayanıyor. Örneğin, cinayet silahı bir Browning ise, Luger, Browning ve Uzi sözcüklerini ekranda arka arkaya gören failin beyni, Browning’i gördüğünde P300 piki oluşturuyor.

Teksas Üniversitesi’nde geliştirilen elektrogastrogram ile strese karşı aşırı duyarlı olan karın ve barsakları izleyerek, doğruyu söyleyenlerin yalancılardan ayrılabileceği ümit ediliyor.

Kısacası yalan hálá bilimsel olarak kanıtlanamıyor.

GÜVENİLİRLİĞİ TARTIŞILIR AMA KULLANIMI SÜREKLİ YAYGINLAŞIYOR

Araştırmalara göre, her 100 poligraf testinde en az 19 kişi doğru söylediği halde yalan sanılıyor ve yine her 100 kişiden 10 kadarı yalan söylediği halde doğru zannediliyor. Bununla birlikte poligraf testi Çin’den Kolombiya’ya, 60’a yakın ülkede ifade almada başvurulan bir yöntem. Bazılarında sadece tutuklananlara değil, ülke güvenliği ile ilgili olanlar başta gelmek üzere, bir işyerinde çalışanlara ya da işe başvuranlara da uygulanıyor.

Poligraf kullanımında sadece bu yılki gelişmeler bile saymakla bitmez:

 Uzun yıllar poligraf kullanımını insan hakkı ihlali olarak gören Rusya, bu yıl orduya gönüllü alırken, adayları poligraf testinden geçirdi.

 Tayvan, Çin lehine casusluk yapan bir elemanı yakaladıktan sonra, tıpkı FBI ve CIA’nın yıllardır yaptığı gibi, istihbarat personelinin tamamına poligraf testi uygulamaya başladı.

 Meksika, 765 polis memuruna poligraf testi uyguladı ve 305’ini işten çıkarttı.

 Singapur Futbol Federasyonu, tüm oyuncularla hakemleri yalan makinesine bağlayarak şike ile mücadele etmeye çalıştı.

 Malta’da kurulan bir şirket, tüm AB ülkelerine poligraf hizmeti vermeye başladı.

 İngiltere, yılbaşından bu yana pedofillere 10 pilot bölgede bu testi uyguluyor ve örneğin son bir ay içinde okul çevrelerinde dolaşıp dolaşmadıklarını soruyor. Yakında bunu tüm ülkeye yaymayı ve başka suç tiplerini de kapsamayı hedefliyor. Pedofillerle ilgili bu uygulama, 36 Amerikan eyaleti ve Kanada’da zaten uzunca bir süredir yürürlükte.

Sadece Tanrı’ya inanır kalanını poligraflarız

Poligrafı neredeyse 100 yıldır kullanan Amerikalıların yalan makinesine güvensizlikleri giderek artıyor ve ‘Sadece Tanrı’ya inanır, kalanını poligraflarız’ anlayışını eleştiriyorlar. İlk görev yeri Ankara olan CIA elemanı Aldich Ames, Sovyet casusu olduğu halde beş kez poligraf testinden geçebilmiş, buna karşılık Çin lehine casusluk yapmakla suçlanan nükleer fizikçi Tayvan asıllı Wen Ho Lee, 2 kez FBI, bir kez de Enerji Bakanlığı tarafından bağlandığı yalan makinesinin çelişkili sonuçları yüzünden, 9 ay hücre hapsinde tutulduktan sonra serbest bırakılmıştı.

2003’te Amerikan Bilim Akademisi, üzerinde çalışıldığı takdirde, poligrafın yanıltılabileceğini bildirdi. Buna, bir de Amerikan Enerji Bakanlığı’nın Sandia araştırma laboratuvarında çalışan nükleer bilimcilerin isyanı eklendi. Yıllardır binlerce bakanlık çalışanına uygulanan poligraf testlerinin hatalı olduğu, casusluk yapanları bulamadığı, buna karşılık, masumların mağduriyetlerine yol açtığını öne sürerek yalan testinden geçmeyi reddettiler. Bu durumu bir basın toplantısı yaparak kamuoyuna açıklayan laboratuvar sorumlusu Dr. Alan Zelicoff, karşılaştığı baskılar nedeniyle geçen haziranda istifa etmek zorunda kaldı. Enerji Bakanlığı kamuoyunun baskısı üzerine düzenli biçimde poligraf uyguladığı personel sayısını 20 binden 4 bin 500’e düşürdü.

Biraz gerçeklik serumu iyi gelir

1920’lerde, çok düşük dozda sodyum pentotal ya da skopolaminin‘gerçeklik serumu’ olarak kullanılabileceği sanıldıysa da, pek işe yaramadığı çabuk anlaşıldı. İlacı alanlar konuşuyordu ama, yalan söylemeyi de sürdürüyordu.

Sodyum pentotal, halen Amerika’nın bazı eyaletlerinde idam cezasının infazında kullanılan üç ilaçtan ilkidir. (Diğerleri pancurium bromür ve potasyum klorürdür).

1942’de, CIA’nın stratejik hizmetler bürosu, esrardan elde edilen bir sıvıyla ıslatılan yiyecek ve tütünü denemeye başladı.

1947’de, Amerikan donanmasında Chatter Projesi’ni yürütenler Peyote kaktüsünde (Lophophora Williamsii) bulunan meskaline umut bağladılar. Naziler, çok yüksek meskalin dozlarıyla bile, kişilere reddettikleri bir görüşü kabul ettirememişti. Bu nedenle Amerikalılar meskalin verilen kişilerin doğruyu söyleyeceğine inandılar, ancak başarılı olamadılar. Aynı tarihlerde CIA iki sorgu yöntemi üzerinde çalışmaktaydı. Bunlardan ilki, narko-hipnoz diğeri, birbirine ters etkili iki farklı maddeyi dönüşümlü olarak damar yoluyla vermekti. Bunlardan ilki barbitürattı, diğeri uyarıcı etkisi olan bir amfetamin. Böylelikle, kişi uyumaya başlarken birdenbire uyarılmakta, tam uyanmadan yeniden uyutulmaktaydı. CIA belgelerine ‘alacakaranlık kuşağı’ olarak geçen bu uygulama, her zaman tatminkar sonuçlar vermedi. 1950’lerin başından 60’lara kadar, bu amaçla LSD (kod adı EA-1729) kullanılmaya başlandı. Ancak kısa zamanda, ‘gerçeklik serumu’ olarak her zaman işe yaramadığı ortaya çıktı.

Uzunca bir süre sadece James Bond’un Octopussy gibi sinema filmlerinde ve Harry Potter’in dünyasında yer alan ‘gerçeklik serumu’, 11 Eylül’den sonra yeniden gündeme geldi. CIA ve FBI eski başkanı William Webster, 2002 yılında verdiği beyanatlarda, ABD dışındaki ülkelerde tutulan El-Kaide ve Taliban bağlantılı mahkumlara ‘gerçeklik serumu’ verilmesinin gerektiğinden söz edince, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de dahil olmak üzere ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Birleşmiş Milletler, ‘gerçeklik serumu‘ vermeyi işkence kabul ediyor. Bizim yasalarımıza göre, ilaç vermek, ifade almada yasak yöntemlerden biri.
Yazarın Tüm Yazıları