Uyanık mezarcı işbilir televizyoncu ve Mozart’ın kafatası
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
5 Kasım 2005 gecesi, yüzlerce mumun ışığında Viyana’nın ünlü Stephansdom’unda, Mozart’ın ölüm döşeğindeyken ancak bir bölümünü besteleyebildiği Requiem’i dinliyorum.
Mozart 1782’de bu katedralde evlendi, orkestra şefi olarak burada onlarca eserini yönetti, cenazesi 5 Aralık 1791’de bu katedralden kalktığında 35 yaşındaydı. Sol kulağının oğluna da aktardığı yassılığı dışında, görünürde kusursuz Wolfgang Amadeus Mozart, 1791 Kasım’ında birdenbire hastalandı, ateşi çıktı, başı ağrıdı, durmadan terledi, bağırsakları bozuldu, simsiyah kustu, önce eli ayağı, daha sonra bütün vücudu yatakta sağa sola bile dönemeyecek kadar şişti, iki haftada bilincini yitirdi ve öldü. Eldeki tıbbi belgelerin yetersizliği, görgü tanıklarının tutarsız anlatımları ve en önemlisi belediye doktoru Eduard Guldener von Lobes’in, Mozart’ı tedavi eden iki meslektaşının romatizmal ateş tanısına uyup, otopsiye gerek görmeden defin izni vermesi yüzünden, aradan geçen iki yüzyılık sürede, ünlü bestecinin kesin ölüm nedenini açıklayabilecek cinayetten kazaya, tifodan tüberküloza, hatta iyi pişmemiş domuz pirzolasından bulaşan trikinoz enfeksiyonuna kadar 150 kadar senaryo üretildi. Doğumunun 250. yılının kutlanacağı 2006 yaklaşırken, Mozart’ın ölümünün ardındaki sır perdesini aralayabilecek ve ölüm senaryolarının büyük bölümünü dışlayabilecek yeni çalışmalar başladı. İlginç olan bu çalışmaları başlatanın bilim dünyası değil de, Avusturya’nın ORF televizyonunda çalışan Burgl Czeltschner adlı bir yapımcının olması.
KISKANÇ KOCA MI?
Mozart, çapkın bir erkekti. Piyano dersleri verdiği, mason locasından biraderi Franz Hofdemel’in 23 yaşındaki karısı Magdalena ile aralarında bir aşk ilişkisi bulunduğu dedikoduları alıp yürümüştü. Bunu, bir de Ludwig van Beethoven’in diline dolaması bardağı taşıran son damla oldu. Mozart’ın cenazesinin ertesi günü, Hofdemel’lerin evine giden bir dostları, Magdalena’yı bir kan gölü içinde buldu. Yüzünde, kolları ve boynunda bıçak yaraları vardı. Kocası Franz yan odadaydı ve bir ustura ile boğazını kesmişti. 5 aylık hamile Magdalena ölmedi. Doğurduğu erkek çocuğa hem kocasının hem de Mozart’ın adını takınca, çocuğun Mozart’tan olduğu dedikoduları yayıldı. Böylelikle, kıskanç kocanın önce aşığı zehirlediği, sonra karısını öldürmeye kalktığı, ardından intihar ettiği senaryosu ortaya çıktı.
BAŞMÜZİSYEN SALIERI Mİ?
Mozart’ın ölümünden birkaç gün sonra Constanze, İmparator II. Josef’in başmüzisyeni Antonio Salieri’nin, yeteneğini kıskandığı için, kocasını zehirlediğini iddia etti. Rus yazar Aleksander Puşkin aynı görüşü, ‘Mozart ve Salieri’ adlı kısa oyununda, Rimsky Korsakov da tek perdelik operasında yineledi. Peter Schaffer’in Amadeus adlı sahne oyunu ya da gördüğünüzü tahmin ettiğim Milos Forman’ın 8 Oscar ödüllü sinema filmi de Salieri’nin onu zehirlediği üzerine kurulu.
Aslına bakarsanız, terk ettiği sevgilileri de dahil olmak üzere Mozart’ı zehirlemeye kalkacak çok sayıda kişi vardı. Ancak 45 opera besteleyecek kadar becerisi olan, ayrıca Beethoven, Schubert, Czerny hatta Mozart’ın oğluna bile hocalık yapmış Salieri, bence katil adaylarının en sonuncusu. Kuzey İtalya’nın Legnano kenti sakinleri de benimle aynı görüşte ki, Salieri her ne kadar ömrünün son yıllarında akli dengesini kaybetmiş ve Mozart’ı öldürdüğünü söylemeye başlamışsa da, onlar buna kesinlikle inanmıyor, itibarını iade edebilmek umuduyla doğduğu bu kentte durmadan konserler ve festivaller düzenliyorlar.
Mozart’ın kendisi için bir tek keman konçertosu ya da kuartet yazmamış olduğundan yakınan eniştesi Franz de Paola Hofer ve ‘Figaro’nun Düğünü’ adlı tiyatro eserini kendisinden alıp ücret ödemediği ve operanın duyurularında adından bile bahsetmediği için kızan Fransız Pierre Beaumarchais, katil adaylarından sadece ikisi.
MASONLAR MI?
Komplo teorilerini sevenlerdenseniz, katilin kıskanç koca, eseri çalınan meslektaş ya da terk edilen sevgili olması sizi tatmin etmeyecektir. O zaman, ‘Sihirli Flüt’ operasıyla sırlarını açıkladığından, 1784’ten ölümüne kadar üyesi bulunduğu ve onlar için pek çok kantat bestelediği ‘Zur Wohlt?tigkeit’ locasından biraderleri Emmanuel Schikaneder ya da Prof. Dr. Karl Ludwig Gieseke tarafından öldürülmüş olması, size daha uygun gelebilir. Gerçekten de Sihirli Flüt, birçok masonik ritüeli açıklamıştır.
Hatta İlluminati gizli örgütünün bir üyesi olduğu iddia edilen, Mozart’ın zaman zaman borç para aldığı Michael Puchberg’in, aralarındaki dünya görüşü farklılığı nedeniyle, onu zehirlediğine bile inanmak isteyebilirsiniz.
I. Dünya Savaşı Alman generallerinden Erich Luddendorf ve karısı nöropsikiyatr Mathilde ise, işi biraz daha abarttılar ve onu masonlar, Yahudiler ve Katoliklerin işbirliği yaparak hep birlikte zehirlediğini ileri sürdüler.
CİVA ZEHİRLENMESİ Mİ?
Mozart’ın tıpkı Baudelaire, Schubert, Schumann, Dostoyevski, Paganini gibi frengisi vardı. Kristof Kolomb’un ilk Amerika seferinden geri dönenlerle Avrupa’ya gelen bu hastalık, şimdilerde termometrelerden, tansiyon aletlerinden, diş dolgularından bile çıkartılmaya çalışılan civa ile tedavi ediliyordu ve Mozart da civalı bir preparat kullanmaktaydı. Kimilerine göre, aldığı ilacın dozunu şaşırdığı için kendini zehirledi.
Mozart’ın ölümüne ister kasten, isterse kaza sonucu civa zehirlenmesinin neden olduğunu varsayalım. Bu zehirlenmenin temel bulguları olan bellek kaybı, aşırı tükürük salgısı, unutkanlık, titreme gibi bazı belirtilerine Mozart’ta rastlanmadı. Neredeyse son nefesine kadar aklı başındaydı, elleri hiç titremeden Requiem’in notalarını yazmakta ve yakınları ile birlikte bazı bölümlerini söylemekteydi. Yine de bazı bulguların olmaması, civa ile zehirlenmediğini göstermez.
TOFANA SUYU MU?
Mozart’ın, ölümünden birkaç hafta önce, eşine ‘Bana birileri tofana suyu verdi ve ölümümün tam ne zaman olacağını hesapladı’ dediği biliniyor. Tofana suyu, İtalyan asıllı Teofania di Adamo adlı bir kadının hazırladığı, genellikle kocalarını öldürmeye kalkan kadınlara sattığı, içinde arsenik ve büyük bir olasılıkla atropa belladonna (güzel avrat otu) bulunan, tatsız, kokusuz sıvıya verilen addı. Yeri gelmişken belirtelim, bayan Teofania 1633’te 600 kişinin ölümüne neden olmaktan Napoli’de tutuklanmış, işkence edilmiş, boğularak öldürülmüş ise de, kızı Giulia, aynı işe devam etmiş, üzerinde Noel Baba’nın resmi bulunan küçük şişeleri, düşmanlarından kurtulmaya çalışanlara satmayı sürdürmüştür. Tabii daha sonra, sıvıyı imal eden çok oldu.
Mozart’ın, işte bu sudan söz etmesi nedeniyle arsenikle zehirlendiğini kabul edelim. Bu takdirde bulantı, kusma ve ishalinin yanı sıra, solunum şikayetleri, morarma, ciltte kızarıklıklar ve döküntü, yutma zorluğu, boğazda yanma gibi bulguları da olacaktı. Halbuki, ölümüne tanık olanların hiçbiri bu bulgulardan bahsetmedi. Tabii bu bulguların olmaması da, ölümüne arseniğin yol açmadığını göstermez.
KAFATASI VE KEMİK MERAKI
Kafatası ve kemik denince, aklınıza hemen, Bush ve Kerry’nin de üyeleri arasında bulunduğu Yale Üniversitesi’nin ‘Skulls and Bones’ derneği gelmesin sakın. Adli Bilimciler öncelikle kafatası ve kemiklerin kime ait olduğu ile ilgileniyorlar. Bunlar kimi zaman Ruanda, Kosova, Vietnam, tsunami, Dünya Ticaret Merkezi gibi acı olaylarda ele geçiyor, ama kimi zaman yüzyıllar süren tatlı çekişmelere son noktayı koymak üzere inceleniyor. Kemiklerde DNA analiz teknikleri geliştikçe, geçmişin üzerindeki sır perdesini kaldıracak çalışmaların sayısı da çok arttı.
Örneğin Polonyalılar, bu ay Varşova’nın 300 kilometre kadar kuzeyindeki bir kilisenin altından çıkardıkları kafatasına bilgisayar destekli yeniden yüzlendirme yaptılar ve 1543’te ölen Kopernik’in kafatası olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu bildirdiler. Şimdi, Polonya’nın dört bir yanında mtDNA yapmak üzere akrabası kadınların mezarları aranıyor.
Yine bu kasım ayında, Almanya Münster Üniversitesi’nden, birlikte yayınlarımız olan Prof. Brinkmann, Beethoven’e ait olduğu iddia edilen kafatası kemiğinde mtDNA analizi gerçekleştirdi ve Amerikan Beethoven Araştırma Merkezi’nin elinde bulunan besteciye ait saçlarla aynı özellikte olduğunu bildirdi.
İspanyollar, iki yıl süren ısrarları sonunda, nihayet şubatta Dominik Cumhuriyeti hükümetinden gerekli izni koparttılar ve Karayiplerin Hispaniola adasındaki Kristof Kolomb’a ait olduğu iddia edilen kemikleri incelemeye başladılar. Henüz DNA analizi için örnek alma izinleri yok, eğer o da olursa, İspanya’da bulunan Kolomb’un akrabalarının DNA’sı ve Kolomb’a ait olduğu iddia edilen kemiklerle karşılaştırılacak. Böylelikle, yüzyıllardır süren, gerçek Kolomb’un Sevilla Katedrali’nde mi yoksa Hispaniola’da mı olduğu sorusu nihayet cevaplanabilecek.
Bu kafatası ve kemik merakından İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü de payını aldı elbette. Biz de, BBC’ye program yapan Atlantic yapım şirketinin talebi üzerine, Kültür Bakanlığı’mız izniyle, Antalya Müzesi’ndeki Noel Baba’ya ait olduğu kabul edilen kemikleri inceledik. Çekilen dokümanter, BBC’de gösterildi, yapımcı şirket bu yıl sonlanmadan Türkiye’de de yayınlatabileceğini umuyor. Biraz bekleyelim, eğer gösterilmezse, size bulgularımızı anlatırım.
200 YIL SONRA MOZART’IN ZEHİRLENDİĞİ ANLAŞILABİLİR Mİ?
Günümüzde, sadece ağızdan değil, solunum yoluyla bile vücuda giren arsenik, kadmiyum, kobalt, antimon, selenyum, vanadyum, çinko ve civa gibi pek çok elementin saçta, kemikte, tırnaktaki düzeyi indüktif kenetli plazma kütle spektrometrisi ya da optik emisyon spektrometrisi gibi ileri teknolojiler kullanılarak ölçülebiliyor. Üstelik bu ölçümleri, milattan önce 4. binyıldan kalan arkeolojik kemik kalıntılarında gerçekleştirenler bile var. Hal böyle olunca, Mozart’ın kemik ve saçlarında yapılacak incelemelerin, civa ya da arsenik zehirlenmesi konusunu aydınlatacak tek yol olduğu açık. Önemli olan, Mozart’a ait kemik ve saç bulmakta.
Mozart, kentin asil sınıfından olmayan her Viyanalı gibi St. Marxer Mezarlığı’nda 3. sınıf bir törenle 5 kişilik bir mezara gömüldü. Mezartaşı yapılmadı.
KAFATASINDAKİ TEL
İddiaya göre, mezarcı Joseph Rothmeyer, kentteki mezar yeri yetersizliği nedeniyle, yeni cenazelere yer açmak amacıyla, her on yılda bir mezarlığın elden geçirildiğini bildiğinden, günü geldiğinde kolayca teşhis edebilmek amacıyla, Mozart’ın başının etrafına bir tel sardı. Nitekim 10 yıl sonra St. Marxer Mezarlığı’ndaki tüm kabirler açılarak kemikler boşaltıldı. Mezarcı da Mozart’ın kafatasını eliyle koymuş gibi buldu, alıp götürdü.
Bir mezarcıdan diğerine aktarılan bu kafatası, 1868’de iki ünlü anatomi uzmanının eline geçti. Alt çene kemiği yoktu, üst çenede 7 diş bulunuyordu. Bunu izleyen uzun yıllar boyunca kafatası ile ilgili bir şey duyulmadı. Ta ki 1902’de Uluslararası Mozarteum Vakfı, kafatasının ve üzerindeki birkaç saç telinin kendilerinde olduğunu bildirinceye kadar.
20. yüzyıl boyunca anatomistler, dişhekimleri, adli tıp uzmanları, antropologlar, alt çenesi olmayan, ilk rapordan farklı olarak 11 dişi olan, üstelik bir de kırığı bulunan bu kafatası hakkında onlarca bilirkişi raporu hazırladılar. Hatta 90’larda bilgisayar yardımıyla yüzü yeniden yapılandırıldı ve Mozart portreleri ile karşılaştırıldı. Ancak kafatasının Mozart’a ait olup olmadığı bir türlü anlaşılamadı.
DNA ANALİZİ
Kimsenin aklına gelmeyen basit bir çözüm, ORF televizyonunda çalışan bir yapımcının aklına geldi. Neden kafatasına DNA analizi yapılmıyordu?
Mozart’ın bir oğlu olmuştu, ama onun çocuğu yoktu. Bu nedenle, ana tarafından akrabalarının kemikleri arandı. Bildiğiniz gibi, hücrelerin mitokondrilerindeki DNA, kısaca mtDNA, çekirdek DNA’sından farklıdır. Çekirdek DNA’sı, içerdiği kalıtım bilgisinin yarısını anneden, diğer yarısını babadan alırken, mtDNA’nın bilgisi sadece anneden alınır. Bu nedenle erkekler, ana tarafından akraba olanların mtDNA’sını taşırlar. Kendileri ise, çocuklarına bu özelliği aktaramazlar.
ORF televizyonu, Mozarteum Vakfı’nı kafatasını inceletmeye ikna etti. Önce Salzburg’daki aile mezarlığı açılacak, ana tarafından akrabaların mtDNA analizlerinde başarılı olunduğu takdirde kafatası incelenecekti.
27 Kasım 2004’te Prof. Dr. Christian Reiter ile arkeolog Dr. Wilfried Kovacsovic, Salzburg’taki mezarları açtılar, beklenenden daha fazla iskeletle karşılaştılar ve Mozart’ın anneannesi ile kızkardeşinin kızına ait olması muhtemel kemikleri aldılar. Birkaç gün önce Reiter’den edindiğim bilgiye göre, mtDNA analizleri beklendiği gibi yürümüyor. Anlaşılan o ki, kafatasının Mozart’a ait olup olmadığını yakın bir gelecekte öğrenemeyeceğiz. Böylelikle Mozart’ın nasıl öldüğü sorusu da şimdilik yanıtsız kalacak.