Şamanla hemşirenin birbirlerini tanımış olmaları imkansızdı. Hatta hemşirenin, kaktüs suyu katılmış biraları içerek yağmur duasına çıkan Meksika yerlilerinden haberi bile olmayabilirdi.
Buna rağmen, nasıl olur da, ölümü tatmak için dünyada başka hiç kimsenin aklına gelmemiş bir yolu seçmiş, kaktüs suyunu enjektöre doldurmuş ve damarına vermişti? Hemşirenin Kartal’da kolunda bir enjektör, enjektörde de "karnegin" adlı bir madde bulunmasının üzerinden 10 yıl geçti. Ben, bu sorunun cevabını 10 yıldır arıyorum.
Ölenin iç organ parçaları ve vücut sıvılarında toksikolojik analiz yapmakla yükümlü olanlar, 500 yıl önce yaşamış ilk ustaları Philip Theophrastus Bombastus von Hohenheim, namı diğer Paracelsus’un "Her şey zehirdir, mühim olan dozdur" sözünü akıllarından hiç çıkartmazlar. Hele otopside ölüm nedenini kesin olarak açıklayabilecek bir bulgu yoksa, dünyanın her yerindeki uzmanlar, bu arada ülkemizde otopsi materyalinde adli toksikolojik analiz yapmakla yükümlü olan ve 1992 öncesi, üniversitedeki görevime paralel olarak yönetme gururunu taşıdığım Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimyasal Tahliller İhtisas Dairesi’nin kimyacıları ve eczacıları, 3 bine yakın maddeyi aramak üzere kolları sıvarlar. Kimi zaman, şansları vardır. Örneğin, iyi bir olay yeri incelemesinde ele geçen boş ilaç kutuları ya da mutfak tezgáhı üzerindeki böcek öldürücüsü, çalışmalarını yönlendirir. Bu tür ipuçları bulunmadığında, saatler hatta günler süren ve iğneyle kuyu kazmaya benzer bir emek onları bekler.
ENJEKTÖRDE ZEHİR VAR
1995 Eylülü’nde, Adli Tıp Kurumu toksikologlarının önündeki dosyalardan biri, başlangıçta kolay çözülebilecek gibiydi. Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerinden birinde çalışmakta olan genç bir hemşire, yatak odasında, kolunda dolu bir enjektörle ölü bulunmuştu. Biri 20 mililitrelik dolu, diğeri 5 mililitrelik boş enjektörün, ayrıca üzerinde "Rhinoperd-Nasentropfen yazılı, burun damlası olduğu bildirilen sıvının incelenmesi isteniyordu.
Enjektörlerdeki maddelerin birbirinin aynı, damlalıktakinin ise farklı olduğu saptandı. Dolu enjektördeki sıvı, farelerin kanına verildiğinde öldürüyor, ağız yoluyla verildiğinde etkilemiyordu. Damlalıktaki sıvının ise, farelere zararlı bir etkisi yoktu. Açık kimyasal yapısı aydınlatılamamış olmakla birlikte, enjektörde zehirli bir maddenin olduğu apaçıktı.
Bu bulgular, 18 Eylül 1995 tarihli rapora kaydedildi. Daha sonra toksikologlar, kendilerine teslim edilen otopsi materyalinde, dolu ve boş enjektörde saptadıkları, adını koyamadıkları, ancak hangi kimyasal testlere cevap verdiğini bildikleri ve fareleri öldüren zehirli maddeyi aradılar, bulamadılar. İç organ parçaları, kan ve idrarda, iğne giriş deliğinin etrafındaki cilt parçasında olağandışı hiçbir maddeye rastlamadılar. Bulgularını 26 Ekim 1995 tarihli raporlarına kaydettiler.
Aralık ayında, Ankara Merkez Kriminal Polis Laboratuvarı’ndan gelen bir rapor, olayın gidişini değiştirdi. Pek alışılmamış olmakla birlikte, dolu enjektörün içerisindeki sıvıyı bir kez de onlar incelemiş, içerisindeki maddenin adını koymuşlardı: Karnegin.
Aradan yıllar geçti. Hemşirenin nasıl öldüğü bir türlü kesinleşmedi. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı’nın 20 Nisan 1999 tarihli bilirkişi raporunda, aynen katıldığım biçimde, "karnegin’in yapısı gereği kanda ve idrarda saptanabileceği" görüşüne rağmen, Adli Tıp Kurumu toksikologları, hemşirenin örneklerinde bu maddeyi saptayamadılar. Buradan çıkan iki sonuç var: 1) Enjektördeki madde karnegin değildi 2) Toksikologlar karnegin’i bulamadılar.
GENEL KURUL ORTADA BIRAKTI
Aradan 5 yıl geçti. 2000 yılı Ekimi’nde, dosya, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun gündemindeydi. İhtisas Kurullarının başkan ve üyeleri, "ceset muayenesinde ve otopside, haricen darp cebir izi, iç organlarda travmatik değişim, makroskobik ve mikroskobik olarak ölüme neden olabilecek bir hastalık tarif ve tesbit edilemediğine göre, kişinin herhangi bir tesirle veya kendinde mevcut bir hastalıktan öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı"nı bildirdikten sonra, Kurum toksikologlarının verdiği rapora dayanarak, kişinin koluna takılı olarak bulunan 20 mililitrelik enjektördeki sıvı ile 5 mililitrelik boş enjektörün kimyasal bakımdan benzer bir maddeyi içerdiğini ve polis kriminalin raporuna göre bu maddenin karnegin olduğunu kaydetti. Ölenin iç organ parçaları, kan ve idrar örneklerinde karnegin’in bulunamamasını da, söz konusu maddenin vücuda girdikten sonra hızla parçalanmış ve bu nedenle tespit edilememiş olma ihtimaline bağladı.
Bir başka deyişle, Genel Kurul, toksikologların otopsi materyalinde bulamamış olmasına rağmen, ölümün karnegin’den kaynaklandığı sonucuna vardı. Bununla birlikte, raporunu bağlarken, "kimyasal incelemede saptanamayan başka bir madde ile zehirlenerek öldüğünün tıbben reddedilemeyeceğini" de kaydetti. Yani, ölüm nedeninin karnegin olmayabileceğini de. Ayrıca, "mevcut tıbbi verilere dayanarak olayın intihar olup olmadığı konusunda karar verilemeyeceğini, ölüm sebebinin orijini itibarı ile belirlenmesinin adli tahkikat ile anlaşılabileceğini" bildirdi.
Kısacası Genel Kurul raporu, ezelden beri adli tıp uzmanlarına yönlendirilen, hemşirenin ölüm olayında da 5 yıldır merakla sonucu beklenen "kaza mı, cinayet mi, intihar mı" sorusuna tatmin edici bir yanıt veremedi.
Hemşirenin cesedini ilk bulan, 3 yıllık eşiydi. Bir ay kadar önce Avusturya’dan kesin dönüş yaparak sigortacılığa başlayan eşin ifadesinde, çocukları olmadığından birkaç hafta önce tedavi için bir doktora gittikleri, yapılan tahliller sonucunda yumurtalıklarının yumurta yapma olasılığı çok zayıf bulunduğundan eşinin karamsarlığa kapıldığı, kendisinin 30 Ağustos 1995 günü sabahı işe gittiği, öğlen yemek için eve döndüğü, saat 14.00 sularında yeniden çıktığı, 18.30’da eve geldiğinde, karısını yatağın üzerinde sırt üstü yatar durumda, sol kolu aşağıya sarkık ve enjektör takılı biçimde gördüğünde telefonla ağabeyine haber verdiği, onun da arkadaşları ile eve geldiği, daha sonra polisi aradıkları, polisin eşini hastaneye götürdüğü kayıtlı.
İNTİHAR MI CİNAYET Mİ
Hemşirenin önce intihar ettiği düşünüldü. Kısa bir süre sonra kardeşleri, intihar etmesi için bir neden bulunmadığını, arsalarını satmak için ısrar eden ve onu döven kocasının öldürmüş olabileceğinden kuşkulandıklarını bildirdiler. "Kasten nikahlı eşini öldürmekten" tutuklanan sigortacı eş, 9 ay tutuklu kaldıktan sonra, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Hemşirenin öldüğü gün, saat 19.00’da iki polis memurunun düzenlemeye başladığı ve 19.30’da tamamladıkları olay tespit tutanağı ile aynı polis memurları ile bir diğer tanığın imzalarını taşıyan ve saat 20.30’da düzenlendiği belirtilen el koyma tutanakları arasında, hemşirenin, kol lastiğinin, pamuğun, enjektörlerin bulunuş pozisyonu ile ilgili çelişkiler, ayrıca tutanaklar üzerindeki imzaların sahte olduğu iddiası, cinayet ihtimalini yeniden gündeme getirdi. Bu nedenle hemşirenin kocası, 8 Aralık 1999 günü yeniden tutuklandı. Ömür boyu hapis istemiyle yargılandı, karısını öldürdüğüne dair hakkında yeterli delil olmaması nedeniyle bir yıl sonra beraat etti.
OLAYDAKİ TEMEL SORU VE BİR İHTİMAL
Toksikolojide alet işler, el övünmez
Genç hemşirenin, intihar etmek istediyse, neden mesleği gereği kolayca ulaşabileceği ve öldüreceğini bildiği onlarca ilaç varken karnegin’i seçtiği, kolunu neden pamukla sildiği (yatağın üzerinde pamuk vardı), karnegin’i, hayal gösterici etkisi nedeniyle kullanmak istediyse, neden yutmayıp, hiç başvurulmayan bir yöntem olan damara enjeksiyonu tercih ettiği (vücudunda başka iğne giriş deliği yoktu) ve en önemlisi, bugün bile satın almakta zorlanılacak karnegin’i, 10 yıl önce nereden bulduğu gibi soruları sormadan önce, yanıtlanması gereken temel bir soru var.
Polis kriminal laboratuvarının uzmanları, zehir etkisi gösterebilecek binlerce madde varken, nasıl olup da karnegin’den şüphelendiler ve enjektörde, bırakın ülkemizi, dünyada dahi ölüme neden olduğu bildirilmemiş bu maddeyi aradılar.
Kanımca, karnegin’i hedeflemediler, toz ve sıvılarda eroin, kokain gibi yasadışı madde arayan her kriminal laboratuvarda yapıldığı biçimde, enjektördeki sıvının spektrogramını ya da kromatogramını elde ettiler. Bunları, gereçle birlikte satılan ve binlerce maddenin özelliklerini içeren bir veritabanı ile karşılaştırdılar. Bilgisayarın alt alta sıraladığı olası moleküller listesinin en üstünde, ya da üst sıralarında karnegin vardı. Büyük bir olasılıkla adli dosyanın tamamını görmediler ve konuya bir toksikolog değil, bir kriminalist penceresinden baktılar ve hemşirenin Tarahumara şamanlarının öğretilerinde kalmış bir madde ile ilgisi olamayacağını düşünmeksizin, "alet işler, el övünür", dediler.
Hemşire, karnegin’i nereden buldu
Bir ölüm olayının üzerinden 10 yıl geçmiş olsa bile, olayı çok değişik açılardan inceleyebilmek mümkündür. Bu sayfanın okurları, üzerinden değil 10 yıl, yüzlerce yıl geçtikten sonra bile tartışılan ölümlere alışık. Hemşirenin ölümü de, elbette yeniden incelenebilir. Benim bugün üzerinde durmak istediğim konu, olayın gidişini değiştirmesi açısından kilit bir rol üstlenmiş, kola takılı enjektör içinde bulunan, ancak vücuttaki varlığı kanıtlanamayan madde ile ilgili, yani karnegin ile.
Karnegin, doğada, neredeyse sadece, Meksika ve Arizona çöllerine özgü, "Pachycereus" kaktüsünün bazı türlerinde bulunan, azotlu bir alkaloid. Karnegin içerdiği, ilk kez 1929’da Sp?th ve Kuffner tarafından kanıtlanan "Pachycereus pecten-aboriginum"u, Phoenix Arizona’da toplanan bir kongre vesilesiyle görmüştüm.
15-20 bin yıl önce Asya’dan yola çıkıp Sibirya’nın kuzeydoğusundaki Bering Boğazı’nı geçerek günümüz Meksika’sına ulaştıkları sanılan Tarahumara yerlileri, buralara geldiklerinde, çölün nöbetini tutan askerler gibi yanyana dizili, boru kolları beyaz çiçeklerle bezeli, 4 insan boyundaki bu dev yaratıklara benim kadar şaşmışlar mıdır bilemem. Ancak şurası muhakkak, Tarahumara şamanları, bu kaktüsün boruları içinden topladıkları sıvının, peyote kaktüslerinden elde edilene ulaşamasa da (onlarda meskalin var), insanları sersemlettiğini ve hayaller gösterttiğini pek çabuk fark etmiş olmalılar ki, ona kendi dillerinde "çılgın" anlamına gelen "vikovaka" adını vermişler. Günümüzde 50-60 bin kadar kalan Takahumara yerlisi, hálá mısır birasının içine vikovaka koyup, yağmur duasına çıkıyor. Bugüne değin vikovakadan ölene rastlanmamış. Kartal SSK’da görevli hemşire gibi damarına enjekte eden de olmamış.
"Saguaro" ya da bilimsel adıyla "Carnegiea gigantea", aynı bölgelerde yetişen ve soyu tükenmekte olduğundan koruma altındaki bir başka dev kaktüs. Mayıs geceleri sadece bir kez açan, güzel kokulu beyaz çiçekleri, 1931’den bu yana Arizona Eyaleti’nin resmi çiçeği. Yaz sonuna doğru, çiçeklerin yerini alan, küçük siyah çekirdekli kırmızı meyveler, yüzyıllardır çölün insanları, kuşları, sürüngenlerince tüketiliyor. Çekirdekte karnegin var. Ama bugüne değin bu meyvelerden yiyip ölen yok. Çekirdeğin özütünü elde edip damarına enjekte edenle ilgili bir yayın bulmadım. Fransa’nın Rouen Zehir Merkezi’nden Dr. Jean Philippe Leroy’un, uyuşturucu madde bağımlısı olduğu bilinen, bilinci kapalı, ateşi yüksek bir kadın hastanın idrarında karnegin bulunduğunu ve hastanın 24 saat sonra hiçbir şey olmamışcasına uyandığını kaydettiği olgu dışında, bir veriye rastlamadım.