Patricia Cornwell pek tehlikeli bir aşk üçgeninin ortasına nasıl düştü

Erkek, karısına aşık. Kadın, başka bir kadına aşık. Erkek kıskanıyor, karısını öldürmeye kalkıyor. "Ne olmuş yani?" demeyin. Evli olanlar birer FBI ajanı, sevgili ise ünlü Amerikalı polisiye yazarı Patricia Cornwell.

Dr. William M. Bass’ın merakı, yüzlerce cesedi farklı sıcaklık ve koşullarda tutmak, meydana gelen değişiklikleri gözlemek. 5-6 yıl önce, kendisiyle romanların, filmlerin adli bilimlere katkısını tartışıyorduk. "Ceset çiftliğini 1972’de kurdum. Tam 22 yıl boyunca birkaç adli tıp uzmanı ve FBI ajanı dışında kimsenin haberi olmadı. Patricia Cornwell, 1994’te Body Farm (Ceset Çiftliği) adlı romanını yayınladığında, dünya çapında ün kazandım" diye anlatıyordu.

Türkiye’de de sevilen Amerikalı polisiye yazarı Patricia Cornwell, sadece Dr. Bass’ı ve Tennessee Üniversitesi’nde kurduğu ceset çiftliğini dünyaya tanıtmakla kalmadı, FBI’ın kriminal profilleme uzmanları Ed Sulzbach ve John Douglas gibi dedektifler, John Joubert gibi seri katiller onun romanlarında, farklı kimliklerle de olsa ölümsüzleşti. Cornwell’in piyasadaki polisiyelerinden 15’inin kahramanı Dr. Kay Scarpetta da, birkaç ay önce emekliye ayrılan ve yazarı, "O olmasaydı, ben olamazdım" dedirtecek kadar etkilemiş, Virginia adli tabibi Dr. Marcella Fierro’dur.

KAY SCARPETTA’YI YARATAN EDİTÖR

Patricia Cornwell, önce 1984’te ilk işi adliye muhabirliğini morgda çalışmak üzere terk eder. Altı yıl boyunca, bir yandan otopsi raporlarını daktilolar, diğer yandan cinayet masası polisleriyle birlikte olay yeri incelemelerine katılır. Amacı, başladığı romanın kahramanı, dedektif Joe Constable’ı daha gerçekçi kılabilmektir.

İlk üç romanını bir türlü yayıncılara beğendiremeyen genç kadının şansı, Mysterious Press yayınevinin editörlerinden Sara Ann Fried’in mektubuyla döner. "Dedektif Joe Constable ile oyalanma. Yan roldeki adli tabip kadına odaklan."

Cornwell tavsiyeye uyar. Postmortem’de (Otopsi), dört kadına tecavüz edip öldüren, delillerin nasıl araştırıldığını bildiğinden bir türlü yakalanamayan katili, Dr. Kay Scarpetta’ya buldurur. Scarpetta, Cornwell’in yirmi kadar dile çevrilen 14 romanında daha boy gösterir, yaratıcısını dünyanın en ünlü ve zengin kadın yazarları arasına yerleştirir, hatta suçların aydınlatılmasında delillere öncelik veren CSI: Miami gibi televizyon dizilerine de yol açar.

Postmortem’in gün ışığına kolay çıktığı sanılmasın. Yedi yayınevi tarafından reddedildikten sonra, nihayet 1990’da basılır. Aynı yıl, dört önemli ödül alarak bir rekor kırar ve Patricia, kendisinden 17 yaş büyük, lisedeki İngilizce öğretmeni kocasından o yıl boşanır. Altı yıl sonra, aynı ay içinde, altı romanı birden, USA Today gazetesinin "En çok okunan 25 polisiye" listesindedir.

Yazarın bu başarısı, sadece edebi yeteneği ve zekasıyla açıklanamaz. Patricia, en ileri teknikleri görmek için kriminal laboratuvarlarda gecelemiş; romanlarındaki katillere akılları durduran vahşette suçlar işletebilmek için FBI’ın davranış bilimleri kurslarına katılmış ve öğrendiklerini ders kitabı titizliğinde romanlarına taşımıştır. Kanımca, Cornwell romanlarını diğer polisiyelerden ayıran ve onu 150 milyon dolara varan servete kavuşturan da budur.

Adli bilimlere merakı, zaman zaman başını derde de sokmuştur. Eşcinsel olduğunu açığa çıkaran bir dava ya da "Karındeşen Jack, İngiliz ressam Walter Sickert’tir" iddiası gibi. Önce, davadan başlayalım.

ÜÇGENİN İKİ KÖŞESİNDE FBI AJANI KARI KOCA

23 Haziran 1996 gecesi, başına kar maskesi geçirmiş adam, rahip Edwin Clever’in göğsüne silahını dayadı, "Yaşamak istiyor musun?" "Herkes yaşamak ister" diye yanıtladı rahip gülerek. Silah satışlarının serbest bırakılması konusunda tartıştığı bir arkadaşının şaka yaptığını zannetmişti.

"Marguerite Bennett’i tanır mısın? Onun iğrenç bir lezbiyen olduğunu bilir misin?" İşte o an rahip, kendisini kandırarak kiliseye girenin, Margo’nun kocası olduğunu anladı. "Ölmek istemiyorsan onu ara ve buraya çağır."

"Sakın kapıyı açmayın, merak edecek bir şey yok, az sonra döneceğim." Küçük kızlarının onu merak etmesini beklemiyordu zaten. Bu cümleyi kim bilir kaç kez duymuşlardı. Çelik yeleğini giydi, biber gazı spreyini dış cebine, silahını beline yerleştirdi, dışarı çıktı. Margo, tıpkı boşanmaya çalıştığı Eugene Bennett gibi, eski bir FBI ajanıydı.

Kilisede uçuşan mermilerin hedefi, kafasında torba, kucağında bir poşet, poşette patlayıcılarla sandalyeye bağlanmış yaşlı rahip Edwin değildi elbette. Poşettekiler, patlayıcı süsü verilmiş Play-Doh oyun hamuruydu ama, kıskanç ve kızgın koca, karısını öldürmeyi kafasına koymuştu. Bir çalışma masasını kendisine siper eden genç kadın, bir yandan rahibi sakinleştiriyor, bir yandan silahla karşılık veriyor, bir yandan polisi aramaya çalışıyordu.

ÜÇÜNCÜ KÖŞEDE CORNWELL

Eugene Bennett ertesi gün tutuklandı. "Ateş eden ben değildim" dedi polislere, "İçimdeki diğer ben, yani Ed. O kadın, Margo’yu pahalı hediyelerle baştan çıkarttı. Ed, kızlarını lezbiyenlerin büyütmesine izin veremezdi."

Eugene Bennett’in karısını baştan çıkartmakla suçladığı "o kadın", herhangi bir kadın olsaydı eğer, üçlü ilişkinin pek ilgi çekeceği söylenemez. Hatta, sekiz kadın, dört erkekten oluşan jürinin suçlu bulduğu kıskanç ve gözü dönmüş kocayı, yargıç Richard Potter’in 23 yıla mahkûm etmesinin bile haber değeri olmazdı. Ancak "o kadın", sıradan biri değildi. Tanıklığı sırasında, Margo’yla kısa süreli de olsa bir ilişkileri olduğunu kabul eden ünlü polisiye yazarı Patricia Cornwell’di.

Aradan geçen on yılda Patricia Cornwell, kendisiyle yapılan hemen her söyleşide gündeme gelen bu tatsız olayla ilgili olarak bilgi vermekten kaçındı. "Ne kadar aptal ve fütursuzmuşum. Evli ve üstelik iki çocuklu bir kadınla. İnanın, her açıdan çok kısa bir maceraydı" diyerek geçiştirdi.

SEVGİLİNİN İNTİKAMI

Halbuki Margo, onun yüzünden boşanmış, kızlarını tek başına büyütmüş ve her ikisinin uyuşturucu bağımlısı olmasını engelleyememişti. İlişkinin bu denli hafife alınmasına içerlemiş olsa gerek, gazeteci Caitlin Rother’in başvurusunu kabul etti. Evliliğini, kocasının eşcinsellere nefretini, kişilik ve cinsellikle ilgili sorunlarını, ayrıca, bilgi ve görgüsünü artırmak üzere FBI’ın Quantico’daki eğitim tesislerine gelen Patricia Cornwell ile tanışmasını, onunla yaşadığı yakın ilişkinin her gününü, hatta her saatini en ince ayrıntısına kadar anlattı. Elinde ne kadar fotoğraf, mektup, mahkeme tutanağı varsa verdi.

Gazeteci öğrendiklerini, FBI’da 27 yıl boyunca öğretim üyeliği yapmış, hem FBI ajanı karı kocayı, hem de ünlü yazarı iyi tanıyan John Hess’le birlikte kitaplaştırdı.

"Twisted Triangle" (Çarpık Üçgen, Ünlü bir Polisiye Yazarı, Lesbiyen bir Aşk Hikayesi ve FBI’lı Kocanın Vahşi İntikamı) adlı kitap, 18 Nisan 2008’de piyasaya çıktı. Patricia "Boşverin, ünümden yararlanıp para kazanmak istiyorlar" şeklinde küçümsese de, okuduklarım, pek yenilir yutulur şeyler değil. Üstelik yazılanlar sadece onun değil, Book of the Death adlı romanını ithaf ettiği ve 2005’te Massachusetts eyaletinde evlendiğini yeni öğrendiğimiz Harvard Üniversitesi’nden psikolog bayan Dr. Staci Gruber’in de canını bir hayli sıkacağa benzer.

Patricia Cornwell’dan üniversiteye 1 milyon dolarlık bağış

Patricia Cornwell, adli bilimlerin gelişmesi amacıyla akademik birimlere çok ciddi finans kaynakları aktarır, burslar verir. Bazı kişiler onun bu yardımseverliğinin arkasında, kitap satışını artırma gayretinin bulunduğunu söyler. Bazıları, kendisine konu bulan ve danışmanlık yapanlara "örtülü rüşvet" biçiminde yorumlar. Gerekçesi ne olursa olsun, bir polisiye yazarının kitap gelirlerinin bir bölümünü suçla mücadeleye yatırması örnek bir davranış.

Patricia, 2008 Şubat’ında, evvelce fahri doktora ünvanı aldığı New York’taki John Jay Ceza Adaleti Fakültesi’ne, olay yeri inceleme akademisi kurulması için 1 milyon dolarlık bağışta bulundu. Bağışın nedenini, "Cinayet mahallinde kana basan, parmak izlerini bırakan, kanlı giysileri kağıt yerine plastik poşete koyan polisler gördüm. Bunların olmaması için iyi bir eğitim gerek" diye açıklayınca, ortalık ayağa kalktı. Cornwell, tam sayfa gazete ilanlarıyla durumu düzeltmeye çalıştı.

Bundan yedi yıl önce, polisiye yazarı Leslie R. Sachs, Patricia’yı fikir hırsızlığı, Yahudi düşmanlığı, Nazi taraftarlığıyla suçlamaya başlamış, savcılara, polislere rüşvet verdiğini ileri sürmüştü. Tehditlerden ürken Cornwell, ev değiştirmek, silahlı korumalarla dolaşmak zorunda kalmış ve yayın yoluyla hakaret davası açmıştı. Leslie, 2004’te "Bu kadın beni öldürtecek" deyip Avrupa’ya kaçtı. Aralarındaki gerilim hálá sürüyor, zaman zaman gazetelere haber oluyor ve bana kalırsa her ikisinin kitap satışına katkısı oluyor.

Büyük bir olasılıkla, Patricia’nın polisleri beceriksizlikle suçladığı son sözleri de, 8 Mayıs’ta raflarda yerini alan yeni romanı, "The Front"a ilgiyi artıracaktır.

Bir katilin anatomisi: Karındeşen Jack

Bundan 130 yıl kadar önce İngiltere, İskoçya, Kanada ve ABD arasında mekik dokuyan Dr. Thomas Neill Cream’in, yol boyunca çok sayıda kadını ve en azından bir erkeği zehirlediği söylenir. Londra’nın bir kenar mahallesinde seks işçisi olarak çalışan Matilda Clover’i öldürdüğü kanıtlandığında, darağacını boylamıştır. Boynuna ilmik geçirildiğinde, ağzından "I am Jack..." sözcüklerinin çıktığı, ancak gerisini getiremediğini kayıtlıdır. Dr. Cream, Karındeşen Jack olduğunu mu itiraf edecekti, yoksa asılma sırasında sıklıkla gözlenen ani cinsel boşalmayı kastederek "I am e-jac-ulating" mi demeye çalışıyordu bilinmez.

Karındeşen’in kim olduğu, ilk cinayetin işlendiği 1888’den bu yana hep gündemde kalmış, 25 olası katil adayından kah biri, kah diğeri öne çıkmıştır. Biri, İngiliz ressam Walter Sickert’tir.

2001 başında "Artık yeter, bu bilmeceyi çözeceğim" diye ortaya çıkan Patricia Cornwell, DNA, belge inceleme, adli fotografi uzmanları ve psikoloğun yer aldığı bir ekip oluşturmuş, bağışlarıyla ihya ettiği Virginia Adli Bilimler ve Tıp Enstitüsü’nün desteği ve İngiliz hükümetinin izniyle, Karındeşen Jack’ın yazmış olabileceği 600’den fazla mektubu, ayrıca Walter Sickert’in el yazılarını inceletmiş, bu arada ressamın 30 kadar tablosunu da satın almıştır.

5 milyon YTL yatırdığı söylenen bu gayretlerini, 2002’de yayınladığı Portrait of a Killer: Jack the Ripper-Case Closed (Bir Katilin Anatomisi: Karındeşen Jack) ile paylaşan Patricia Cornwell’e göre, Karındeşen Jack, şüpheye yer bırakmayacak biçimde ressam Walter Sickert’tir.

CEHENNEMDEN GELEN MEKTUP

Amerikalı yazarın "Karındeşen Jack, ressam Walter Sickert’tir" iddiasının başlıca dayanağı, DNA uzmanı Mitchel Holland’ın, Karındeşen’in elinden çıktığı sanılan bir mektuptaki mitokondriyal DNA parçası ile ressam Sickert’in bir mektubundaki mtDNA parçası arasında bulduğu uyumdu.

Halbuki, cinayetler sırasında polise, gazetelere ve bazı kişilere gönderilen "Karındeşen Jack" imzalı yüzlerce mektup arasında, katilin yazdığına kesin gözüyle bakılan tek mektup, bir böbrek parçası eşliğinde polise postalanan ve gönderici hanesine "Cehennemden" diye kayıt düşülendir ki, onun da aslı kayıp olduğundan DNA analizlerinin yapılması mümkün değildir. Geri kalan mektuplardan hangisinin gerçek katil, hangisinin şakacıların elinden çıktığı bilinmiyor.

Cornwell’in incelettiği ve mtDNA’sı uyumlu bulunan "Karındeşen mektubu", Dr. Thomas Horrocks Openshaw’a gönderilmiş olandır. Mektubun 1888’de postalandığı kesindir ama, katilin yazdığına dair kanıt yoktur. Dolayısıyla, mtDNA uyumundan yola çıkarak, ressamın Karındeşen olduğu söylenemez. En azından günümüzde, mtDNA’nın bir bölgesi uyuyor diye, kimse mahkum edilemez. Nedenine gelince: Bildiğiniz gibi mtDNA, ana tarafından kuşaktan kuşağa değişmeden aktarılan bir genetik bilgidir ve nüfusun yüzde 1-10 kadarında ortaktır. 1888’de Londra nüfusu 4 milyon dolayında olduğuna göre, en az 40 bin kişinin aynı mtDNA özelliğini taşıması gerekir. Bu durumda mtDNA uyumu bir rastlantı olabilir. Tabii hoş bir olasılık daha var. Dr. Openshaw’a gönderilen "Karındeşen Jack" imzalı mektubu, ressam Sickert’in yazmış olması!
Yazarın Tüm Yazıları