Kapkara saçlı, kiraz dudaklı, çekik gözlü Japon kızı Megumi Yokota henüz 13 yaşındaydı.
15 Kasım 1977 Salı günü akşamüstü, bir elinde çantasını, diğer elinde badminton raketini sallaya sallaya irili ufaklı bir sürü teknenin demirlediği Niigata limanı boyunca, arkadaşlarıyla birlikte eve doğru yürüyordu. Okul müdürü Yoshie Baba, önce sağ yanındaki kızın bir yan sokağa saptığını gördü, sonra sol yanındakinin. Geri dönmeden, bir kez daha baktı Megumi’nin ardından. Kırmızı ışıkta duruyordu. Bu, onu son görüşü oldu. Sadece müdür değil, onu bir daha hiç kimse görmedi. Ölü mü, diri mi bilinemedi. Küçük kız, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nce (Kuzey Kore) kaçırılan onlarca Japon’un arasına katılmıştı.
SUYUN ÖTE YANINA GİDEN KIZ
15 Kasım gecesi, karidesli pilav öylece kalakaldı masanın üzerinde. Küçük Megumi, annesi ve banka memuru babasıyla paylaştığı küçük ahşap evine dönemedi. Polisler önce Niigata’da, daha sonra Japonya genelinde günlerce aradılar onu. Yer yarılmış, içine girmişti sanki. Yerin değil, okyanusun yarıldığı çabuk anlaşıldı. Küçük kızın pijamalarını koklayan köpekler, suyun kenarına gelip, havladılar hep. Belli ki küçük kız suya doğru gitmişti.
Gitmeyip, götürüldüğü 20 yıl sonra çıktı ortaya. Japonya’ya iltica eden bir Kuzey Koreli konuştu. Megumi Yokota’nın, eve 200 metre kala kaçırıldığını, limanda bekleyen bir gemiye bindirildiğini ve bir çuvalda geçirdiği 40 saat süren yolculuktan sonra Kuzey Kore’nin bir limanına çıkartıldığını söyledi. Hatta kaçıranın adını bile verdi: Shin Gwang-su. Shin, Kore Cumhuriyeti’nde (Güney Kore) yakalandı. İdam cezasına çarptırıldı, ancak 2000 yılında Kuzey Kore’ye iade edildi.
KUZEY KORE ÖZÜR DİLİYOR
Kuzey Kore ile Japonya liderleri 17 Eylül 2002’de biraraya geldiklerinde, Kuzey Kore devlet başkanı Kim Jong İl, 1977 ile 1983 arasında, genellikle liman kentlerinde, kıyı boyunca yürüyen 13 kişinin başlarına torba geçirilerek kaçırıldıklarını kabul etti ve Japon başbakanı Junichiro Koizumi’den özür diledi.
Böylece, uzunca bir süre komplo teorisi diyerek geçiştirmeye çalıştıkları insan kaçırma konusu, ilk kez devletin en yüksek noktasında kabul gördü. Kaçıranlar yargılanmış ve cezalandırılmıştı. Kaçırılan beş Japon’un ülkesine dönüşüne izin verildi. Kalan sekizinden bazıları eceliyle ya da hastalıktan ölmüş, bazıları intihar etmişti. Sonuncular arasında Megumi Yokota’nın da adı geçiyordu.
Verilen resmi bilgiye göre, kaçırılan küçük kız, 1986 yılında Koreli Kim Chol Jun ile evlenmiş, hemen ertesi yıl bir kız çocuğu doğurmuş, depresyon nedeniyle birkaç kez intihara kalkışmış ve en sonunda tedavi için yatırıldığı bir akıl hastanesinde intihar etmişti. Anne Sakie’yi, kızının, elbiselerinden yaptığı iple hastanenin bahçesindeki gövde çapı 10 santimi bulmayan bir çam ağacına kendini astığına ikna etmek mümkün olamadı.
Japonlar, kızın ölümü ile ilgili somut bir kanıt istedi. Megumi Yokota’nın yaşadığında ısrar etti ve iadesini talep etti.
KÜLLER HER ŞEYİ KARIŞTIRDI
Gerilimle dolu iki yıl geçti. 2004’te, Megumi’nin kocası olduğu öne sürülen Kim Chol Jun, evlerinin bahçesinde iki yıl gömülü kaldıktan sonra, topraktan çıkarttığı ve dini törelere uygun biçimde yaktırdığı karısının kül ve kemiklerini içeren bir toprak kabı Japon makamlarına teslim etti. Japonlar, karşılaştırma yapabilmek üzere, doğan kızlarından da tükürük ve kan örneği aldılar.
Kızın babası olduğunu söyleyen Kim Chol Jun örnek vermek istemedi. Kuzey Kore, Kaoru Matsuki adlı kaçırılan bir başka Japon’un da kalıntılarını teslim etti. İşte, Kuzey Kore ile Japonya arasındaki DNA savaşları bunun üzerine başladı.
Kalıntılar, önce Japon Polis Bilimleri Ulusal Araştırma Enstitüsü’nde incelendi. DNA elde edilemedi. Bunun üzerine, Teikyo Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Yoshii Tomio mitokondriyal DNA analizlerine talip oldu. Çıkan sonuç, beklenenden çok farklıydı. Megumi Yokota’ya ait olduğu söylenen küller ve içindeki kemik kırıntıları iki başka erkeğe aitti.
Karşılaştırma için, Japonya’da neredeyse gelenek haline gelmiş olan, annesinin sakladığı göbek kordunu kullanıldı. Kaoru Matsuki’nin diye verilen kalıntılar da onun değildi.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, 11 Nisan 2006’da çok daha garip bir şey oldu. Kuzeylilerin kaçırdığı beş Güney Koreliyi inceleyen Japonlar, bunlardan 1978’de 16 yaşındayken bir kumsaldan kaçırılan Kim Young Nam’ın DNA analizi bulgularına dayanarak, onun Megumi Yokota’nın doğurduğu çocuğun babası olabileceğini saptadılar. Yani Megumi Yokota’nın kocası, Korelilerin öne sürdüğü gibi Kim Chol Jun değil. Bu durum, Japonya Başbakanı Koizumi’nin Mayıs 2004’te söz verdiği insani yardımı durdurmasına ve meseleyi çözmesi için BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmasına yol açtı.
KUZEY KORE KIZIYOR
Kuzey Kore, Japonlar’ın soruşturma sonuçlarını büyük bir kızgınlıkla yanıtladı. Verilen kül ve kemiklerin doğru kişiye ait olduğunu, Japonların uluslararası platformda kendilerini küçük düşürmek ve ekonomik yaptırımların uygulanması amacıyla, deney sonuçlarında sahtekarlığa gittiğini öne sürdüler.
Kül ve kemikleri isterken analiz yapılacağını söylemediklerini ve ailelere teslim edileceği söylendiği halde, analizlere kalkışıldığını, esasen ülkelerinde kişilerin yakılmasında 1200 derecenin üzerinde fırınlar kullanıldığını ve bu ısıda ceset kalıntılarının DNA analizlerinin başarılı olamayacağını bildirdiler.
Nitekim polis laboratuvarlarının da yaptığı deneylerden sonuç alamaması bunu gösteriyordu. (Aslında Kore, bu konuda yanılıyor. Yakılma sonunda az da olsa kemik kalıntıları kalır ve bunlardan başarılı biçimde DNA analizi gerçekleştirilebilmiş pek çok olgu bulunur. "İnsan Sadece Bir Kere Ölür" başlıklı yazımda bu konuya değinmiştim).
Ayrıca, Megumi’nin kocasının, Güney Kore’den kaçırılan bir erkek olduğu konusunun da yalan olduğunu, Japonların, Güney Kore’yi de bu çatışmanın içine çekmek istedikleri için bu komployu kurduklarını öne sürdüler.
ÜNLÜ BİLİM DERGİSİ KUZEY KORE’Yİ DESTEKLİYOR
Kuzey Korelilere beklenmedik zamanda, beklenmedik bir çevreden destek geldi. Ünlü Nature dergisinin 3 Şubat 2005 tarihli sayısında, Asya-Pasifik editörü David Cyranoski’nin, mitokondriyal DNA analizlerini yapan Teikyo Üniversitesi araştırıcılarından Yoshii Tomio ile gerçekleştirdiği bir söyleşi yayınlandı. Yoshii, yakılan cenaze kalıntılarından DNA eldesinin güçlüğünden bahisle, bu tür örneklerin, ona dokunanların DNA’sını tıpkı bir sünger gibi içine çektiğini ve hatalı sonuçların elde edilebileceğini söyleyerek, hayatının hatasını yaptı. Polisin kendisine incelenmek üzere teslim ettiği, en ağırı 1.5 gram kül ve kemik kırıntıları içeren beş paketten geriye hiç bir şey kalmadığını ve deneylerin tekrarlanma olasılığının bulunmadığını belirtti.
Japon hükümeti, söyleşiyi yapan editörün DNA konusundaki bilgisizliğini öne sürerek, söylenenleri yanlış yorumladığı şeklinde bir açıklama yapınca, Nature dergisi hiç alışık olunmadık bir başyazı yayınladı. Son cümlesi, Kuzey Kore’nin tarafını tuttuklarının açık bir kanıtıydı. "Bu durumun Kuzey Kore’yi suçlamak amacındaki Japon hükümetini rahatsız ettiğinin bilincindeyiz. Öte yandan Kuzey Kore’nin yalan söylemesi de mümkündür. Ancak küllerin DNA analizi ile bir yere varılamayacağını ve gerçeğin aydınlatılamayacağını da belirtmekte fayda görüyoruz."
NEDEN "ŞAHİT" ÖRNEK SAKLANMADI
Nature makalesinin yayınını izleyen haftalarda, Japonya’nın birçok ünlü antropolog, genetik ve adli tıp uzmanı, Dr. Yoshii Tomio’nun bulgularını destekleyen beyanatlar verdi. Kemiklerin kirlenmiş olmasını kabul edebileceklerini, ancak bulunan iki erkek DNA’sının yanı sıra Megumi’nin de DNA’sının bulunması gerektiğini, bu nedenle Kuzey Korelilerin gerçekten başka birilerinin küllerini teslim ettiğine inandıklarını bildirdiler. Bu arada, Nature makalesinin yayınlanmasından bir hafta sonra, Dr. Yoshii, Teikyo Hastanesi’ndeki asistanlık kadrosundan Tokyo polis teşkilatı adli tıp birimi başkanlığına terfi etti ve artık basına beyanat veremez duruma geldi. Nature dergisi 7 Nisan 2005 tarihli sayısında, bu gelişmeyi "bilirkişinin susturuluşu" şeklinde yorumlayarak yayınladı.
İlginç olan, sadece Nature dergisinin değil, Güney Koreli bilim adamlarının da Japonların bulgularını şüphe ile karşılamasıydı. Onlar da, yakılan cesetlerden DNA eldesinin güç olduğunu, kullanılan analiz yönteminin artık terk edildiğini ve küllerin yeniden incelenmesi gerektiğini bildirdiler.
7 Şubat 2006 Salı günü, Kuzey Kore, Japonya’ya bir nota göndererek, 2004 Kasımında Pyongyang hükümetinin Japonya’ya verdiği, kendilerince kaçırılan Megumi Yokota’ya ait olan külleri bağımsız bilirkişilere yeniden inceletmek üzere geri istedi. Önce Japon polisinin DNA elde etmeye çalıştığı, ardından Dr. Yoshii Tomio’nun, kendisine teslim edilen küllerin tamamını deneylerde tükettiği göz önüne alınırsa, bu isteğin yerine getirilmesi imkansız gözüküyor. Esasen, gerek polis gerekse doktor, küllerden "şahit" örnek saklamamakla, bir bilirkişinin yapabileceği en büyük hatayı yapmış durumdalar. Ne yazık ki, bu duruma Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın her ülkesinde sıklıkla rastlanıyor. Doktorun kendini savunabilmesi için hálá bir fırsatı var: Deneylerini uluslararası hakemli bir dergide yayınlatmak.
GÜVENLİK KONSEYİ VE G8 JAPONLARDAN YANA
İnsanların kaçırılmasının çok farklı nedenleri olabilir. Kuzey Korelilerin amaçlarından biri, ajanlarına dünyayı serbestçe dolaşacak kimlik belgesi sağlamak, bir diğeri onlara Japonlar gibi konuşmayı ve davranmayı öğretmek.
Örneğin Kuzey Kore tarafından kaçırılan Japon vatandaşlarını kurtarma hareketi olan Sukuukai Derneği, Megumi’nin 1995 ve izleyen yıllarda, Kuzey Kore başkanının oğluna öğretmenlik yaptığını ileri sürüyor.
400 KİŞİ KAÇIRILDI
Japonya Dışişleri Bakanlığı’na göre, Viyana’da 1978’de kaçırılan Kobeli aşçı Tanaka Minoru ile birlikte kaçırılanların sayısı 17. Sivil toplum örgütlerine göre bu sayı 400’e yakın.
Kuzey Korelilerin kaçırdıklarının arasında sadece Japonlar yok. Lübnanlılar, Romanyalılar ve Taylandlılar da var.
Bunlara ek olarak, büyük bölümü, Kuzey Kore karasularına geçtikleri iddiasıyla 468 Güney Koreli balıkçıyı da ellerinde tutuyorlar.
Vatandaşlarının kaçırılmasını ve hayatta oldukları halde geri verilmeyişlerini bir savaş nedeni olarak gören Japon kamuoyunun topladığı 5 milyon imza, ülkenin dört bir yanına asılan ve küçük kızın fotoğrafını taşıyan yüzbinlerce poster, medyanın baskısı, ayrıca Megumi Yokota’nın annesi ve erkek kardeşinin ABD’ye giderek önce Başkan Bush, ardından Kongre üyeleri ile görüşmesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 16 Temmuz 2006’da Kuzey Kore’nin nükleer programını ve 10 gün kadar önce fırlattığı füzeleri kınayan kararnamesine, kaçırılan Japonların iadesi maddesinin de eklenmesini sağladı.
G8’İN TEHDİTİ
Böylelikle adam kaçırma, ilk kez uluslararası bir belgede yer aldı.
Hemen ardından St. Petersburg’daki G8 zirvesinden de aynı yönde bir karar çıktı.
Kuzey Kore, kaçırma konusunu çözmediği, füze ve nükleer silah denemelerine son vermediği takdirde, ciddi ekonomik ve siyasi yaptırımlarla tehdit ediliyor.
Bir yandan yaşayıp yaşamadığını bile bilmediği sekiz vatandaşının peşine düşen Japonya, diğer yandan 60 yıl önceki kendi "kaçırmalarını" temizlemeye çalışıyor.
Sivil toplum örgütleri, II. Dünya Savaşı sırasında Kore’den Japonya’ya zorunlu işçi olarak getirilen, daha doğrusu kaçırılan 427 bin 930 kişinin adını belirlemiş durumda.
Henüz tamamlanmayan bu liste Güney Kore’ye verilmiş. Japon hükümeti ölenlerin kalıntılarında yapılacak DNA analizlerinin masrafını verecek, böylelikle kalıntılar ailelerine iade edilecek.