Malezya’da öldürülen Moğol güzeli

Selangor Eyaleti Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Mohd Zaki Md Yasin’in her iki elini rahatlıkla kullandığı bilinir.

23 Ekim 2007 günü öğleden sonra bir aksilik oldu ve "Keşke üçüncü bir elim olsaydı. Önce sağ elime kramp girdi, şimdi de sol elime. Duruşmaya ara veriyorum" dedi. Bu ayrıntıyı bilmemin nedeni, Mahkamah Tinggi Jenayah 3’te görülen Altantuya Şaribu cinayeti davası ile yakından ilgileniyor olmam.

Altantuya, geçen yıl ekimde, evinden 5 bin kilometre uzakta öldürüldü. İki ay sonra Malezya’daydım. Yakın çevremdekiler, o tarihten beri konuyu sizinle paylaşmak için nasıl sabırsızlandığıma tanık. Medya, başlangıçta "asrın cinayeti" olarak nitelendirdiği olaya, değişik nedenlerden ötürü giderek daha az yer veriyor. Ancak olup bitenin, ölen Moğolistanlı kadın, onu öldürdüğü iddia edilen polisler, bu polisleri azmettirmekle suçlanan ünlü Malezyalı ve cinayetin ardındaki olası komplo teorilerinden çok, olay yeri incelemesi, delil toplanması ve bilirkişi raporları açısından izlenmesi gerektiği kanısındayım.

On yıldır, bu konularda yapılan hataların nelere mal olacağını öğretmek amacıyla, Amerikalı ünlü sporcu O.J. Simpson’un, eski eşi ve bir garsonu öldürmekle suçlandığı davayı anlatıyoruz. Altantuya cinayeti bu örneğin yerini almaya aday. Bilirkişi raporlarının gecikmesi, yargıç ile bir avukatın akraba olduğu iddiası, ayrıca savcı ile yargıcın birlikte badminton oynadığının ortaya çıkması yüzünden ilan edilen tarihte başlayamayan, üç kişinin idamla yargılandığı dava 18 Haziran’dan bu yana kesintilerle sürüyor. Aralarında çok sayıda polis memuru ve resmi bilirkişinin bulunduğu 112 tanık dinlenecek ve bu satırları yazdığım 1 Kasım 2007 tarihinde varılan noktaya bakılırsa karara bağlanması uzun sürecek.

OTELDEN ÇIKTI, GERİ DÖNMEDİ

Güneşin batmasıyla, başkent Kuala Lumpur’daki Çin Mahallesi’nin tam kalbinden geçen Jalan Petaling’de bir insan, ışık ve renk seli sizi bekler. Tezgahların arasından ilerlemeye çalışırken, Rolex saatten Versace çantaya, DVD’den ızgara balığa aklınıza ne gelirse görür, adım başı değişen müziğin arasından size seslenen Çinli, Malay, Hintli ya da Bangladeşli satıcıların sesini duyarsınız.

İşte 238 odalı Malaya Oteli bu cümbüşün birkaç adım ötesindeki Hang Lekir Sokağı’ndadır. 28 yaşında Moğol güzeli Altantuya Şaribu’nun, 19 Ekim 2006 gecesi, 8. kattaki 21 numaralı odadan çıkıp bir daha dönemediği Malaya Oteli.

Ulan Bator doğumlu Altantuya Şaribu Moskova’da okumuştu ve İngilizce, Mandarin Çincesi, Fransızca ve Rusça’yı anadili kadar iyi konuşurdu. Paris’te kısa süre modellik eğitimi almasına, bir ara Çin’den Moğolistan’a tekstil ürünleri ithal etmesine ve bu nedenle Şanghay, Pekin, Hong Kong ve Tayvan’a gidip gelmesine karşın, son yıllarında tercümanlık yaparak geçiniyordu. İki kez evlenip boşanan Altantuya geride 9 ve 3 yaşında iki erkek çocuğu bıraktı. Büyük olanın babası, ilk eşi ünlü pop grubu Kar Sarnay’ın (Kara Gül) solisti Maday’dı. Küçüğünün babasının, iddia edildiği gibi ünlü Malezyalı değil de, ikinci eşi olduğunu, Altantuya öldürüldükten sonra DNA analiziyle öğrendik.

ALTANTUYA’NIN KAÇIRILIŞI

Malaya Oteli kayıtlarına göre, Altantuya ile iki kadın 8 Ekim 2006’da giriş yaptı. Kadınlardan biri yeğeni, diğeri onun arkadaşıydı. Söz konusu kişinin, Hong Kong’da Altantuya’yla evlendiğini, onu iş görüşmelerine tercümanı olarak götürdüğünü, doğuştan hastalıklı küçük oğlu Atanşagay’ın babası olduğunu ve tedavisi için yarım milyon dolar istemek üzere Malezya’ya geldiklerini söylediler.

Aynı otel odasını paylaştıkları Altantuya’nın Malezyalı’ya SMS mesajları gönderdiğini Ang adındaki bir özel dedektif sayesinde saptadığı, Petronas Kuleleri yakınındaki bir ofise, ayrıca Bukit Damansara’daki bir eve, kimi zaman yalnız, kimi zaman onlarla birlikte gittiğini, ancak güvenlik elemanları yüzünden aradığı kişiyle bir türlü görüşemediğini anlattılar. Hatta, birkaç gün önce, otele gelen sivil giyimli, ancak polis sandıkları iki kişi tarafından ölümle tehdit edildiğini de eklediler.

19 Ekim akşamı, "Beni nihayet evine çağırdı. 3-4 saate dönmezsem polise haber verin" diyerek otelden çıkan Altantuya, saat 19.00 dolaylarında arayıp "Eve ulaştım, ancak kapıdaki görevli zorluk çıkartıyor" demiş. Kadınlar ertesi gün akşama dek beklemiş, gelmeyince dedektif Ang’ı yanlarına alarak Petaling Jaya polis merkezine başvurmuşlar.

Altantuya’nın görüşmeye çalıştığı adam sıradan biri değil, iktidar partisine yakın düşünce kuruluşu Malezya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin kurucu başkanı Abdülrezzak Baginda’ydı. 40’larında, evli ve halen idamla yargılanan Baginda, Başbakan Yardımcısı Necip Razak’a savunma konularında danışmanlık yapmaktaydı. Altantuya’nın, ekim ayında Baginda’yı görüp görmediğini bilmiyoruz. Ancak, yarım milyon dolarlık talebini SMS mesajlarına yazdığı, ayrıca Malezyalı’nın tuttuğu özel dedektif Balasubramaniam’a da söylediği muhakkak.

PLASTİK BOMBAYLA PARÇALANAN CESET

7 Kasım 2006’da, yani kaçırılışın 18. gününde, Kuala Lumpur polisi, kentin 25 kilometre kadar batısında, Şah Alam yakınlarında, Subang baraj gölünü çevreleyen ormanlık alanda çok sayıda kemik parçası bulduğunu açıkladı. Cesedin, kayıp Moğol kadına ait olabileceği, başına iki el ateş edildikten sonra üzerine sarılan plastik bombayla parçalandığı, kesin kimliğin ve ölüm nedeninin saptanması için morga gönderildiği, ayrıca ele geçen kolye, pırlanta yüzük ve gümüş saatin de onun olabileceği bildirildi. Aynı gün, iki özel dedektif, her ikisi Malezya polisi özel kuvvetler birimi Tindakan Khas’da görevli başkomiser Azilah Hadri ve polis memuru Sirul Azhar Umar, ayrıca Abdülrezzak Baginda tutuklandı.

Aslında, Altantuya’nın kayboluşunu öğrenmesiyle birlikte iz sürmeye başlayan Kuala Lumpur polisi, Petaling Jaya polis merkezinde görevli bir kadın polis memuru sayesinde, başkomiser Azilah Hadri ile memur Sirul’a ulaşmıştı. Baginda’nın dedektifi Balasubramaniam, 19 Ekim 2006 akşamı saat 19.00 sularında, patronunun evinin önünde nöbetteyken, Altantuya’nın bir taksiden indiğini, içeri girmek için ısrar ettiğini, o sırada bir araçtan inen iki kişinin kızı kaçırdığını söylemiş, hatta birini başkomiser Azilah olarak teşhis etmişti.

Affedilmez hatalar

Altantuya’nın kemiklerinin bulunması bir rastlantı değil. Gözaltında tutulan başkomiser Azilah Hadri cesedin bulunduğu yeri gösterebileceğini söylemiş, bunun üzerine iki ekip arabasıyla Şah Alam’a doğru yola çıkılmış. Birkaç kez durup yeniden yola koyulan ekipler olay yerine geldiğinde, Azilah Hadri, önce kızın başına iki el ateş ettikleri yeri, daha sonra bunun 20 metre kadar uzağında üzerine bombayı sarıp patlattıkları yeri göstermiş. Bu süreçte, Hadri’nin yanında diğer zanlı Sirul Azhar Umar olmadığı gibi, daha sonra Sirul’dan olay yerini göstermesi istenmemiş.

Bu önemli eksiklik, avukatlar tarafından başkomiserin aslında olay yerini bilmediği, yeri önceden bilen polislerin onu yönlendirdiği şeklinde kullanıldı. Sirul’un avukatı, doğal olarak yer göstermeye hiç götürülmeyen müvekkilinin cinayetle suçlanmasına karşı çıktı.

Yapılan bir diğer hata, polis memurunun evinin aranmasında karşımıza çıkıyor. Bir grup polis Sirul’le birlikte evine gidiyor. Bazı polis memurları yatak odasında 10 dakika kadar yalnız kalıyor. Daha sonra birlikte evi arayıp yatak odasındaki bir dolapta asılı siyah renkte bir ceketin cebinde bir pırlanta yüzük, bir gümüş saat ve bir kolye buluyorlar. Avukatlar, memurların yatak odasında tek başına kaldığı sırada mücevherleri ceketin cebine koymuş olabileceğini iddia ettiler.

Bu saydıklarımdan önemli bir hata daha var. Polis kendisinden şüphelendiğinde, Sirul Azhar Umar, Pakistan’ı ziyaret eden Başbakan Abdullah Ahmed Bedevi’yi koruyan timde görevliymiş. Sirul’u memlekete getirmek üzere İslamabad’a giden birim amiri Mastor, polis memurunun dönüş yolunda, Bangkok-Kuala Lumpur arasında cinayeti üstlendiğini söylemiş ve bu nedenle Sirul’un ifadesinin alınmasına bir daha gerek duyulmamış. Sirul’un avukatı, müvekkilinin havada amiri tarafından ikrara zorlandığını ileri sürdü. Yargıç savunmayı haklı buldu, 1950 tarihli Delil Yasası’nın 26. maddesini uyguladı, Sirul’un suçu üstlendiğinin kayıtlı olduğu tutanağı dosyadan çıkarttı.

DELİL TESLİM ZİNCİRİ

Koruma polislerini, özel dedektifi aracılığıyla tanıdığını ve onlardan Altantuya’nın kendisine ve ailesine yönelik tacizlerini engellemeleri için ricacı olduğunu ileri süren Baginda, kıza zarar vermemelerini tembihlediği halde başkomiser Azilah Hadri’nin kızı öldürmüş olabileceğini ileri sürüyor.

Savcılık ise, 19 Ekim akşamı, Baginda’nın bir yandan kızı eve çağırırken, diğer yandan korumalara haber verdiğini, başkomiser Azilah ile memur Sirul’un Baginda’nın talimatı üzerine kızı kaçırıp öldürdüğünü iddia ediyor. Malaya Oteli’ne gidip kızı ölümle tehdit edenlerin aynı kişiler olduğunu söylüyor ve iddialarını büyük ölçüde telefon ve kapalı devre televizyon kayıtlarına dayandırıyor.

Ne yazık ki, kasetlerin konduğu zarfların üzerinde, bunları kimin kimden ve ne zaman aldığına, incelenmek üzere kimin kime ne zaman teslim ettiğine ilişkin bilgilerde eksiklik, hatta çelişkiler var. Telefon kayıtlarının çıktısında ve SMS’lerin dökümünde de eksiklikler bulunuyor. Ayrıca polis tutanakları arasında çelişkiler, adres, ad ve doğum tarihlerinde hatalar, el konan eşya ve belgelerin sıralandığı zabıtlarda eksiklik ve tutarsızlıklar var.

ÇAPRAZ SORGU

Kızın kaçırıldığı ve polis memuru Sirul’un kullandığı düşünülen CAC 1883 plakalı dört-çeker Suzuki Vitara araçta, 43 numara bir çift plastik erkek terliği bulunmuş. Terliğin üzerinde kan var. Moğolistan’daki aile bireylerinden alınan kanla ormandaki kemiklerin DNA’sını karşılaştıran ve ölenin Altantuya olduğunu belirleyen laboratuvar, terlikteki kanın da ona ait olduğunu saptıyor. Aynı yer, cebinden mücevherler çıkan Sirul’a ait siyah ceketin yaka ve koltuk altlarından alınan ter örneklerinde Sirul’unkini değil, sadece Altantuya’nın DNA’sını buluyor.

5 Ekim 2007’de mahkeme, analizleri yapan Malezya Bilim, Teknoloji ve Çevre Bakanlığı’na bağlı laboratuvarın müdürü 30 yıllık adli kimyacı Primulapathi Jaya’dan bu durumu açıklamasını istedi. Jaya, "Mağdur ceketi giymeden önce, sahibi yıkamış ya da temizleyiciye göndermiş" deyince, avukatlar, tıpkı yıllar önce O.J. Simpson’u savunan meslektaşları gibi, laboratuvar tezgahları üzerinde bir delilden diğerine DNA bulaşmaları olduğunu öne sürmeye başladı. Suzuki aracın, üzerinden ve içinden delil toplanmadan bulunduğu yerden kaldırılıp bir karakol otoparkına götürülmesini ertesi gün delil toplamaya başlamasını eleştirdiler.

Bütün bunlara ek olarak, laboratuvar müdürüne, ormanda bulunan beş kemikten neden sadece kafatası parçasının incelendiği soruldu. "Patolog Dr. Mohd Şah Mahmud, kemik parçalarının yapısal özelliklerine dayanarak hepsinin aynı kişiye ait olduğunu söyledi, ondan inceletmedim," diye yanıtladı. Kemiğin DNA’sını, kızın anne ve babasından alınan kanların DNA’sıyla karşılaştırdıktan sonra, yüzde 99.9999 olasılıkla Altantuya’ya ait olduğunu hangi etnik grubun veri tabanı kullanılarak hesaplandığını sordular. "Elimde Moğollarınki olmadığından Malay, Çinli ve Hintlilerinkini kullandım" dedi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, kendisine teslim edilen biyolojik delillerin bir bölümünde mitokondriyal DNA çalışıldığı ortaya çıktı, yani "Altantuya’ya ait" denilenlerden bazılarının, ana tarafından akraba, kadın ya da erkek, herkese ait olabileceği.

Bu hafta, uzman Şari Desa ateşi çıktığından mahkemeye gelemedi ama, incelediği 70 delil adliyeye getirildi bile. Şari Desa, 5 Kasım Pazartesi günü, iddia makamının tanığı olarak dinlenecek ve kendinden susturuculu Heckler & Koch MP5’i, mermi ve kovanları, patlayıcı artıklarını, toprak kalıntılarını nasıl incelediğini, hangi sonuçlara vardığını anlatacak. Ciddi biçimde adli bilimcilerden destek aldığı belli olan avukatlar, bakalım çapraz sorgusunda bu kez hangi açıkları bulacaklar?
Yazarın Tüm Yazıları