Caddeler gübre, avlular idrar, odalar küf, bacalar kükürt, mezbahalar kan, insanlar ter, ağızlar çürük diş kokardı. İyi kötü, yeryüzünün ne kadar kokusu varsa hepsini algılayabilen, ama kendi kokusu olmayan adam, genç ve güzel kızları öldürdü, yağlarından hazırladığı kokuları süründü ve böylece "insan" olmak istedi.
Patrick Süskind, Koku adlı romanında, kokusu olmayan insanın çaresizliğini anlatır. Aslında her insan kokar ve iyi eğitimli bir köpek (bazen şaşırsa da), tek yumurta ikizlerini kokularından ayırt edebilir. İnsan kokusunu delil olarak kullanmak ve şüphelileri bununla yargı önüne çıkartmak isteyenlerin sayısı, her geçen gün artıyor. Halbuki köpeklerin, kokuyu oluşturan 450 kadar bileşenden hangisi ya da hangilerini değerlendirdiği bile, henüz kesinleşmiş değil. Bütün gayretlere karşın, insan yapımı hiçbir gerecin, bir biyolojik dedektör olan köpek burnunun duyarlılığına ulaşamadığı günümüzde, köpeğin kuyruk sallaması, havlaması ya da yere yatmasının delil niteliğini mutlaka tartışmak gerek.
İnsan teri hakkında çok şey biliyoruz da, koku için aynı şey söylenemez. Kokunun nasıl oluştuğu ve nasıl yayıldığı farklı teorilerle açıklanıyor. Bunlardan biri "sal teorisi". Cilt yüzeyinde bulunan 2 milyar kadar hücrenin, her gün yaklaşık otuzda birinin döküldüğü, yüzlerce organik bileşenin birer minik sal gibi hayal edilen bu hücrelere "bindiği" ve vücudun etrafını saran yarım santim kalınlığındaki sıcak hava tabakası ile dakikada 40 metre ilerleyerek, etrafa yayıldığı kabul ediliyor. Köpekler, büyük bir olasılıkla salların üzerindeki yüzlerce organik bileşenin hem neler olduklarını, hem de birbirlerine oranını saptayabiliyor.
İnsan kokusunun bir bölümü, genetik olarak belirleniyor ve yaşam boyu hiçbir biçimde değişmiyor. Bir bölümü, beslenme ve hastalıklardan etkileniyor. Bir bölümü de, vücuda sürülen kolonya, parfüm ve losyon ya da tütün, kükürt, çamaşır suyu benzeri dış etkenlerin kokuları.
MEME
KANSERİ KOKUSU
Köpekler, insanlardan farklı olarak, dış etkenlerin kokusunu "beyin ardı" edebiliyor ve vücudun neresinden alınırsa alınsın, kalıtımsal ve beslenme kaynaklı bileşenleri ayırabiliyor.
Sara nöbetlerini önceden fark edebilen köpekler olduğunu biliyorduk. Amerikalı Michael McCulloch ile Polonyalı Tadeusz Jezierski’nin, 2006 Mart’ında "Cancer Therapies" adlı dergide yayınlanacak araştırması ile erken dönem akciğer ve meme kanserli kişileri de saptayabildiklerini öğrendik.
Kaçakların, kayıpların izini sürmede ise, köpekler yüzyıllardır kullanılır. Kendilerine koklatılan eşyayı giyeni; tütün, sabun, parfüm, yağmur, rüzgar, egzoz gazı, yangın dumanı ve başka insanların varlığından etkilenmeksizin bulabileceği, defalarca kanıtlanmıştır. Suç yerinden ya da suç aletinden elde edilen kokunun, kime ait olduğunun köpeğe buldurulması (osmoloji) ve bunun mahkemelerde delil olarak kullanılması ise oldukça yenidir.
Osmolojinin soruşturmalarda kullanılması 1970’lerde, Macaristan’da, 2 Fransız köpek eğitimcisinin, 4 köpeği 5 ay boyunca eğitmesi ile başladı, daha sonra hızlı biçimde yayıldı. 2004 yılında FBI’dan Rex A. Stockham, eğitimli köpeklerin, patlamış bomba artıkları ya da olay yerinde bulunan boş kovanlar üzerindeki insan kokusunu algılayabildiğini kanıtlayınca, çok daha ileri bir boyuta ulaştı.
HENÜZ STANDARDI YOK
İnsan kokusundan kimlik tespiti, kokunun tıpkı parmak izi ve DNA gibi kişiye özgü ve değişmez olduğunun kabulüne, ayrıca eğitimli köpeklerin bu biyometrik özelliği ayırt edebileceğine dayanır. Her iki varsayım, henüz bilimsel olarak kanıtlanmamış olduğu halde, insan kokusu Belçika, Hollanda, Polonya, Almanya ve ABD gibi pek çok ülkede teşhiste kullanılmakta ve "usulüne uygun biçimde" uygulandığı takdirde, köpeğin davranışı delil olarak kabul görmektedir. "Usulüne uygun biçim"in ne olduğu, Europol ve Interpol’ün bu alandaki çalışma gruplarında, 1999’dan bu yana hálá tartışılmaktadır.
Köpeklerin nasıl eğitilip, nasıl sınanacağının, olay yerinden, suç aletleri üzerinden, şüphelilerden koku örneklerinin nasıl alınacağının, kaç tane köpeğin, hangi koşullarda bunları koklayacağının henüz standardı yoktur. Bir uygulamanın standardı yoksa, "adaletin tecelli"sinden bahsedilemez.
Kimi ülkeler, suç aletini köpeğe doğrudan koklatırken, kimileri suç aletine yaklaştırılan, koku toplama gereçlerini (STU, scent transfer unit) kullanmayı şart koşuyor.
Kimi ülkeler, şüphelinin yanı sıra en az 5 kişiye, 10 dakika tutturulan paslanmaz çelik çubukları, hacmi, sıcaklığı, nem oranı belli kapalı bir odada yan yana diziyor, evvelce suç aleti üzerindeki koku sunulmuş köpeği tek başına bu odaya bırakıyor ve çubuklar arasından, bu kokuyu taşıyan olup olmadığını bulması isteniyor. Bu sırada, hayvanın tüm hareketleri, mahkemede gösterilmek üzere videoya kaydediliyor.
Kimi ülkeler ise, şüphelinin yanına birkaç kişi (en iyi senaryoda onunla aynı cinsiyet, yaş ve ırktan) diziyor ve tasmasından tutulan köpeğin, aralarında gezdirilmesiyle yetiniyor. Sadece bu farklar yüzünden, birçok ülkede "köpek teşhis etti" diyerek çok kişinin canının yandığı ve yanmakta olduğu açıktır.
NARKOTİK KÖPEKLERİ BAĞIMLI DEĞİLDİR
Narkotik köpeklerinin, bağımlılıkları nedeniyle, maddelerin saklandığı yeri buldukları sanılır. Aslında, köpeklerin uyuşturucuya karşı hiçbir ilgileri yoktur. Sadece uyuşturucuyu bulurlarsa, keyif aldıkları bir oyuna, sevdikleri oyuncağa ya da yemeğe kavuşacaklarını bilirler. Uyuşturucu kokusu ile bu nesne ya da eylemi bağdaştıracakları biçimde eğitilirler.
Örneğin hiçbir koku kalmayacak biçimde yıkanmış havlunun bir ucundan eğitimcinin, diğer ucundan köpeğin çekiştirmesiyle oynanan oyun, havluya sarılı uyuşturucu ile sürdürülürse, köpek havlu çekiştirmeyi onun kokusu ile bağdaştırır. Kısa sürede, o kokunun yerini bulursa, oyun oynayacağını öğrenir. Eğitim ilerledikçe, havlunun içine farklı uyuşturucular saklanır. Bomba dedektörü köpekler de aynı şekilde eğitilir. Havlunun içine uyuşturucu yerine, bomba imalatında kullanılan değişik kimyasallar saklanır. Hatta artık bu maddelerin kendisi değil, onlar gibi kokan yapay çözeltiler kullanılıyor.
Kadavra köpeklerinin eğitimi için, "su altındaki kadavra", "az çürümüş" ya da "çok çürümüş kadavra" kokuları bile var.
Bir narkotik köpeği ile bomba dedektörü olarak kullanılan köpeğin arasındaki en temel fark, aradıklarını bulduklarındaki davranış biçimidir. Biri, kazıp, eşeleyebilir, diğeri kendine ve çevresine zarar vermemek için yere yatıp, hareketsiz beklemelidir. Bir polis köpeğine hem bomba, hem de uyuşturucu aratılmamasının başlıca nedeni budur.
Kısacası, narkotik köpekleri bağımlı değildir. Bununla birlikte zaman zaman, polis köpeklerinin başına görev başında öldürülmekten tutun da, zehirlenmeye varıncaya dek pek çok üzücü olay gelir. Birkaç gün önce, İngiltere’deki bir uyuşturucu operasyonu sırasında, Springer Spaniel cinsi Jazz adlı polis köpeğinin naylon poşete sarılı eroin paketine dişlerini geçirmesi nedeniyle, ağzına bulaşan eroinden hastanelik olması bunun son örneklerinden biri.
NEDEN K-9 DENİYOR?
Güvenlik personeline yardımcı olan köpeklere K-9 dendiğini belki duymuş ve neden bu şekilde adlandırıldıklarını merak etmişsinizdir. K-9, İngilizce "kiy-nayn" şeklinde okunur ve ses olarak, köpek, kurt, tilki, çakal ailesinin adı olan "canine"ı çağrıştırır.
Birçok ülkede, K-9 denince, akla hemen Alman çoban köpeklerinin gelmesinin nedeni, onların yüzyılı aşkın bir süredir polis ve asker tarafından kullanılması, ayrıca televizyon dizileri ve sinema filmlerinde polis köpeği rolünün genellikle onlara verilmesindendir. Halbuki bilimsel araştırmalar, her cins köpeğin, belli eğitimlerden geçirildikten sonra, belli bir amaca yönelik polis köpeği olarak kullanılabileceğini gösteriyor.
Örneğin, şimdilerde kuş gribi korkusu nedeniyle hemen her havaalanında valizleri, çantaları koklayarak tüy, yumurta ve kanatlı eti arayanlar, kısa bacaklı, uzun, düşük kulaklı, hatta üzerine polis üniforması giydirilmiş, cana yakın küçük av köpekleri.
Köpekler, insan kokusunun moleküler genetik analizini yapıyor
Ülkemizde polis ve jandarma teşkilatları, ayrıca silahlı kuvvetler içerisinde, 1990’lardan bu yana uyuşturucu, patlayıcı, silah, canlı insan ve ceset arama için köpekler eğitiliyor ve başarılı biçimde kullanılıyor. Bu alanlarda, köpek ve eğitimci eğitimi veren özel şirketler de var. Türkiye’de henüz, olay yeri ya da suç aleti üzerindeki insan kokusundan yola çıkarak, suçluyu suçsuzdan ayırabilen köpekler yok. Ancak Avrupa Birliği’ne uyum sırasında, bu konu gündeme gelebilir.
Toplum olarak yeni teknolojilere açığız ve çok büyük faydalarını da görmekteyiz. Ancak, suçla mücadele ile ilgili yeni yöntem ve teknolojilerin transferinde (ki TÜBİTAK’ın ve üniversitelerin büyük gayretlerine rağmen, ne yazık ki hálá büyük ölçüde transfer etmekteyiz), kimi zaman acele etmekteyiz. Köpeklerin, suçluları kokularından teşhisi çok cazip gelse de, çok sayıda denetlenemez hata kaynağını da barındırdığından (örneğin, köpeklerin oyun oynamak, yemek yemek için yalan söyleyebildiği kanıtlanmıştır), yavaş hareket edilmesi ve yakın bir gelecekte piyasaya çıkacağına inandığım, onların yerini tutabilecek "elektronik burunlar"ın beklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu konu, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’muz çerçevesinden değerlendirildiğinde ise, ilginç tartışmalara yol açabilir. Koku incelemesi; 81. Madde’de belirtilen parmak izi, ses ve görüntü kaydı gibi fizik kimliğin tespitine yönelik bir uygulama mıdır, yoksa 79. Madde’de bahsedilen moleküler genetik bir inceleme mi? Bana göre, becerebildikleri iş, elimizdeki olanakların çok ötesinde moleküler genetik bir analizdir. Hal böyle olunca, 79. Madde’nin uygulanması aklıma daha çok yatıyor. O zaman, koklayabilmeleri için hakim kararının yanı sıra, bilirkişi olarak görevlendirilmeleri gerekiyor. Ayrıca, yasak moleküler genetik analizler (örneğin hastalık tanısı) yapmamaları için de önlemler almalı.
BIÇAKTAKİ KOKU
Günümüzde hukukçular, olay yeri ve suç aletleri üzerindeki kokuyu delil olarak kabul eden ve etmeyenler olarak ikiye ayrılıyor. Köpeklerin suçluyu kokusundan bulması, sıkı biçimde denetlenen koşullarda uygulanabildiği takdirde, hüküm kurmaya yetmese de, soruşturmayı yönlendirme açısından değer taşıyabilir.
23 Eylül 1999’da Hollanda’nın Deventer Kasabası’nda 60 yaşında bir kadının, kendi evinde, elle boğma ve bıçakla yaralama sonucu öldürülmesi, buna iyi bir örnektir. Olay yerinde ele geçen bıçakta, ne ölenin kanı, ne de katilin parmak izi ya da DNA analizi yapılabilecek biyolojik kalıntı bulundu. Özel eğitimli bir köpek, bıçaktaki kokuyu, şüpheli ile eşleştirdi. Arnhem Mahkemesi, köpeğin davranışını delil olarak kabul etti ve sadece buna dayanarak, 22 Aralık 2000’de, sanığı 12 yıl hapse mahkum etti. Hollanda Yüksek Mahkemesi bıçağın yeniden incelenmesini istedi ve Ulusal Adli Bilimler Enstitüsü’nden Dr. Ate Kloosterman’ı bilirkişi olarak tayin etti. Bilirkişi, bıçakta kan bulunmadığını, buna karşılık 2 kişinin DNA profilinin elde edildiğini, ancak bunların ne mağdur, ne de şüpheliyi tuttuğunu bildirince karar bozuldu. Dava, ’s-Hertogenbosch Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlandı. Savcılık, bıçağın cinayette kullanıldığını DNA analizi ile kanıtlayamadığından, bıçağı ve üzerindeki kokuyu delil olmaktan çıkartmak zorunda kaldı. Dr. Kloosterman, mağdurun üzerindeki gömleğin yakasında, şüphelinin DNA’sını tutan kan lekeleri bulduğunu bildirince, 9 Şubat 2004’te yeniden mahkumiyet kararı verildi.
Bu sonuç, koku delili taraftarı olan çevrelerce, köpeğin üstün yeteneği ve bıçaktaki kokuda yanılmadığı şeklinde değerlendirdi. Mağdurun gömleğindeki şüpheliye ait kanın, neden dört yıl önce bulunamadığı konusu ise, ne yazık ki pek önemsenmedi.