Şubat sonlarından bu yana Bhutan’ı da kapsayan bir iş gezisindeydim. Benim "iş gezi"min, doğa güzelliklerini, etnik yemekleri, tapınakları kapsamayacağı ortada. Bu yönlü bir beklentiniz varsa, önceden uyarayım, anlatacaklarım size göre değil.
25 Şubat 2007 sabahı, 2235 metre yükseklikteki, Bhutan’ı dünyaya bağlayan tek havaalanı Paro’dayım. Bhutan Dışişleri Bakanlığı’ndan beni karşılamaya gelenler pasaport işlemlerimi tamamlarken, güvenlikten sorumlu yetkililerle sohbet ediyorum. 670 bin nüfuslu Bhutan’ın, "Himalayalar’daki son Shangri-La" yani son cennet olarak tanımlanamayacağının ilk ipuçlarını veriyorlar. Bir hafta kadar sonra aynı alandan Katmandu’ya doğru uçarken, artık iyice biliyorum.
Kuzeyden Çin’in, güneyden Hindistan’ın kıskacında kalan, yüzölçümü Konya ili kadar olan Bhutan’ın, romanlara, filmlere konu olmuş eski günlerine dönmesi artık olanaksız. Trafik ışıklarının bulunmaması ve erkek devlet memurlarının diz boyu etek giymesi gibi bazı ufak tefek istisnalar dışında, İstanbul’da, New York’ta, Tokyo’da, Nairobi’de ne varsa, burada da var. Üstelik boyutları, hiç de küçümsenir gibi değil.
Havaalanı ile başkent Thimphu arasındaki, bir yanı uçurum, diğer yanı kayalık, yer yer sadece tek aracın geçebileceği genişlikteki toprak yolun her virajında "klakson çal" işareti var. İki yönlü çok yoğun kamyon, iş makinesi, dört çeker araç trafiği ve Hindistan sınırından ana artere katılanların polisçe durdurulması yüzünden, 55 kilometrelik yol, iki saatten fazla sürüyor. Klakson sesleri arasında konuşuyoruz. Mirasın kız çocuklarına kaldığını öğreniyor, seviniyorum. Dünya genelinin aksine, erkeklerin kadınlardan daha uzun yaşadığına şaşırıyorum. Her 10 kadından sadece üçünün okuma yazma bildiğini, her 10 çocuktan birinin yaşını doldurmadan öldüğünü öğreniyor, üzülüyorum.
Başkentteki ilk gece, köpek havlamalarından uyumak mümkün olmuyor. Sabah, etrafta dolanan onlarca başıboş köpeğin nedenini soruyorum. Kutsal kabul edildiklerinden, kimsenin rahatsız olmadığı söyleniyor. "Kuduz yok mu?" diye soruyorum. "Var" deniyor.
BHUTAN’DA OLAY YERİ İNCELEMESİ
Bhutan’a gelişimin resmi nedeni, uyuşturucu arzı ve talebiyle mücadele konusunda uluslararası antlaşmalara ne ölçüde uyabildiklerini belirlemek olsa da, kişisel meraklarım bunun çok ötesinde. Örneğin, suçların aydınlatılmasında kullandıkları yöntemler, olay yeri incelemesi, delil toplanması ve DNA analizleri gibi.
21 Temmuz 2006’da, başkentin hemen dışındaki Sha Ngawang kasabasındaki evinde ölü bulunan 74 yaşındaki kadınla ilgili soruşturma, ülkenin her yanındaki hizmet kalitesini yansıtmamakla birlikte, Bhutan Kraliyet Polisi’nin yeni ceza yasasına uyma gayretlerini gösteren bir uygulama. Yapılan sorgusunda evin gelini, kayınvalidesiyle sürekli tartıştıklarını, o gün dayanamayıp boğazına sarıldığını ikrar etmiş olsa da, olay yeri inceleme ekibini yöneten binbaşı Dorji Wangchuk, yaşlı kadının başındaki darp izlerinden kuşkulanıyor ve cinayetin genç gelinin üzerine atılmış olabileceğini düşünüyor. Bhutan’ın henüz DNA analizi yapabilecek olanakları yok. Bu nedenle binbaşı, evde bulduğu üzeri kan lekeli giysileri Hindistan’ın Kalküta polis kriminal laboratuvarına gönderdiğini söylüyor. Gelecek sonuca göre hareket edecek.
Bhutan Bankası’nı soymaya kalkışırken, bekçiyi bıçaklayarak öldürmekle suçlanan Om Raj Rai ve Nar Bahadur Rai’nin parmak izlerine rastlanmayışı, buna karşılık evlerinde yapılan aramada ele geçen giysilerdeki kan lekelerinin, bekçinin DNA’sını tutması sayesinde ömür boyu hapse mahkum edilmeleri, polisin gururla anlattığı bir diğer olay.
2004 yılındaki yasal reformlardan sonra, DNA analizlerine ilgi giderek artmış. 2005 Eylülü’nde gelen Interpol üyeliğinin de buna katkısı büyük. Yargıçlar, artık sadece cinayetlerde değil, biyolojik babanın belirlenmesinde de DNA delillerini arıyor. Bu nedenle Hindistan, Avustralya ya da Sri Lanka’nın kriminal laboratuvarları Bhutan’ın babalık tayinlerinde de bilirkişilik yapıyor.
Bir erkeğin, çocuğunun babası olduğunu ileri sürerek mahkemeye başvuran bir kadın, yurtdışından gelen DNA raporuna göre haksız çıkarsa, sadece DNA analizinin ücretini (250 - 350 YTL) ödemekle kalmıyor, bir yıl hapse ve 1 milyon Ngultrum’a (yaklaşık 32 bin YTL) varan tazminatı ödemeye mahkum edilebiliyor. Suçlanan erkek biyolojik babaysa, DNA analiz ücretinin yanı sıra, çocuk 18 yaşına gelinceye dek, aylık gelirinin yüzde 20 kadarını anneye ödemesi gerekiyor. Ücretlerin yüksekliğinden, bilirkişi raporlarının gecikmesinden herkes şikayetçi. Ülkenin DNA analizleri yapabilecek tek uzmanı, adli biyolog teğmen Lobzang Phuntsho, polis kriminal laboratuvarına gerekli teçhizatı aldırmak üzere.
Bir yanda kutsal kabul edildiği için dokunulmayan köpekler, üzerinde dualar yazılı uçuşan rengarenk bayraklar, öte yanda çağın en ileri soruşturma tekniği DNA analizleri. "Kükreyen Ejderha’nın Ülkesi", refah düzeyini hala "Gayri Safi Milli Mutluluk" ile ölçse de, genç kralının liderliğinde demokrasiye geçiyor, büyük bir hızla gelişiyor, dönüşüyor ve pek çok toplumun ancak birkaç yüzyılda ulaştığı sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmeleri, birkaç yılda yakalamaya çalışıyor.
HERKES DOMA ÇİĞNİYOR
Bhutan’da birkaç yıldır sigara satışı yasak. Buna rağmen sokakta, lokantalarda sigara içenlere rastlanıyor. Sigara kaçakçılığı almış yürümüş. 600 kilometrelik Hindistan sınırı, sadece 20 noktada denetleniyor. Havaalanında da valizler, ihbar olmadıkça aranmıyor. Bhutan’da cannabis, yani esrarın elde edildiği bitki, tıpkı Nepal ya da Kazakistan’daki gibi, kendi kendine yetişiyor. "Biraz uyutsa da, iyi bir besin" diyerek domuzlara yediriyorlar. Birkaç yıldır, bahar aylarında okul çocuklarının ve ebeveynlerin dahil edildiği "kök sökme" kampanyaları düzenlense de, esrar kullanımı pek yaygın olmadığından, önemsenmiyor.
Başkent Thimphu’nun 35 yıllık hastanesinin koridorlarında birkaç metrede bir "Yere tükürmediğiniz için teşekkür ederiz" yazılı tabelalar dikkatimi çekiyor. "Neden ceza vermiyorlar da, teşekkür ediyorlar?" diye düşünüyorum. Az sonra başhekim, "Sokaklardaki kırmızı lekeler dikkatinizi çekmedi mi?" diye soruyor. Ertesi günlerde dikkat ediyorum. Sıradan vatandaştan devlet memuruna, kadın, erkek orta yaşın üzerindeki pek çok kişinin yanakları şiş, dudaklarının kenarından kırmızı bir sıvı sızıyor, "doma" çiğniyor, kalıntısını ya yutuyor, ya da yere tükürüyorlar. Areka palmiyesinin fındık benzeri meyvelerinin üzerine kireç ekledikten sonra etrafına yaprak sarılarak hazırlanan "doma", başkent sokaklarında bolca satılıyor, içerdiği nikotin benzeri arekain ve türevleri nedeniyle, uyarıcı etkisi var, açlığı bastırıyor ve tütün, khat ya da koka yaprağı çiğnemek gibi bağımlılık yapıyor.
Bhutan’ın ilk ve tek adli tıp uzmanı
Thimphu’daki hastaneye, Hindistan’ın yardımlarıyla yakında 350 yataklı yeni bir pavyon eklenecek. Dünya Sağlık Örgütü’nün desteğiyle kırsal bölgelerdeki sağlık hizmetinin kalitesini yükseltmek amacıyla teletıp uygulamasına geçilmeye çalışılıyor. Bhutan’daki ilk telefonun 1963’te, internetin 1999’da devreye girdiği düşünülecek olursa, bir hayli yol gidildiğini söylemek gerek. Şimdilik sadece birkaç bölge hastanesinde çekilen elektro, ultrason ve röntgenler merkezde değerlendiriliyor, birkaç yıl içinde tüm ülke hastaneleriyle bağlantı hedefleniyor.
Hastaneye girip de, adli tıbbın nerede olduğunu sormamak ne mümkün. Personel yeri tarif etmekte biraz zorlanıyor. Sonunda, asma kattaki küçük ofisinde, Dr. Pakila Drukpa’yı buluyorum.
Dr. Drukpa, Bhutan’ın ilk ve tek adli tıp uzmanı. Birimi, 2005 Şubatı’nda kurmuş. İki yıldır, en azından başkentteki adli tıp hizmetleri, gerçek bir profesyonel tarafından veriliyor. Ülkenin diğer yanlarında ise başka dalların uzmanı hekimler, sağlık teknisyenleri ya da hemşireler bilirkişilik yapıyor. Dr. Drukpa, cenazelerin hemen yakılması yüzünden otopsilerin azlığından ve henüz bir toksikoloji laboratuvarının bulunmamasından şikayetçi. Fare zehriyle intiharların, zehirli mantarlarla kazaların, alkol ve uyuşturucuya bağlı ölümlerin giderek arttığını anlatıyor."Türkiye’de otopsi yapılıyor mu?" diye soruyor. Bazı sayılar veriyorum. Hayret ediyor.
Doktora, aile içi şiddetin boyutlarını soruyorum. Kadınların yasal haklarını bilmediklerini, polise başvurmaya çekindiklerini, 2006 yılı boyunca 112 aile içi şiddet olayıyla karşılaştığını, yarıdan fazlasında eşlerini döven erkeklerin, iş hayatlarında uysal ve sevecen olarak tanınan devlet memurları ve gelir düzeyi yüksek iyi eğitimli kişiler olduğunu anlatıyor. Anlaşılan Bhutan’da da, erkeklerin "adam" olmasına eğitim yetmiyor.
BUDİZM ALKOL TÜKETİMİNİ ARTIRIYOR
Alkolizm, Bhutanlıların başta gelen ölüm nedenini oluşturuyor. Konuyu, Sağlık Bakanı müsteşarı Dr. Sangay Thinley ile tartışıyorum. Alkolün, ülkenin resmi dini Vajrayana Budizmi’nin tören ve kutlamalarının ayrılmaz bir parçası olduğunu, doğumlarda, düğünlerde, cenazelerde alkol içildiğini, hemen her evde geleneksel olarak pirinç rakısı imal edildiğini, bu nedenle alkolün zararlarını anlatmakta güçlük çektiklerini anlatıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, Bhutan, Güney Asya ülkeleri arasında alkol tüketiminde birinci.
Ülkede, alkolizm tedavisi yapılan tek sağlık kuruluşu, başkent hastanesi. Birkaç yıl önce psikiyatri kliniğini kuran şef Dr. Chencho Dorji de, Bhutan’ın ilk ve tek psikiyatri uzmanı. Dr. Dorji, alkoliklerin akıl hastası olarak damgalanma korkusuyla psikiyatra başvurmaktan çekindiğini, ailenin zoruyla tedaviye geldiklerini ve başarı oranlarının çok düşük olduğunu anlatıyor. Hastaneye yatan her üç hastadan birinin, alkole bağlı bir komplikasyon nedeniyle kaybedildiğini, 2006’da alkolizm tedavisi gören 146 kişiden 45’inin kurtarılamadığını söylüyor ve alkolizmin gençler arasında yaygınlaştığını ekliyor. Zaten kliniğin, alkolizm tedavisine ayrılan bölümündeki hastaların yarıya yakını, küçük yaşta.
Nüfusu 50 bin dolayındaki başkent Thimphu’nun çok canlı bir gece hayatı var. Sadece barların sayısı, bin 200’ü buluyor ve Bhutan yasaları, 18 yaşından küçüklere alkol satışını yasakladığı, ayrıca bar, gece kulübü, diskotek gibi mekanlara girmelerine izin vermediği halde, kimlik denetiminin sadece dış görünüşe bakılarak yapıldığına tanık oluyorum.
BİR UMUT MERKEZİ: REWA
Nüfusun yarısının 15 yaşından küçük olduğu Bhutan’da, bakanından polisine, öğretmeninden kamyon sürücüsüne kadar herkesin paylaştığı bir görüş var. Gençler arasında alkol tüketimi artıyor ama, daha kaygı verici olan, şiddet artıyor, uyuşturucu bağımlılarının sayısı yükseliyor. Kimileri bunu, 1999’da ülkeye giren televizyona, 50’ye yakın kanalın yarattığı kirliliğe ve internete bağlıyor, kimileri yurtdışına okumaya giden gençlerin oralarda edindiği kötü alışkanlıklara. Nedeni ne olursa olsun, uyuşturucu içeren ilaçları, sınırın hemen ötesindeki Hint eczanelerinin reçete istemeksizin satması, madde kullanımını körüklüyor.
Öte yandan kırsal bölgelerde, eczane ve hastane eksikliği nedeniyle çarşıda, pazarda ilaç satıldığını öğreniyorum. 28 Şubat akşamı, Bhutan Ulusal Televizyonu ana haber bülteninde benimle yapılan bir röportaj yayınlanıyor. Gelişmekte olan ülke piyasalarında yüzde 50’ye varan oranda sahte ilaç bulunduğunun altını çiziyorum.
Bir diğer sorun, Hindistan ile Bhutan arasındaki özel antlaşmalar gereği, neredeyse hiç denetim yapılmayan sınırdan geçip, otellerde müşteri kabul eden bazı uyuşturucu bağımlısı ve HIV/AIDS virüsü taşıyan Hintli kadınlar. Bilinen 105 AIDS olgusundan çoğunun, hastalığı bu kadınlardan aldığı ve bulaşma nedeninin sadece korunmasız cinsel ilişki değil, iğne ve enjektörü paylaşarak damar yoluyla uyuşturucu kullanımı olduğu sanılıyor.
Bhutan’da, uyuşturucu bağımlıların tedavi için başvuracakları tek bir yer var: Rewa. Bhutan’ın resmi dili Dzongkha’da "umut" anlamına gelen Rewa, iki eski bağımlı genç tarafından kurulmuş bir sivil toplum örgütü. Hindistan’da gördükleri tedavinin aynısını uygulayarak bağımlıları kurtarmaya çalıştıklarını anlatıyorlar. Temizlik, çamaşır, yemek pişirme gibi gündelik işleri, hastalar üstlenmiş.
Doktorun haftada bir gün geldiğini, kirayı ödeyecek parayı zor bulduklarını öğreniyorum. Dört metrekarelik, yarı karanlık, sıcak ve havasız bir odaya giriyoruz. Üç taraftaki duvar boyunca dolanan tahta sedirde, zayıf, halsiz, 10-12 genç adam diz dize oturuyor. Onları yüreklendirme gayretiyle birkaç sözcük ediyorum. Teşekkür ediyorlar. Donuk gözbebeklerinde, biraz zorlanarak da olsa, yaşama dönebilme umudunun kıvılcımlarını yakalıyorum.