"Kardeş kardeşi öldürdü" yazan, boynu bükük, işçi tulumlu, perişan görünümlü, safça bakan üç ihtiyarın fotoğrafı bulunan haberi, büyük bir dikkatle okudu. Kalktı, baroya telefon etti. Savunma avukatına ücretsiz danışmanlık yapabileceğini bildirdi. O güne değin 12 binden fazla otopsi gerçekleştirmiş, 25 bin raporun altına imza atmış doktor ve hukukçu Cyril Wecht’in burnuna, kahvenin güzelim tadını bastıran pis kokular geliyordu.
En küçüğü 59, en büyüğü 70 yaşındaki Ward kardeşler bekardı, ilkokulu bitirdikleri bile kuşkuluydu. Tepenin
üzerinde, babalarından kalma dört gözlü çiftlik evinde birlikte yaşar, inek yetiştirir, günaşırı kapılarına gelen kooperatife süt satarak geçinir, sabahtan akşama tütün çiğner, Çarkıfelek’i seyretmeden yatmazlardı.
En yaşlıları Roscoe, hiç duymaz olmuştu. Zaten dik kafalının biriydi, buna sağırlığı eklenince tamamen içine kapanmıştı. Olur olmaz her şeye çocuk gibi gülen en küçükleri Delbert, dışarda kar yağsa "Hava 30 derecenin üzerinde" denmesine bile ses çıkarmayan, her şeyi onaylayan yumuşak başlı bir adamdı. Buna karşılık beline kadar uzanan sakalı ve kısacık boyuyla Lyman, öylesine sinirliydi ki, dert açmamak için, az konuşmaya çalışırdı. Hele yabancılarla, hiç konuşmazdı.
İşte bu yüzden, durmaksızın başının ve midesinin ağrıdığından, ayaklarının şiştiğinden yakınsa da, aralarında en güçlü kuvvetli olan, ayda bir yeşil traktöre binip, 70 kilometre ötedeki kasabaya alışverişe giden (zaten ondan başkasının ehliyeti yoktu), hesapları tutan, yemekleri pişiren ve sözü hep dinlenen Bill’di.
5 Haziran 1990, Ward kardeşler için sıradan bir gündü. Bill ve Delbert, 50 yıldır olduğu gibi aynı yatağa yattı, birbirlerine tatlı rüyalar diledi ve Bill, bir daha uyanmadı.
TELEFONCULUK OYUNU
Çiftliğe önce bir devriye otosu, sonra ambulans, sonra bir sürü başka polis ve tam 7.45’te de dedektif Killough ile birlikte bir doktor geldi. Üzerinde pijamaları, sağ yanına boylu boyunca uzanmış, gözleri ve ağzı hafif aralık Bill Ward’ı görüp, kardeşlerle birkaç dakika görüştükten sonra, otopsi yapılmasına karar verdiler.
New York eyaleti adli tabiplerinden Humphrey Germaniuk otopsiye başladığında saat 11 olmuştu. Doğal bir ölüme yol açabilecek değişiklikler saptayamayan, buna karşılılık gözlerde, ağızda ve soluk borusunda peteşi denen toplu iğne başı büyüklüğündeki kanama noktaları gören doktor, savcı Donald Cerio’ya ulaşıp, "Kesin ölüm nedenini henüz belirleyemedim. Havasızlığın ölüme yol açtığı bir cinayet bile olabilir. Dokuları inceleteceğim, alkol, uyutucu-uyuşturucu ve zehir aratacağım. Cenazeyi, pijamayı, fanilayı ve uzun donu mezarlık morguna gönderdim. Otopsi raporunu daha sonra vereceğim," dediğinde, saat 17’ye geliyordu.
Savcı Cerio, 10 dakika sonra müfettiş Lagatta’yı aradı ve sadece "Doktor Germaniuk ihtiyarın havasızlıktan öldüğünü ve boğulmuş olabileceğini düşünüyor" dedi. Müfettiş, hemen, çiftliğe en yakın karakola bilgi verdi: "Kardeşlerden biri ihtiyarın ağzını burnunu kapatarak öldürmüş." Tıpkı kulaktan kulağa oynanan telefonculuk oyunu gibi, ilk söylenen, sona ulaştığında tümüyle anlamını yitirmişti.
AĞABEYİMİ BEN BOĞDUM
İki saat geçmemişti ki, çok sayıda polis, çiftliği çevirmiş, kardeşleri devriye araçlarına bindirerek karakola götürmüş, sorguluyordu bile. Saat 23.30’a doğru en küçükleri, güleryüzlü, iyi huylu Delbert tutuklandı. Memur Eugene Rifenburg’a, ağabeyini öldürdüğünü itiraf etmişti. Daktilolanmış ifadesinde, yıllardır baş ağrısı, mide yanması ve ayak şişmesinden yakınan Bill’in acılarına son vermek için uyumasını beklediği, daha sonra sol yanına dönerek, ağzını, burnunu sağ eliyle kapattığı kayıtlıydı. "Okudum, anladım" yazısının hemen altını imzalamıştı.
Memur Rifenburg, kardeşlerin en yaşlısı ve sağırı Roscoe Ward ile hiç iletişim kuramadı. Lyman’ın ifadesine gelince, "Boğuldu" demişti. "Delbert boğmuş olabilir mi?" diye sorduğunda verdiği yanıt, tek kelimeydi: "Olabilir."
Durumdan haberdar edilen doktor Germaniuk, sabahı beklemeden çiftliğe gitti. Ne kadar çarşaf varsa topladı. Daha sonra, cenaze evine yollandı. Yaşlı adamın penisinden, anüsünden aldığı sürüntü örnekleri ve çamaşırlarıyla geri döndü. İki kardeşin aynı yatakta yattığını öğrenmişti ya, cinsel ilişkide bulunmuş olabilecekleri iddialarına karşı, önlem almak istemişti. Ofisine döndüğünde, histopatoloji ve toksikoloji raporlarını, sperm aranmasını beklemekten vazgeçti. Oturdu, raporunu tamamladı. Sonuç bölümüne "elle boğma sonucu havasızlıktan ölüm" diye yazdı ve rahat bir uyku uyudu.
SAVUNMANIN SİLAHLARI
Delbert, cinayeti kabullenmiş olsa da, 20 yıldır kardeşleri tanıyan emekli yargıç Harry Thurston kasabayı ayağa kaldırmış, tutuksuz yargılanması ve Bill’e yeniden otopsi yapılması için 900 imza toplamayı başarmıştı. Üç hafta kadar sonra Madison mahkemesi yargıcı O’Brien, 10 bin dolar kefalet karşılığı Delbert’i serbest bıraktı. Bayan Emilie Stilwell elde teneke kutu kapı kapı dolaşarak bu parayı topladı. Delbert evine döndü ve her zamanki gülümseyen haliyle, duruşma gününü beklemeye başladı.
Savcı Cerio’nun mezarı açtırıp, tekrar otopsi yaptırmaya niyeti yoktu ama, otopsi raporunu, tamamlanan histopatoloji ve toksikoloji bulgularını, çamaşırlardaki sperm lekelerinin ölenin kendisine ait olduğunu gösteren DNA sonuçlarını başka bir adli tabibe inceletmeden, iddianamesini hazırlamadı. Monroe adli tabibi Dr. Nicholas Forbes, meslektaşının kararına katıldı, otopsi eksiksizdi. Zehirlenme yoktu. Doğal ölüme yol açacak bulgu yoktu. Peteşiler, havasızlıktan boğulmanın işaretiydi. 19 Mart 1991’de savcı Cerio, Delbert’i ömür boyu hapis istemiyle büyük jürinin önüne çıkarttı.
Savunma avukatı Ralph Cognetti’nin, New York’lu özel dedektif Joseph Spadafore ve ABD’nin en ünlü patologlarından Pittsburgh’lu Cyril Wecht’ten yardım aldığını bilmiyordu.
Sıradışı bir doktorun ısrarı
Dr. Cyril Wecht sıradan birisi değildi. Binlerce otopsi yapmış, bir o kadar kez jüri önünde kararlarını savunmuş, son 30 yılda pek çok ünlü kişinin otopsi bulgularını yorumlayarak haftalarca, hatta yıllarca süren tartışmalara yol açmıştı. Yakışıklıydı, ses tonu etkileyiciydi, karmaşık konuları basit bir dille anlatmasını bilirdi, ikna yeteneği yüksekti, aynı zamanda hukukçuydu, sosyal yönleri güçlüydü ve TV kanallarının sevgilisiydi (Hukukçu oluşu ve medyayla sıcak ilişkileri dışında Cyril’i hep babam Prof. Dr. Şemsi Gök’e benzetmişimdir. Wecht’le son kez, 2002’de Atlanta’da karşılaştık. ABD Başkanı John F. Kennedy suikastinde iki silah kullanıldığına ilişkin görüşlerini paylaşmak istemişti.)
Güneşli bir mart sabahı Dr. Wecht, savcı Cerio’nun sorularını yanıtlamaya başladı. "Bill Ward, 64 yaşında, normal gelişmiş, iyi beslenmiş bir kişi. Peteşilerden başka bir bulgu yok" dedi. Ardından tahta-tebeşirle, bu küçük kanamaların nasıl oluştuğunu açıkladı. 10 dakika kadar sonra altısı kadın, altısı erkek, çiftçilik geçmişi bulunan, orta halli 12 jüri üyesi, peteşilerin, elle ağız ve burnun kapatılmasının önemli ve kesin bir kanıtı olmadığını, dolaşımdaki oksijen düzeyinin normalin altına düştüğünü göstermekten başka bir değeri bulunmadığını öğrenmişti.
Tam yemek sonrasıydı. Dr. Wecht, ölenin son yemeğinden bahsetmeye başladı. "Ward kardeşler o akşam bol miktarda ve sadece istiridye yedikten hemen sonra yatmışlar. Ağzı burnu kapatılan bir kişi boğulmamak için büyük çaba gösterir. Bu sırada, midedeki yemeğin geri gelmesine sıklıkla rastlanır. Otopsi raporuna göre ne yemek borusu, ne soluk borusu, ne de ağızda istiridye kalıntısına rastlanmış. Size garip gelmiyor mu?" diye sordu ve çantasından birer birer çıkarttığı, elle ağzı-burnu kapatılarak canı alınanların, kırmızısı ağır basan otopsi fotoğraflarını göstermeye başladı. Zaten yemek sonrasıydı, fotoğraflar mide bulandırıcıydı, jüri üyeleri gözlerini kaçırdı, duruşmaya ara verildi.
CİNAYET DEĞİL DOĞAL ÖLÜM
Ertesi sabah, Dr. Wecht bir adım daha ileri gitti. "Bill Ward sakat değildi, madde etkisinde değildi. Delbert ondan ufak tefekti. Nefes alması engellenirken nasıl olur da hiç direnç göstermedi? Ayrıca ağız ve burnun zorla kapatılmasında, genellikle bu boşluklarda kanama olur. Otopsi raporuna göre ne boğuşma olmuş, ne de ağzında, burnunda kan var. Bu durum bana garip geliyor" dedi.
"O zaman Bill Ward nasıl öldü?" diye sordu savcı. "Kalbi 420 gram, bu yaş ve kilodaki birinin ortalama kalp ağırlığından 100 gram fazla. Kalbi besleyen damarlarda daralma var. Sağ akciğerinin ağırlığı, solun iki katı, kalbe gelen kanı akciğerlere götüren damarlarda sertlik var. Dalağı, karaciğeri normalden büyük. Bütün bunlar konjestif kalp yetmezliğini gösterir. Durmaksızın yakındığı baş ve mide ağrıları, ayaklarının şişmesi de bu yüzden. Ani kalp durmalarında semen fışkırabilir. Çamaşırlarındaki spermin nedeni de bu," yanıtını aldı.
BAĞIRANLAR BAYILANLAR
Savcı Cerio, avukat Cognetti, Dr. Germaniuk ve Dr. Wecht arasındaki tartışmalar günlerce sürdü. Savcı, dönüp dönüp, sanığın cinayeti üstlendiğine, kardeşlerden Lyman’ın bunu onayladığına değiniyor, iki hekimin anlaşılmaz tıbbi terimlerle dolu ve giderek bilimsellikten uzaklaşıp hakaretler içermeye başlayan tartışmalarına son vermeye çalışıyordu.
Bir süre sonra Dr. Wecht, meslektaşının cehaletini bir yana bırakıp, savcıya yöneldi ve onu -nezaket kurallarını hayli aşan bir dille- polis yanlısı olmakla suçlamaya başladı. Savcının aynı uslupla karşı çıkışlarına, avukatın ikide bir duyulan "itiraz ediyorum"ları eklenince, tanık sandalyesinde oturan kardeş Lyman fenalık geçirdi, başüstü yere devrildi. Jüri üyeleri de dahil herkes ayaklandı, bağırıp çağırmaya başladı. Zaten günlerdir çekiciyle kürsüsüne vurarak tarafları edepli olmaya davet etmekten yorulan yargıç William O’Brien, çirkin iddialarını kanıtlayamadığı takdirde Dr. Wecht hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi ve salonun boşaltılmasını emretti.
SONU DEĞİŞTİREN İKİ BELGE
Aslında adli dosyada, daha soruşturma safhasında klinik psikolog Dr. Anthony Blumetti’nin verdiği, ancak hiç gözönüne alınmamış bir rapor vardı. Delbert’in IQ değerinin 69 olduğu, "eğitilebilir zeka geriliği"nin bulunduğu, sosyal becerileri sınırlı, içe kapanık, heyecanlarını bastırmış, şiddetle yumuşaklık arasında bocalayan şizoid kişiliği nedeniyle, sorgusunda söylenen her şeyi kabul edebileceği, ayrıca okur yazar olmadığı kayıtlıydı.
Öte yandan özel dedektif Joseph Spadafore, olayın hemen ardından Delbert’i sorgulayan, ifadesini imzalatan, ancak hiçbir görüşmeyi kayda almayan memur Eugene Rifenburg’un, Ward kardeşlerin çiftliğini, değerinin çok altında bir fiyata satın almaya çalıştığını, ölenin bunu kabul etmediğini ortaya çıkartmıştı.
Nisan başında, Dr. Wecht, bu iki bilgiyi birleştirdi ve polisin geri zekalı, söylenen her şeyi kabullenen zavallı bir köylüyü nasıl kandırabileceğini, ses kaydı yapılmadığından aralarında neler görüşüldüğünün bilinemeyeceğini anlattı.
6 Nisan 1991 sabahı doktor, mutfak masasına oturdu. Gazeteleri önüne çekti. Temiz pak elbiseleri, başlarında kasketleri, yan yana duran ve gülümseyerek bakan üç ihtiyarın fotoğrafını gördü. Kahvenin kokusu harikaydı. Jüri, Delbert Ward’ı suçsuz bulmuştu.
ÖZEL DEDEKTİFLE GÖRÜŞTÜMBirkaç gün önce, savunmanın tuttuğu dedektif Joseph Spadafore’la telefonda konuştum. Kendisi, halen New York’taki özel bir dedektiflik şirketinin sahibi. Delbert’in üç yıl önce öldüğünü, çiftliği artık süt kooperatifinin işlettiğini anlattı. Davanın hemen ardından, polis Rifenburg erken emekli edilmiş, yargıç O’Brien’ın görev yeri değiştirilmiş, ancak en önemlisi, New York Polis Akademisi ders müfredatına, zeka geriliği bulunan tanıklarla görüşme dersi eklenmiş, bu amaçla hálá, aynen yürürlükte olan bir yönetmelik çıkartılmış ve o gün bugündür polisin yaptığı, telefon dahil, tüm görüşmeler, zorunlu şekilde, teyp ya da videoyla kayda alınıyormuş. Bir uzmanın dikkatini çeken haber fotoğrafının neleri değiştirebileceğini görüyor musunuz?