DNA bankasında karar zamanı

Son 10 yılda sayısız fırsatta, Türkiye’ye bir DNA bankasının gerektiğini dile getirdim ve yazdım. Hatta 1998’de, bir yasa tasarısının hazırlanmasına öncülük ettim.

Konu, nihayet Adalet Bakanlığı’mızın gündeminde. Bir komisyon "DNA Veri Bankası Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı" üzerindeki çalışmalarını tamamlamak üzere. Ancak banka, hangi bakanlığın bünyesinde kurulacak? Bankaya kimin DNA bilgisi girecek, bu bilgi ne zaman silinecek? Alınan kan ve tükürük gibi örnekler imha edilecek mi? Verilere, yabancı istihbarat ve güvenlik birimleri ulaşabilecek mi? Analizlerin doğruluğu nasıl denetlenecek? Şimdi hep birlikte karar vermemizin zamanıdır. Çünkü yarın çok geç olacak.

Bundan 15 yıl kadar önce DNA profilleri, sadece babalığın ve akrabalığın yüzde 99’un üzerinde bir doğrulukta belirlenmesinde değil, uçak kazalarında ve doğal afetlerde yaşamlarını kaybedenlerin, toplu mezarlardan çıkartılan kemiklerin kimliklendirilmesinde de kullanılmaya başlandı. DNA profili, 3 milyardan fazla nükleotidin oluşturduğu 20-25 bin genin bilgisini içermiyordu elbette. Çünkü bunun büyük bölümünün her insanda aynı olduğu ortaya çıkmıştı. İncelenen, "polimorfik" denen, kişiden kişiye farklılık gösteren bölgelerin bazılarıydı.

İngilizlerin bir tek saç teli, bir kan damlası, bir damla tükürükten bile DNA profili elde edebildiği gün, suçla mücadele sihirli bir olanağa kavuştu. Olay yerinde ya da mağdurun üzerindeki delillerin DNA profilleri, yakalanan şüphelininkiyle karşılaştırılıyordu. Profil tutarsa, şüpheli büyük bir olasılıkla suçluydu. Profilin eldesinde incelenen polimorfik bölge sayısı ne kadar fazlaysa, kişinin gerçek suçlu olma olasılığı da o denli yüksekti. 21. yüzyıla girildiğinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülke, devrim niteliğindeki bu gelişmeye ayak uydurmuş, her olay yerinde bulunmayan, bulunsa bile her zaman karşılaştırmaya elverişli olmayan parmak izi incelemesinin sakıncalarından da kurtulmuştu.

İLK VE EN BÜYÜK DNA VERİ BANKASI

Suçla mücadele tarihine DNA profillerini hediye eden İngilizler, sadece kendi ülkelerinde değil, İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh’e saplanan ve üzerinde parmak izi bulunamayan bıçağın kabzasından katilin DNA’sını elde ederek yakalanmasını sağlamak gibi, uluslararası başarılara da imza attılar. İngilizler, DNA profillerini elektronik ortamda ilk depolayanlar da oldular. Bunun çok basit bir nedeni vardı. Bir kere, her suçun şüphelisi yoktu. İkincisi, şüphelenilen kişi, her zaman suçlu değildi. Bu yüzden, olay yeri ve mağdurlardan elde edilen biyolojik delillerin DNA bilgisini, ileride yakalanacak şüpheliyle karşılaştırabilmek için bir veri tabanında arşivlediler. Böylelikle, dünyanın ilk DNA veri bankası kurulmuş oldu.

1995’te bu bankaya, bir kere suç işleyenin yeniden suç işleme olasılığının yüksekliğinden hareketle, mahkûm olanların DNA bilgilerini de eklemeye başladılar. Giderek, bankaya giren bilginin kapsamını genişlettiler. Önceleri sadece belirli suçlardan mahkûm olanların bilgisini arşivlerken, New York, Londra ve Madrid terör olaylarından sonra, kırmızı ışıkta geçmek dahil olmak üzere, her türlü suç işleyenin bilgisini arşivlediler. Irak Savaşı’nın ikinci gününden başlamak üzere, bütün şüphelilerin ve 2005 Ocak’ında çıkartılan, Örgütlü Suç ve Polis Yasası ile birlikte, polisin gerekli gördüğü herkesin profilini eklediler. Bu arada, bir kez bankaya giren 18 yaşından büyük birine ait profilin silinmesinin, hemen hemen olanaksız olduğunu, 2004’ten bu yana, herhangi bir davadan beraat edenlerin, hatta yargılanmaya gerek duyulmayanların bilgilerinin bile bankada kaldığını belirtmek isterim.

BAŞBAKANIN DNA PROFİLİ

1999 sonbaharında İngiltere Başbakanı Tony Blair, ulusal DNA veri bankasının "bekçi"si Adli Bilim Hizmetleri’ni (Forensic Science Services) ziyaret etmişti. Amacı, basının ve insan hakları savunucusu sivil toplum örgütlerinin DNA profillerinin bankalanmasına ilişkin kaygılarını gidermekti. Televizyonlar o akşam, iyi bir İngilizin bankaya girmekten korkmaması gerektiği kanıtlamak üzere, ince bir çubuğun ucuna sarılı pamukla, yanağının içinden örnek alınmasına izin veren başbakanı gösterdi. Ona özenen 18 bin kişi, daha sonra gönüllü olarak ağzını açtı ve bankaya girdi.

Aynı başbakan 23 Ekim 2006 günü, 3.6 milyon DNA profiliyle, dünyanın en büyüğü haline gelmiş bankanın "bekçi"sini yeniden ziyaret etti. Televizyonlar o akşam, beyaz laboratuvar gömleği giymiş, mikroskop başındaki başbakanı gösterdi. Teröristlerin birinci hedefi haline gelen ülkesinde, güvenliğin tam anlamıyla sağlanabilmesi için, her vatandaşın DNA profilinin bankada olması gerektiğini söylüyordu.

Blair hükümeti bunu da başarır mı bilinmez, ancak her ay ortalama 40 bin profil eklenen, üzerinden on yıllar geçmiş suçların aydınlatılmasını sağlayan İngiliz DNA veri bankasını ve bunun mimarı siyasi iradeyi, tüm dünya polislerinin gıpta ile izlediği muhakkak.

FAİLİ MEÇHULLER AYDINLANIYOR

İngiliz polisi, DNA veri bankası sayesinde son bir yılda 45 bin olay aydınlattı. Veri tabanına yüklenen profile tam olarak uyanı bulma olasılığı yüzde 40. Geçen yıl banka kullanılarak çözülen olaylar arasında 422 cinayet, 645 ırza geçme, 256 cinsel içerikli suç, 1974 yaralama ve 9 binin üzerinde hırsızlık yer alıyor. İçişleri Bakanlığı’nın raporuna göre banka, sadece mahkûm edilenlerin profillerini içermiş ve şüphelilerle genişletilmemiş olsaydı, aydınlatılan 45 bin suçtan 3 bini, karanlıkta kalacaktı.

Nitekim İngiltere’den hemen sonra, Wiesbaden’deki Federal Kriminal Dairesi (Bundeskriminalamt) bünyesinde bir DNA veri bankası kuran ve şimdilerde haftada 200-300 profili ekleyerek toplam 400 bin profile ulaşan Almanya, mahkûmların yanı sıra, rızalarını aldığı şüphelilerin de bilgisini arşivlediğinden, ünlü Münihli modacı Rudolph Moshammer’in katilinin, Iraklı göçmen Heriş Ali Abdullah olduğunu, saatler içerisinde bulabilmiştir.

Nüfusunun yüzde 5.24’ünün DNA profilini bankalamış ve çok yakında belki de vatandaşlarının tamamının profil bilgisine sahip olacak İngiltere, "Operation Advance" kapsamında, faili meçhul kalmış dosyaları yeniden açıyor, olay yerlerinden ya da mağdurların üzerinden elde edilen eşyalarda biyolojik delil arıyor, bir DNA profili elde edebilirse, bankadaki verilerle karşılaştırıyor. Halen, bu çerçevede elde ettiği 150 binin üzerinde profil var. Kimi zaman, bankada taradığı profillerden birine tam değil, ama kısmen uyan birini buluyor ve aradığının akrabası olabileceği sonucuna varıyor. Örneğin 20 yıl önce dört kadına tecavüz eden James Lloyd, 2005 Temmuz’unda bir trafik kuralını ihlalden durdurulan ve DNA profili veren kız kardeşi yüzünden yakalanmıştı.

Bankadaki çocuklar

İngilizlerin DNA veri bankasındaki 3.6 milyon profilin 500 bini, 18 yaşından küçüklere ait. Duvara adını yazdığı için örnek vermek zorunda bırakılan Kuzey İrlandalı kız gibi, hiçbir kabahati bulunmayanların sayısı 24 bin kadar.

Temmuz 2006’da 12 yaşlarında biri erkek, ikisi kız üç arkadaş, Katy, Sam ve Amy, bir parkta 6 metre yüksekliğindeki kiraz ağacına çıkarken, dalların birkaçını kırdıklarında, kamu malına zarar vermekten kendilerini karakolda bulmuştu. İki saat nezarette tutulmuşlar, fotoğrafları çekilmiş, DNA profili için örnek alınmıştı. Bu davranışından ötürü büyük eleştirilerle karşılaşan ilgili emniyet biriminin sorumlusu Başkomiser Stuart Johnson, antisosyal davranış gösteren çocukların izlenmesi gerektiğini, önemsiz gibi gözükmekle birlikte kabahatlerin ileride ciddi suçlara dönüştüğünü söylemişti.

İngilizlerin küçük yaştakilere yönelik bu yaklaşımı, güvenlik servisi MI5’in başkanı Dame Eliza Manningham-Buller’in 9 Kasım 2006 tarihli beyanatında farklı bir boyut kazanıyor. Bayan başkan, Pakistan’daki El Kaide liderlerinin kontrol ettiği, en az 1600 üyesi bulunan 200 terör örgütü saptadıklarını, bunların, İngiliz vatandaşı Müslüman çocukları intihar bombacısı olmak üzere eğittiklerini, bu nedenle terör tehdidinin en az bir kuşak süreceğini söylüyor. Kanımca bu bilgi, DNA veri bankasındaki çocukların bir bölümünün kimler olduğunu açıklıyor.

DÜNYA DNA VERİ BANKASI KURULUYOR

Önceleri her ülke, hatta ülke içindeki her laboratuvar, DNA analizinde kullanacağı yöntemi kendisi belirlediği halde, meslek örgütlerinin ve Interpol’ün öncülüğünde hızla standardizasyona gidildi. Günümüzde, DNA veri bankasına sahip ülkeler, genellikle aynı polimorfik bölgeleri, aynı yöntemlerle, hatta aynı gereçlerle inceliyor.

Suçla mücadelenin, dünya genelini kapsayan veri tabanlarını gerektirdiği muhakkak. Parmak izleri, çalıntı ya da kayıp pasaport ve kimlikler, müze ve özel koleksiyonlardan çalınan sanat eserleri, aranan suçlular ve teröristler için bu başarılmış durumda. Ancak DNA bilgileri için henüz gidilecek çok yol var.

Birkaç gün önce Viyana’da, Interpol’ün birimlerinden birinin yetkilisi Emmanuel Leclaire ile bu konuyu tartışma fırsatı buldum. Hedefleri, dünyanın tüm ulusal veri tabanlarını, kurdukları I-24/7 küresel polis iletişim ağı üzerinden paylaşılır kılmak, böylelikle polislerin başka ülke veri tabanlarına güvenli biçimde ve saniyeler içinde ulaşıp, sorgulama yapabilmesini sağlamak. Elbette o da, ulusal DNA bankalarının olabildiğince genişletilmesinden yana. Ancak halen Interpol’e üye 186 ülkenin sadece yarısında DNA analizleri yapılıyor. Bunların 50 kadarında DNA veri bankası bulunmakla birlikte, laboratuvarların önemli bir bölümü akredite değil. Yani uluslararası kalite güvencesi yok. Ayrıca bilgi girişi ve sorgulamada kullanılan yazılım aynı değil. Kimilerinin veri bankası yasası, uluslararası kullanıma izin vermiyor. Bu nedenle Interpol, yaygın biçimde, yasal düzenleme ve teknik altyapı desteği vermeye çalışıyor.

PORTEKİZLİLERE BENZEMEYELİM

Avrupa Birliği ülkelerinin neredeyse tamamı, bankanın yeterince işe yaramayacağını bildikleri halde, ya toplumun baskısına dayanamayarak ya da vatandaşlarının haklarını daha fazla koruyabilmek adına, kuruluş yasalarına kısıtlayıcı maddeler eklediler.

Örneğin İsveç iki, Hollanda sekiz yıldan daha fazla hapis cezası alanların, Fransa sadece belirli suçlardan mahkûm olanların profillerinin arşivlenmesine izin veriyor. Slovenya ve Avusturya, İngiltere’ye benzer şekilde, her suç tipinde şüphelilerin DNA profilini bankaya sokarken, diğer ülkeler genellikle adam öldürme, adam öldürmeye teşebbüs ve cinsel saldırıların şüpheli ya da tutuklularının bilgisini koruyor.

Profilin bankadan çıkışı, en az giriş koşulları kadar önem taşır. İngiltere, Avusturya, Finlandiya ve Norveç, mahkûm profillerini bankadan hiç silmiyor. Diğerleri, cezaevinden çıkışı izleyen 5 ila 20 yılda siliyor. Şüphelilerle ilgili uygulamalar da aynı değil. İngiltere dışındakiler, bir suç işlediğinden şüphelenilen, ancak yargılanmasına gerek görülmeyen ya da beraat edenlerin profillerini, kişi gönüllü olarak bankada kalmasına izin vermediği takdirde siliyor.

Karşılaştırma için şüphelilerden alınan kan ve tükürük gibi biyolojik örnekler, Avusturya, İngiltere, Danimarka, Finlandiya, Macaristan, Slovenya ve İsviçre’de yeni bir incelemeye olanak vermek üzere muhafaza edilebiliyor, geri kalanlarında ise, işverenler, sigorta şirketleri ya da biyomedikal endüstriyle paylaşılabileceği korkusuyla imha ediliyor. DNA ile ilgili olarak zaman zaman ortaya atılan, ancak daha sonra genellenemeyeceği ortaya çıkan iddialar, bu korkuları körüklüyor. Örneğin eşcinselliğin Xq28, dindarlığın VMAT2, hızlı koşmanın ACTN3, şişmanlığın INSIG2, zekanın IGF2R, alkol bağımlılığının CRHR1, şizofreninin WKL1, anksiyetenin Pet-1 geniyle ilgili olduğu iddiası ya da bazı genetik özelliklerin bazı etnik gruplarda daha sık görüldüğü iddiası gibi.

Portekiz’in, tıpkı İtalya ve İspanya gibi henüz bir DNA veri bankası yok. Ancak, ilgiyle izlenmesi gereken bir ülke. Çünkü, 2005 Mart’ında işbaşına gelen Jose Socrates hükümeti, tüm vatandaşların dahil olduğu bir yapı istiyor. Çok küçük suçlar işleyenlerin ileride adam öldürebileceğini, herkesi kapsamayan bir bankanın ayırımcı olacağını öne sürüyor. Eğer gerçekleşirse, ülke genelini kapsayan, dünyanın ilk DNA veri bankasına bir çırpıda ulaşıverecekler. Buna karşın Portekiz halkından, her nedense çıt çıkmıyor. Lütfen onlara benzemeyelim, bankamızın nasıl olacağına, hep birlikte tartışarak karar verelim.
Yazarın Tüm Yazıları