Ölüler üzerinde çoğalan böcekler ile ölüm zamanı arasındaki ilişkiyi bilmeyenler, açık arazide bulunan bir cesedin, battaniyeye sarılı olduğu dikkate alınmadığında, bunun ölüm zamanı ile ilgili bir hataya neden olabileceğini, CSI adlı televizyon dizisinin ‘Seks, Yalanlar ve Larvalar’ bölümü ile öğrendi. CSI’nın, mesleğimiz, adli bilimlere katkısını övmekle bitiremem.
Ancak ne yazık ki, gösterildiği ülkelerde, yargılamaları neredeyse kitleyen bir yan etkisi oldu: Çünkü reyting rekorları kıran dizinin, sadece bir dizi olduğunu unutan hakim, savcı, avukat, mağdur, sanık, polis ve daha niceleri, seyrettikleri her şeyin gerçek olduğunu sanıyor.
Anthony Zuiker’in yarattığı, her hafta 200’ün üzerinde televizyon kanalında gösterilen ve CBS kanalı ile yapılan sözleşmeye göre, en azından ABD’de 2008 Ağustosu’na kadar yayınlanacak olan CSI (Crime Scene Investigation - Olay Yeri İnceleme), CSI:Miami ve CSI:New York dizileri, yaşanmış soruşturmaların yanı sıra, tamamen hayal ürünü olan cinayetlere de dayanmakta.
Aralık 2005 itibariyle sayısı 235’i bulan bölümlerden, örneğin ‘Seks, Yalanlar ve Larvalar’, Honolulu Chaminade Üniversitesi’nden adli entomolog Lee Goff’un 80’li yıllarda başından geçmiş ve ’Soruşturmaya Bir Sinek’ adlı kitabında yer alan bir olay. (Larvaların gelişiminden yola çıkarak, sadece ölümden sonra geçen zaman değil, cesedin yer değiştirdiği, ölenin zehirlendiği, hatta böceğin mide içeriğinin DNA analizinden, ölünün kimliği bile belirlenebilir.)
Dizinin, ‘Kan damlası’ ve ‘Sen kimsin?’ başlığını taşıyan bölümleri de, CSI senaristlerine teknik danışmanlık yapmadan önce Las Vegas polis teşkilatının olay yeri inceleme biriminde görevli olan Elisabeth Devin’in, bizzat delil topladığı cinayetler ile ilgili.
BÜTÜN MÜDÜRLER HUMMER KULLANMAZ
Ancak dizide, gerçekle hayal birbirine öylesine kaynaştırılıyor ki, kimi seyirci kriminalistik, yani adli bilim uygulamaları ile ilgili olmadık beklentilere kapılıyor. ‘CSI sendromu’ olarak adlandırılan davranışlar sergiliyor ve gerçek hayatta suçlar benzer şekilde ve benzeri hızda aydınlatılmadığında reaksiyon gösteriyor.
Gerçek hayatta suçlar, 43 dakikada çözülmez, delillerin incelenmesi bazen günler, aylar hatta daha uzun zaman alır. Her olay yerinde parmakizi ya da DNA elde edilecek kan lekesi bulunmaz. Bulunsa bile, milyonlarca kişinin parmak izleri ya da DNA bilgisini içeren veritabanlarında aranması saniyeler içerisinde tamamlanmaz (Kasım 2005 itibariyle, FBI’ın denetimindeki ulusal DNA veritabanı CODIS’teki profil sayısı, 2 milyon 900’e yaklaştı. İngiltere’nin DNA bankasındaki profil sayısı ise 3 milyonu çoktan geçti.) Ve en önemlisi, sahibinin fotoğrafı, o sırada oturduğu adres ve telefon numarası bilgisayar monitöründe belirmez.
Dünya genelinde, irili ufaklı binlerce polis, jandarma, şerif kriminal laboratuvarı, suç delillerini inceler. Ancak hepsinin, her delili inceleyecek olanağı ve uzman personeli bulunmaz. Bu incelemeler için gerekli teknolojilere sahip en yakınındaki laboratuvara, hatta ABD, İngiltere gibi kimi ülkelerde üniversite ve özel laboratuvarlara başvururlar.
Dizide kullanılan gereçler çok pahalıdır. Her kriminal laboratuvarın böyle olanakları bulunmaz. Bazı gereçleri eksik, bazıları arızalıdır. İşte, tam da bu nedenle, üyeleri arasında bulunduğum Amerikan Kriminal Laboratuvar Yöneticileri Derneği, CSI yapımcılarına büyük destek vermiş, ellerindeki dosyaları teslim etmiş ve laboratuvarlarının kapılarını olabildiğince açmıştır. Hedeflenen, bir sonraki bütçeden laboratuvarlara daha fazla pay alabilmekti. Halbuki her şey bumerang gibi geri tepti. Çünkü politikacılar, bütün kriminal laboratuvar müdürlerinin dizi yüzünden Hummer kullandığını sandılar.
YÖNTEMLER ABARTILSA DA ADLİ BİLİME İLGİ DOĞDU
Ayrıca CSI’da yer alan inceleme tekniklerinin büyük bölümü gerçek hayattakilerle özdeş olmakla birlikte, kimileri henüz kullanılmamaktadır. Her ne kadar, gerek dizinin yapımcısı, gerekse oyuncular, dizide sadece gerçekleri yansıttıklarını iddia etseler de, CSI’ın bu alandaki danışmanı Elisabeth Devin bile, dizinin yaratıcılarının, zaman zaman yanlış ya da abartılmış bilimsel yöntemleri kullanmalarını engelleyemediğini söylüyor.
Ancak dizi, her ne kadar zaman zaman henüz yapamadıklarımızı yapabiliyormuş gibi gösterse de, geniş kitlelere mesleğimizin cazibesini aktarabilmiş olması açısından önemli bir bir misyonu yerine getiriyor. Bilimsel delillerin önemini tekrar tekrar vurgulayarak, genç kuşakların özellikle fen dallarına ilgi göstermesini sağlıyor.
CSI:Miami, ülkemizde gösterilmeye başladıktan sonra, üniversitelerimizin adli bilimler lisansüstü programlarına başvurularda da artış gözlendi. Aldığım elektronik mesajların büyük bir bölümü, bir adli bilim uzmanı olmak için hangi fakülteye girmek gerektiğini soran ortaöğretim öğrencilerinden geliyor. Gerçi CSI dizisine paralel olarak, Discovery Channel’in Tıbbi Dedektifleri ve benzerlerinin etkisini, ayrıca medyamızın bu alandaki çalışmalarımızı iletmedeki desteğini de küçümsememek gerekir ama, birebir iletişim içerisinde olduğum, Polonya, İsviçre, İngiltere, Kanada ve ABD üniversitelerindeki benzeri eğitimleri sunanlar da, kendi ülkelerinde CSI’ın etkisini gözlemliyorlar. Üstelik dizi, sadece mesleğe özendirmekle kalmıyor, olay yeri inceleme ekiplerinde, ya da kriminal laboratuvarlarda çalışanları, mesleğe adım atan genç polislere, ayrıca bir olay yeri incelemesinin gerçek yönetici ve yönlendiricisi olan savcılara, nasıl düşünülmesi gerektiği ve elde maddi olanaklar bulunduğu takdirde neler yapılabileceği konusunda bilgi veriyor.
Dizi, Amerika’da mahkemeleri karıştırdı
CSI dizilerinin yaratıcısı Anthony E. Zuiker, dramatik bir etki elde etmek üzere kimi zaman abarttığını kabul etmekle birlikte, gerçekleri yansıtabilmek için gayret ettiğini belirtiyor ve CSI sendromunun, ortaya çıktığı her ülkede, daha kaliteli bir adalet hizmeti verilmesini zorlayacağına inanıyor. Ancak her olayda, ‘şak diye’ bulunabilecek delil olmadığı gibi, delillerin ‘ha deyince’ incelenmesi diye bir şey de yok. Şu sıralar Amerikalı savcılar, jüri üyelerine, önce CSI seyredip seyretmediğini soruyor. Seyredenlere, gördüklerinin bir bölümünün gerçeği yansıtmadığını anlatmak için ter döküyorlar. Dedektifler, olay yeri inceleme birimindekilere, neden yeterince delil toplanmadı diye kızıyor. Olay yeri inceleme birimi, kriminal laboratuvara, neden aldığım kalıptan, ayakkabının numarasını ve modelini bulamadın diye çatıyor. Kriminal daire başkanları yılda birkaç kez, ellerindeki gerecin daha yeni bir modelini almakta ısrar eden ve alınmadığı takdirde iş yapmayacağını bildiren kriminalistlerle boğuşuyor. (ABD kriminallerinde çalışanlar, ellerindeki teknik olanağı ya da talep edilen inceleme ile ilgili eğitimlerini yetersiz bulursa, çalışmama hakkına sahiptir.) Kısacası ‘bir deli bir taş atar, bin akıllı çıkaramaz’ denir ya, işte CSI ortalığı böylesine karıştırdı.
CSI’nın doğruları
Geleneksel polisiyelerde, adli bilimlerin pek yeri yoktur. Genellikle, suçlar, tanıklarla yapılan görüşmeler ve şüphelilerin sorgusundan yola çıkarak aydınlatılır. Deliller laboratuvara teslim edilir, sonuçlar telefonla alınır.Seyirci, tezgahlarda olan biteni görmez.
Buna karşılık, CSI dizilerinin her bölümü, adli bilimlerin en az birkaç alanında gerçekleştirilen çalışmalara dayanıyor.
Kahramanların faili bulabilmesi, mutlaka olay yerinden, ayrıca mağdur ve şüpheliler üzerinden toplanan delillerin laboratuvarda incelenmesini gerektiriyor.
Seyirci, onbinlerce dolarlık gereçlerin ne işe yaradığını ve nasıl kullanıldığını izliyor.
İNCE AYRINTILAR EKRANA GELİYOR
CSI, delillerin toplanmasında da, gerçek yaşamda kullanılmakta olan teknolojilere geniş biçimde yer veriyor.
DNA profili elde etmek üzere, yerde, duvarda, topraktaki kan lekelerinin eldesi, yıkanmış ya da silinmiş olması nedeniyle çıplak göze görünmeyen kanın, luminol adlı bir kimyasal madde ile görünürleştirilmesi (luminol, alyuvarların hemoglobini ile birleştiğinde, 5 saniye içerisinde fluoresans ışıma yayar ve bir uyku ilacı olan luminal ile uzak yakın ilgisi yoktur), yine çıplak gözle görünmeyen parmakizlerinin farklı renkteki tozlarla görünür hale getirilmesi, el üzerindeki barut artıklarından ateş edilip edilmediğinin anlaşılması, kovan ile silahın karşılaştırılması, laboratuvarda defalarca tekrarlanan, alışılagelmiş uygulamalardır.
Aktörlerin olay yerindeki dikkatli ve hiçbir ayrıntıyı atlamamak üzere gösterdiği gayretler de, gerçek yaşamda olay yeri inceleme personelinin çalışma biçimini yansıtır.
Hava analizi şimdi bile tam mümkün değil
Lisenin erkekler tuvaletinde, sırtından kurşunlanmış şekilde bulunan öğrencinin katili aranırken (Bully for You) tuvaletinin havası özel bir makine ile toplanıyor ve gaz kromatografisi ile inceleniyor. Kahramanlarımız bu olay yerinde esrar ve puro içildiğini, sakız çiğnendiğini saptadıkları gibi, daha ilerde şüphelinin suçlamasında delil olarak kullanacakları, ‘Chanteuse’ marka kadın parfümünü de buluyorlar. Bölüm, ilk kez Ekim 2001’de yayınlandı. O tarihte, bir çözeltinin bileşenleri kolayca incelenmekle birlikte, havanın analizi henüz yapılamıyordu ve elde taşınacak kadar küçük boyda, gaz kromatografisi ile yüzey akustik dalga teknolojisine dayalı ‘e-burunlar’ daha deney aşamasındaydı. Aradan geçen dört yıla rağmen, bu yönlü bir inceleme, olay yerlerindeki rutin uygulamalar arasına girmedi. Hatta, itfaiyecilerin kabusu, otel odalarındaki yanlış alarmın sorumlusu sigara dumanını, yangın dumanından ayıracak e-burunlu dedektörler bile ancak 2006’nın sonuna doğru piyasaya sürülecek.
İnsandan yara kalıbı çıkarılamıyor
Dizinin ‘35K OBO’ adlı bölümünde, kahramanımız Warrick, otopsi masasındaki cesedin yarası içerisine silikon karışımı dökerek, cinayette kullanılan bıçağın tam bir kalıbını çıkartıyor. İnsan vücudunun anatomisi yara kalıplarının çıkartılmasına olanak vermez. Şimdilik sadece ısırık izleri, lastik, ayak ve ayakkabıların bıraktığı izlerin kalıbı alınıyor.
Hem delil toplama, hem sorgu olmaz
CSI dizisinde olay yeri inceleme uzmanlarına biçilen rol, gerçek hayatı yansıtmıyor. Bu personelin büyük bir bölümü, normalde tutuklama yapamadığı gibi, şüphelilerin ifadesini de alamaz. Onlar delilleri toplar ve olay yerinin, kroki çizerek, fotoğraf ve film çekerek dokümantasyonunu yaparlar. CSI’daki kahramanlar ise, en az üç ayrı profesyonel ekibin işlevini üstlenmiş şekilde çalışmalarını sürdürüyorlar. Delil topluyor, bunları laboratuvarda inceliyor ve elde ettikleri bulgulara dayanarak soruşturmayı yürütüyorlar. Halbuki gerçek yaşamda olay yerinden delil toplayanlar, bunları mümkün olan en kısa zamanda laboratuvara teslimle yükümlüdür ve görevleri bununla sonlanır. Gerçek yaşamda, bir olayın aydınlatılmasında payı olan tüm meslek sahipleri, bir elin beş parmağı gibi birlikte düşünmez ve hareket etmezler. Savcı, kriminal laboratuvar çalışanı, olay yeri ekibi, adli tıp uzmanı ve daha niceleri, aynı masa etrafına oturtulabildiği gün, olayların çözümündeki başarı, CSI’dakine ulaşabilir düşüncesindeyim.
Midedeki sosisin markasına bakılmaz
24 Kasım 2005’te CBS’te gösterilen ‘Köpek Köpeği Yer’ adlı bölümde, Hodges’ın, çöplükte bulduğu kurbanın midesindeki sosis kalıntıları inceleniyor. İncelemede sosislerin markası ve bunlardan birinin üzerindeki logodan hangi büfeden alındığı saptanıyor. Böyle bir şey teknik olarak mümkün. Ancak rutinde kullanılmayan incelemeler, bir suçun aydınlatılmasında ayrıntının ne denli önemli olduğu ve ipuçlarının nerelerde gizlenebileceği konusunda, hepimize ders verse de, seyircinin profesyonellerden beklentisini olmadık bir yüksekliğe çekiyor.