Canımızla oynayan sahtekárlar

İstanbul’da henüz Boğaziçi Köprüsü’nün olmadığı zamanlarda, Avrupa yakasından Kadıköy yakasına geçmek için Kabataş’ta araba vapuru kuyruğuna girerdik.

Bayram sabahları bekleyiş, 5-6 saati bulurdu. Yan yana dizili araçlar arasında, kutu benzeri çantalarında ünlü saat markalarının sahtelerini satan seyyar satıcılar dolaşırdı. Bir bayram günü babam, annesine bir Movado almıştı da, saat daha karşı kıyıya geçemeden durmuştu. Meğer içindeki düzenek öyleymiş.

Geçen sürede, durum bütünüyle değişti. Artık Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’un Çin mahallesinden ya da bir İstanbul hanından aldığınız Rolex’ler, Cartier’ler yıllarca aksamadan çalışıyor. Değişen çok önemli bir şey daha var: Bundan yirmi yıl önce, dünya gümrüklerinde ele geçen ürünlerin yüzde 70 kadarı, lüks tüketim mallarının sahteleriyken, şimdilerde yakalananların sadece yüzde biri lüks. Kalanı fermuar, pil, mürekkep, çöp torbası, oyuncak, fren balatası hatta uçak parçası. Kısacası artık alınan ve satılan her şeyin sahtesi var. Bu yüzden, İtalya ve Estonya sadece sahtekarları değil, sahte ürünü bilerek alanı da cezalandırıyor. Fikri ve sınai hak ihlallerini ciddi biçimde soruşturan ülkelerde, piyasaya, yakalandığında cezası daha az olduğundan, sahteler değil, orijinali andıran taklitler sürülüyor.

SAHTE ENSÜLİNDEN ÖLEN VAR

Aslına bakarsınız, sahte mal kaçakçılığı, uyuşturucu madde kaçakçılığından daha fazla gelir getiriyor. Avrupa piyasalarında bir kilo korsan CD’nin fiyatı 3000 Avro’yken, bir kilo esrar, ancak 1000 Avro’ya satılıyor. Üstelik korsan CD yüzünden alınacak ceza da daha az. Örneğin, Fransa’da sahte mal satan iki yıl hapis yatıp 150 bin Avro para cezasıyla kurtulurken, uyuşturucu kaçakçısı 10 yıl hapse, 7.5 milyon Avro para cezasına mahkum edilebilir.

Kolombiyalı marksist isyancıların sahte CD ve sigara gelirinden yararlandığı ortaya çıkmıştı.

Ülkeler, sahtekarlıkla mücadeleyi genellikle bu gerekçelere dayandırarak sürdürmeye çalışıyor. Halbuki çorbanın, çayın, kahvenin, alkollü alkolsüz her türlü içeceğin, şampuanın, saç boyasının, diş macununun ve daha önemlisi çocuk maması, kalp pili, meme implantı ve kontakt lensin sahtesi var. Bir ülkenin ekonomisi, vatandaşlarını ilgilendirir elbette, ama kendisinin ve yakınlarının sağlığı daha önemlidir. Sahteciliğin halk sağlığı boyutu, yeterince dile getirilmiyor.

Hele ilaçların durumu korku verici. İmalatçıların, gümrük ve güvenlik personellerinin olağanüstü gayretine rağmen sahte, bozuk, taklit ilaçların piyasaya girmesi engellenemiyor. Halbuki, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre satışa sürülen ilaçların onda biri sahte. Bu oran Meksika’da yüzde 40’a, Sağlık Bakanlığı İlaç Kontrol Müdürü Profesör Dora Akunyili’nin kız kardeşinin bile sahte ensülinden öldüğü Nijerya’da yüzde 80’e ulaşıyor. İnternet üzerinden satılanların ise, yarısı sahte ve bunlar genellikle Hindistan, Mısır ya da Çin’de üretiliyor.

SAHTE VIAGRA HER YERDE

Pfizer firmasının erektil disfonksiyon, yani sertleşme bozukluğunun tedavisi için ürettiği, sildenafil etkin maddeli Viagra, 1998’de piyasaya çıkmıştı. Bunu, 2002’de Lilly’nin tadalafil etkin maddeli Cialis’i, 2003’te de Bayer’in vardenafil içeren Levitra’sı izledi. Etki mekanizmaları aynı olan bu ilaçlar, cGMP (çembersel guanozin mono fosfat) adındaki bir molekülün parçalanmasını engeller, bunun sonucunda penise kan akımı artar.

Piyasaya sürüldükleri andan itibaren, özellikle Viagra’nın sahteleri hem internette hem de Singapur’dan İstanbul’a, Oslo’dan Nairobi’ye dünyanın dört bir yanındaki irili ufaklı birçok kent ve kasabanın eczane ve ecza depolarında bulunmaya başlandı. Türkiye halen, ’sahte Viagra cenneti’ olmayı sürdürüyor ve internet üzerinden sahte satışlarda Meksika ile yarışıyor.

Bir süredir üreticiler, hologram ve RFID (radio fequency identification) radyo frekanslı kimliklendirme gibi teknolojilerle sahteciliğe karşı mücadele ediyor. IBM şirketi, üreticiden depolara, oradan satış noktalarına ve tüketiciye kadar uzanan zincirin izlenebileceği ePedigree adlı yazılımla destek veriyor. Hatta gümrük personelinin ve polis memurlarının ilaç ambalajlarını açmadan, içindekilerin orijinal olup olmadığını belirleyeceği, taşınabilir boyutlarda, makul fiyatlarda ve kullanımı basit FTIR ve Raman spektroskopları geliştiriliyor. Bu gayretler birkaç yıl içinde meyvelerini verecek.

İÇİNDE AMFETAMİN VAR

Orijinal Viagra tabletleri, baklava şeklinde ve mavi. Bir yanlarında yanında Pfizer, diğer yanında dozuna göre VGR25, VGR50 ya da VGR100 yazar, iç kısmı beyazdır. Cialis’ler badem şeklinde sarı tabletlerdir. Sadece bir yüzlerinde C10 ya da C20 yazılıdır. İç kısımları beyazdır. Bunların sahtelerini, kimi zaman sadece dış görünüşünden bile fark etmek mümkündür. Ancak son yıllarda ele geçenler, dikkatli bir tüketicinin dahi gözünden kaçabilecek kadar aslına uygun.

Sahte Viagra’ların bazıları, olması gerekenden daha az etkin madde içeriyor. Bazılarında ise hiç etkin madde yok, sadece kireç ya da şeker içeriyor. Bazılarında ise, kinin, kafein, amfetamin, yohimbin, gama amino bütirik asit veya kloramfenikol gibi maddeler var. Bunların baş dönmesinden ölüme varacak geniş bir yelpazede yan etkilerinin olabileceği unutulmamalı. Bilindiği gibi amfetamin, aralarında ekstazinin de bulunduğu bir dizi uyarıcıya verilen addır ve ciddi psikolojik bağımlılık yapar. Yohimbin ise, Pausinystalia yohimbe ağacının kabuklarından elde edilir, bazı Afrika kabileleri afrodiziyak olarak kullanmıştır. Ancak ne bunun ne de amfetamin’in Viagra benzeri bir etkisi var.

Zaman zaman gazetelerimizde yakalanan sahte viagra tabletlerine ilişkin haberler yer alıyor. Toplum, bunların piyasa değeri konusunda bilgilendiriliyor ama, içerisinde ne bulunduğunu öğrenemiyor. Analiz sonuçlarının paylaşılması, caydırıcılığı artırır kanısındayım.

Piyasada Viagra’ya hiç benzemeyen, ancak içinde etkin maddesi sildenafil bulunduğu iddia edilen taklitleri de bulunuyor. Genellikle Hindistan ve Çin’de üretilen bu ürünlerde de, ciddi yan etkileri olan maddelere rastlanabiliyor.

BAĞIMLILIK İLACINDAKİ EROİN

Buprenorfin, morfinden 25-40 kez daha güçlü bir ağrı kesici olmanın yanı sıra, son 15 yıldır, İran da dahil, dünyanın birçok ülkesinde, eroin bağımlılarının tedavisinde başarıyla kullanılan maddelerden biri. Son yıllarda, buprenorfin içeren Subutex, Temgesic ve Bunsegic adlı preparatların tedavi dışı kullanımı giderek artıyor ve bu ilaçların bağımlıları oluşuyor. Örneğin, Fransa’da üretilen, Subutex’in yüzde 20-25 kadarı, başta İskandinav ülkeleri olmak üzere yasadışı uyuşturucu piyasalarına kayıyor. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Kurulu olarak, 2006 raporumuzda bu konuya dikkat çekmiş, anılan ilaçların kötüye kullanımının engellenmesi için önlemlerin arttırılmasını talep etmiştik.

Ancak sorun bununla bitmiyor. Talep olan her meta gibi, buprenorfinli ilaçların da sahteleri yapılıyor. İran Adli Tıp Kurumu Toksikoloji Bölümü’nden Mansoor Faryadi’nin bulguları tüyler ürpertici. Tahran karaborsasında el konan sahte Temgesic ve Bungesic’lerin hepsinde eroin ve asetilkodein bulduklarını bildiriyor. Asetilkodein, yasadışı eroin imalatı sırasında oluşan bir ara üründür ve eroinle kullanıldığında ölüm riskini artırır. İran piyasasında yaygın biçimde bulunan eroinli sahte ilaçların, Türkiye’ye girmesi an meselesi. Güvenlik birimlerinin, toksikolojik analiz yapanların, buprenorfine yasadışı yollarla ulaşmaya çalışanların dikkatini çekmek isterim.

600 milyar dolarlık pazar

Tam hesaplanamamakla birlikte, Interpol’e göre küresel ticaretin 600 milyar dolara varan kısmını oluşturan sahtecilik, korsanlık ve taklitçilik çok büyük vergi kayıplarına yol açar, bu yüzden ülke ekonomilerini olumsuz etkiler, yüz binlerce kişiyi işsiz bırakır, hatta terörizmi finanse eder. Örneğin, Lübnan’da ele geçen piyasa değeri 1,2 milyon dolarlık sahte fren balataları ve amortisörlerin Hizbullah’a ait olduğu anlaşılmış, Kuzey İrlanda ile Kolombiyalı marksist isyancıların sahte CD ve sigara gelirinden yararlandığı ortaya çıkmıştı.

Moskova’daki parfümler nereden geliyor

Moskova’da, büyük bir alışveriş merkezindeyiz. Parfümlerin satıldığı bölümde rengarenk ambalajlar dizili. Fiyatları, Avrupa piyasalarındakini üç aşağı beş yukarı tutuyor. Yanımdaki bir meslektaş, Dior’un Fahrenheit adlı erkek kokusunu arıyor. "Havaalanından alırsın, çok daha ucuza gelir" diyorum. "Aeroflot’la Delhi’ye uçuyorum" diyor. "Çıkışta bulamazsam, elim boş dönmek zorunda kalırım." Fiyatına bakıyoruz, garibine gidiyor. "Piyasadakinin yarı fiyatına" diyor ve ekliyor "Fahrenheit ambalajını iyi tanırım, bu orijinal. Üstelik burası sıradan bir mağaza değil." Israrım üzerine, yaklaşan tezgahtara soruyor "Afedersiniz, bu Fahrenheit gerçek mi?" "Tabii ki değil" diye yanıtlıyor kız sırıtarak. "Türkiye’den geliyor." Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor.

Rusya İçişleri Bakanlığı Ekonomik Suçlar Müdürlüğü GUBEP’in verilerine göre, Moskova’da satılan parfüm ve kozmetik ürünlerinin yarısı sahte. Neyse ki, tamamı Türk malı (!) değil. Örneğin bundan bir süre önce, Moskova’daki ünlü bir mağazada, farkında olmadan, 18 ay boyunca sahte kozmetik satıldığı ortaya çıkmış, İtalyan ve Fransız asıllarından ayırt edilemeyecek ambalajlardaki ruj, rimel ve tırnak cilalarını, Arap ve Afrikalılardan oluşan bir örgütün, Moskova ve yakınlarındaki imalathanelerde, Tacik ve Özbek kaçaklara ürettiği anlaşılmıştı.

Gelin görün ki, geçen eylülde, İstanbul Emniyeti’ne bağlı mali suçlarla mücadele ekiplerinin Bahçelievler, Eyüp ve Zeytinburnu’nda üç ayrı sahte parfüm imalathanesi ile bunların kutu ve etiketlerini basan matbaayı bulması, binlerce şişe parfüm, kutu ve etikete el koyması, bu sahtekarlık alanındaki ünümüzün boşuna olmadığını kanıtlıyor.

Hintli dostum, sahte Fahrenheit parfümünü, orijinal sanmıştı. Zaten, parfüm ve kozmetik müşterisi için, sahte ürünün fiyatı dışında neredeyse hiçbir ipucu bulunmadığı da, bir gerçek. Hem ambalajı hem de ürünün görünümü, rengi ve kokusu aslınınkiyle çok benzeşir. Ayrıca, pek çok kişi, zaten sahte olduğunu bile bile alır. Sahte parfüm, kolonya, şampuan, krem, ruj, rimel gibi ürünlerin, hiçbir denetimden geçmediği, ciltte sivilcelenme, yanma, kızarma, gözde sulanma, batma gibi çok ciddi zarar verici etkileri olabileceği ya bilinmez ya da önemsenmez.

Başkanın taklidi TV’nin başını yedi

Otel odasına girdiğimde yaptığım ilk iş, televizyonu açmak olur. Bir Asya ülkesindeki otelde, bir yandan eşyalarımı yerleştiriyor, ara sıra zaplayarak bir haber kanalı bulmaya çalışıyordum ki, Pakistan devlet başkanı Pervez Müşerref’i görür gibi oldum. Bir an için, "Koskoca Müşerref, nasıl olur da program sunuculuğu yapar?" diye geçti aklımdan. Ona çok benzeyen birinin olduğunu anlamam fazla sürmedi.

Daha sonra Pakistanlı bir dostumla konuştum. Programı sunan kişinin Vajihuddin Han adlı bir komedyen olduğunu öğrendim. Meğer Geo TV yapımcılarından biri, Karaçi’nin Alaaddin Parkı’nda, ailesiyle piknik yaparken rastlamış ona. O sıralar, Vajihuddin devlet memuruymuş. Yapılan teklif öylesine cazipmiş ki, hemen istifa edip "Hum Sab" adlı siyaset programını sunmaya başlamış.

Vajihuddin’i ekranda görünce, benim gibi "başkan Müşerref" sanan yoktur sanırım. En azından, Pakistanlı yoktur. Ancak, sokakta görenlerin etrafını çevirdiğini, imza almaya ya da şikayetlerini dile getirmeye çalıştığını biliyorum. Demek ki, Vajihuddin’in "aldatma yeteneği" ya da eski yasalarımızda yer alan deyimiyle "iğfal kabiliyeti" var. Topluma "zarar verme" yani "ızrar kabiliyeti" var mı bilmem ama, çalıştığı Geo TV’ye zarar vermiş olması mümkün. Çünkü, Pakistan’daki sıkıyönetim sırasında kapatılan diğer tüm TV kanalları açıldığı halde, Geo TV’nin yayın yapması hálá yasak.
Yazarın Tüm Yazıları