Yaşlıca erkekler, dizlerini örten daracık etekli, yüksek topuklu, dalgalı saçlı, baygın bakışlı ve kendilerinden en az bir baş daha uzun güzel kadını kollarına takıp alışverişe çıkmaya bayılırlardı.
Vera Brühne’yi yirmilerinde sanmayın sakın. Ellisini çoktan aşmıştı. Bir gece polisler kapısını çaldılar. İki kişiyi öldürmekle suçladılar. İşte öyküsü.
1960 yılı nisan ayıydı. Ayın 19’u, bir salı günü. Paskalya tatili bitmiş, İsa peygamberin dirilişi kutlanmış, Federal Almanya’nın her köşesindeki gibi, Bavyeralılar da, işine, okuluna dönmüş, hasret gideriyordu. Dr. Otto Praun’un sekreteri Bayan Renate Maier için durum biraz değişikti. Öğlen olmuştu. Doktor ortalarda yoktu. Randevulu hastaları bir bir geri göndermek zorunda kalmıştı ve bu da çok can sıkıcıydı. Gün boyu doktorun Starnberg Gölü kıyısındaki villasına telefon edip durduğu halde bir türlü ulaşamayan Bayan Maier, öylesine kaygılanmıştı ki, akşama doğru kocasını yanına alıp villaya gitti. Zile bastı, açan olmadı. Zemin katın balkon kapılarından biri hafifçe aralıktı. İçeri girdiler. Önce berbat bir kokuyla karşılaştılar, sonra giriş kapısının önündeki holde, boylu boyunca yatan doktorun cesediyle.
Pöcking polisinin olay yerine gelmesi biraz uzun sürdü. Gece yarısını az geçe memurlardan biri bodrum katından yukarı seslendi: "Burada bir ceset daha var!" Hemen tanıdı bayan Maier. "Bu, kahya kadın Elfriede Kloo" dedi. "Doktor yıllar önce karısından boşandığından beri burada oturur, evin her işiyle o ilgilenirdi." Sonra müstehzi bir ses tonuyla ekledi: "Aslında sadece evle değil, doktorla da pek yakından ilgilenirdi."
Polisler başka birini daha buldu. Doktorun açlıktan bitap düşmüş köpeğini. Şarap mahzenindeydi, üstelik kapı üzerine kitlenmişti.
ÇOK BİLMİŞ POLİSLER
Güneşin doğmasına az kalmıştı. "20 Nisan 1960, Salı, saat 4.40" diye başlıyordu polis tutanakları. "65 yaşındaki Dr. Praun’un paltolu cesedi aynalı dolabın önünde sırtüstü bulundu. Şapkası yerde. Yüzünde, elbisesinin ve paltosunun ön kısmında çok miktarda kan, baş çevresinde geniş bir alana yayılmış, kurumuş kan lekesi. Cesedin hemen yakınında iki adet 6.35’lik boş kovan, sağ el altında aynı kalibrede Belçika yapımı FN tabanca, emniyeti açık, horoz kurulu, fişek yatağına tek fişek sürülü, şarjör boş. Kurşun ağızdan girip, başın arkasından çıkmış. Başkaca bir yerinde yaralanma yok. Giysiler sağlam," şeklinde sürmekteydi.
"Ya eve henüz girmiş ya da çıkmak üzereymiş" dedi polisler. "Ölü sertliği tamamen çözülmek üzere, sadece dizlerine kadar olan kısımda belirgin. İleri derecede çürümeye bağlı koku. Ölüm zamanı 15 ya da 16 Nisan 1960" diye kayıt düştüler. Yan odadaki kanepenin şiltesine saplanan bir mermi çekirdeğinin, neden orada olduğuna hiç kafa yormadılar.
"Saat 5.45. Bodrum girişi, Elfriede Kloo yüzüstü. Ensede bitişik atış. Yerde, başı çevreleyen kan, tamamen kurumuş. Cesedin bir metre kadar uzağında bir adet boş kovan, 6.35 mm. Ölü sertliği sürüyor. Çürümeye bağlı koku yok." "Bodrum katı, yukarıya göre soğuk. Sıcaklık farklı yüzünden cesetlerin sertliğiyle çürüme derecesi farklı" dedi polislerden daha bilmişi. Bayan Elfriede’nin de ölüm zamanını, "15 ya da 16 Nisan 1960," diye kaydettiler.
Polisler yalnız değildi aslında, keşifte bir doktor da bulunuyordu. Hep birlikte ölümlerin nasıl meydana geldiği konusunda fikir birliğine vardılar. Kadının ensesine ateş edilmişti. Arkasından yaklaşanı tanıyordu besbelli, başını bile çevirmemişti. Öte yandan kurşun, erkeğin ağzından girip ensesinden çıktığına göre, bu bir intihardı. Ölü muayene tutanağını artık bitirebilirlerdi. "Dr. Otto Praun, önce Elfriede Kloo’yu öldürmüş, daha sonra intihar etmiştir."
Onlar için, ne silahtaki parmak izleri, ne ellerdeki atış artığı, ne bedenlerdeki ölü morluklarının yerleri, ne kan lekelerinin oluşturduğu şekil önem taşıdı. Cesetlerin üzerindeki sinek ve larvaları incelemediler. Odaların sıcaklığını ölçmediler. Havanın soğukluğuna rağmen balkon kapısının neden aralık olduğunu merak etmediler. (Dünya, 50 yıl önce bugünkinden daha soğuktu. Nisan’da, Münih çevresinde sıcaklık eksi 2 dereceye kadar düşmüştü.)
Savcı, otopsiye gerek görmedi. Ertesi sabah, defin ruhsatlarını imzaladı. Her ikisinin de ailesinde, çok sayıda cenaze yakıldığı halde, bu geleneğe uyulmadı (iyi ki uyulmadı) ve 22 Nisan’da Dr. Praun, Münih’te; Bayan Kloo, Rosenheim’da toprağa verildi. Her şey makul gibi görünüyordu, iki ay sonra doktorun vasiyeti açılıncaya kadar.
İNTİHAR DEĞİL CİNAYET
Doktorun oğlu da doktordu ve polisin intihar senaryosu aklına yatmıştı. Ancak babasının vasiyeti açıldığında, bir süredir satmaya çalıştığı İspanya’nın güney sahil şeridi Costa Brava’daki 70 bin metrekarelik arazi içerisindeki çiftlik evini, pahalı giysilere, yaşlı erkeklere, Münih gece hayatına düşkünlüğü ile tanınan 52 yaşındaki Vera Brühne’ye bıraktığını öğrenince deliye döndü ve cesedin mezardan çıkartılıp incelenmesi için savcılığa başvurdu.
Altı ay sonra Dr. Praun’un kafatası mezardan çıkmış, Münih Adli Tıp Enstitüsü Başkanı Prof. Wolfgang Spann’a ulaşmıştı. Ünü Almanya sınırlarını aşmış adli tıp uzmanı (1980’lerde İstanbul Üniversitesi Senatosu kararıyla fahri doktora unvanı vermiştik) doktorun kafasına bir değil, iki kurşun isabet ettiğini bildirdi. Biri sağ şakağından girip, kafanın sol üstünden, diğeri sağ elmacık kemiğinden girip, ağzından çıkmıştı. Kısacası, polis tutanaklarında kayıtlı olduğu biçimde, ağızdan girip enseden çıkan kurşun yoktu, intihar değildi. Ayrıca midesinde yarım litreye yakın kan vardı.
1961 Kasım’ında Dr. Spann, mezarından çıkartılan kahya kadın Elfriede Kloo’nun cesedini inceliyordu. İleri derecede çürüme nedeniyle ayrıntıları görmesi mümkün olmamakla birlikte, birinci boyun omurundaki parçalanma ve buradan kopan kemik kırıntılarının dağılış biçimine dayanarak, kurşunun hareket yönünün, polis kayıtlarında belirtildiği şekilde, arkadan öne doğru olduğu sonucuna vardı.
VERA NEDEN AFFEDİLDİ
Otopsi raporları savcılığa ulaştığı gün Alman medyası, Vera Brühne’nin doktorun metresi olduğu, başından geçen iki evliliğe ve hayatına giren birçok erkeğe rağmen, 15 yıldır yanından ayrılmayan 49 yaşındaki inşaat işçisi Johann Fehrbach ile birlikte, İspanya’daki çiftliğe konabilmek için doktorla kahya kadını öldürdüğü yönünde yayına başladı. Gazeteciler sanki, polisten ve savcılıktan bile daha fazla bilgiye sahipti.
Duruşmalar, nisanla haziran arasında sürdü. Vera ve Johann, paskalya tatilinin her günü, her saati nerede olduklarını kanıtladılar. Sadece 14 Nisan 1960 günü akşamına ilişkin tanıkları yoktu. Mahkeme, polisin kurşun giriş ve çıkış deliklerinde yaptığı hatayı, ölüm zamanını belirlerken de yapmış olabileceğine kanaat getirdi ve cinayetlerin 15 ya da 16 Nisan’da değil, 14 Nisan saat 19.45’te işlendiğine, her nasılsa hükmetti.
Duruşma günleri Münih Adalet Sarayı’na giden yollarda trafik tıkandı, binayı çevreleyen binlerce meraklı, gözünü para hırsı bürüdüğüne yürekten inandığı uzun boylu, sarışın, güzel kadının nasıl bir cezaya çarptırılacağını bekledi.
Hiçbir delil bulunmamasına ve suçu kabul etmemelerine rağmen, her iki sanık ömür boyu hapse mahkum edildi. Johann Fehrbach 10 yıl sonra cezaevinde öldü. Vera Brühne, Aichach Cezaevi’nde yağlıboya manzara resimleri yaparak geçirdiği 18. yılın sonunda, 30 Mayıs 1979’da, zamanın Bavyera Başbakanı Franz Josef Strauss tarafından gerekçe gösterilmeksizin affedildi.
Davadan neredeyse 40 yıl sonra, 2000 yılı baharında Alman WDR televizyonunun yaptığı röportajda, doktorun hiçbir zaman sevgilisi olmadığını, İspanya’daki eve gitmediğini, bu işe nasıl bulaştığını hálá anlayamadığını ve adalet istediğini söyledi. Bu isteği yerine gelemedi. Ertesi yıl, 91 yaşında Münih’te bir klinikte son nefesini verdi.
GAZETECİYE KONUŞTU HEMEN ARKASINDAN ÖLÜ BULUNDU
Doktorun sekreteri Renate Maier, 1969’da bir gazeteciye gözyaşları içerisinde, tanıklık ederken yalan söylediğini anlattı ve hemen ardından ölü bulundu.
Vera Brühne ile Johann Fehrbach defalarca yeniden yargılanmak üzere üst mahkemelere başvurdular. Ancak başarılı olamadılar.
Alman polisinin, olay yeri incelemede yaptığı hatalar, polisle birlikte olay yerine keşfe giden hekimin bilgisizliği yıllarca gündemde kaldı.
Çifte ölüm, gerçeğe ulaşmada otopsinin vazgeçilmezliğini ve geç kalındığında bulguların nasıl kaybolacağını gösteren bir örnek oldu. Gazetecilerin kamuoyunu ve soruşturmayı nasıl yönlendirebileceği görüldü.
Neden otopsi yapılmadı?
Hiç kuşkusuz, Dr. Praun ile Bayan Kloo’nun öldürülme olayındaki ilk hata, şapka ve paltosunu çıkarmayan doktorun, bodruma inip, kahya kadını öldürdükten önce ya da sonra köpeğini şarap mahzenine kitlemesi, ardından da üst kata çıkıp kendini vurmasındaki garipliği polislerin fark etmemiş olmasıdır. Palto giyilecek denli soğuk bir Bavyera nisanında balkonun kapısı neden açıktır? Cesetlerin her ikisinin de bulunduğu yerden bir hayli uzaktaki oturma odasının kanepesinde mermi çekirdeğinin ne işi vardır? Tabancada parmak izi, ellerde atış artığı neden aranmamıştır? Ya doktorun yanında bulunan iki boş kovana ne demeli? Ağızdan giren tek kurşun enseden çıktıysa, "Neden yerde tek boş kovan değil de, iki tane var?" diye soran olmamıştır.
Aşıklardan birinin diğerini vurduktan sonra intiharına sıkça rastlanır. Diyelim ki, böyle bir senaryoyu öngördüler. Bu koşullarda, her ikisi de ölümcül yaralar almış cesetlerden birinin alt, diğerinin üst katta bulunuşu nasıl açıklanabilir.
Elbette otopsiye ihtiyaç duymayan savcının hatası, bunların çok üzerindedir. Eğer cesetler incelenebilmiş olsaydı, hem doktorun kafasındaki ikinci kurşun yarası görülebilecek, mermilerin hareket yönü kesin biçimde saptanacak ve doktorun, başına ateş ettikten sonra ikinci kez tetiği çekip çekemeyeceği saptanabilecekti. Ölümünden altı ay sonra yapılan otopside, midesinde yarım litre kan bulunduğu kayıtlıydı. Anlaşılan, ilk kurşunla ikincisi arasında bu kadar kanı yutacak kadar uzun yaşamıştı. Bütün bunların yanı sıra, cesetlerin bulunuşunun hemen ardından otopsi yapılmış olsaydı eğer, ölüm zamanları da doğruya oldukça yakın biçimde belirlenebilecek, mahkeme heyetinin bilimsel hiçbir bulguya dayanmadan, sadece sanıkların nerede bulunduklarını kanıtlayamadıkları tek akşamı dikkate alarak, ölümlerin 14 Nisan saat 19.45’te gerçekleştiği sonucuna varmasını engelleyecekti.
DOKTORU BAVYERA SAVUNMA BAKANLIĞI MI ÖLDÜRTTÜ
Zaman içinde yeni tanıklar ortaya çıktı. Cinayetleri işleyebilecek adlar ortaya atıldı. Hatta olayın arkasında casusluk, istihbarat, silah kaçakçılığı gibi başka motifler olduğu konuşuldu. Örneğin 1967 Eylül’ünde Alman gizli servisinden Roger Hendkes, Bonn savcılığına başvurdu ve Otto Praun’u, öldürüldüğü kabul edilenden çok sonraki saatlerde canlı olarak gördüğünü, Savunma Bakanı başdanışmanı ve bir başka kişiyle villaya gittiklerini, cinayetleri bu üçüncü kişinin işlediğini anlattı, ancak adını vermedi. Bilgilerin basına sızması üzerine bakanlık, yalan beyandan Hendkes’i mahkemeye verdi. Hendkes 8 bin mark para cezasına çarptırıldı. Parayı bakanlık ödedi. Hendkes bir daha konuşmadı.
Dr. Otto Praun’un İspanya’daki çiftliği ve Starnberg Gölü kıyısındaki lüks villası dışında, çok ciddi mal ve para varlığı vardı. Yasadışı kürtajlara, uyuşturucu reçetelerine rağmen, hekimlik yaparak sağladığı gelirin bunları karşılayamayacağı açıktı. 1945 öncesi ve sonrasında gizli servisle ilişkisi bulunduğu, Federal İstihbarat Teşkilatı adına silah alım işlerine aracılık ettiği, kendisini bu teşkilatın öldürdüğü, milletvekillerinin de aralarında bulunduğu pek çok ileri gelenin ısrarlarına rağmen, Savunma Bakanlığı’nın olayların üzerine gidilmesini ve soruşturmanın yeniden açılmasını engellediği söylendi.
Gerekçesi ne olursa olsun, Vera ve arkadaşı, doktorla kahyayı gerçekten öldürmüş olabilirler. Ancak basının yargısız infazına ve kamuoyu baskısına direnemeyerek tanıksız, delilsiz mahkumiyet kararı veren Alman yargısının aldığı yaranın, aradan geçen yarım asra rağmen tam olarak iyileştiğini söylemek mümkün değil.