Gazetedeki hesap, çarşıya uymadı. Vatandaşlarla sohbet edemedim. Çünkü Konya’da geçirdiğim 14 saatte -iki kez ellerimi yıkadığım dakikalar dışında- hep polislerle birlikteydim. Sordum, anlattılar, sordular, anlattım ve kararımı verdim. Konya, suçla mücadele ve suç aydınlatma teorilerinin pratiğe dönüştüğü bir laboratuvardır.
Masaüstü bilgisayarımdaki "powerpoint" sunumunu taşınabilir bir ortama kaydedemeden elektrikler kesilmiş ve yeniden gelmesi için güneşin doğuşunu beklemek zorunda kalmıştım. Sabahın beşinde, Atatürk Havalimanı’na doğru otomobil kullanırken "Uçakta kestiririm" diye düşünüyordum. Mümkün olmadı. Yanımda oturan, Dalaman’a gelin gitmiş genç öğretmenle konuşmayı, onu yeniden çalışmaya ikna etmeyi ve ara sıra çocuklarından küçüğünü oyalamayı tercih ettim.
Konya polisi hakkında çok şey okumuş olduğunuzu tahmin ediyorum. En azından, cinayetleri aydınlatmadaki başarıları yüzünden "CSI Konya" diye adlandırıldıklarını duymuşsunuzdur. Gülden Aydın’ın kaleme aldığı, Levent Arslan’ın fotoğrafladığı, CSI Konya başlıklı haberin 2006 aralık ayında Hürriyet Pazar’da yayınlanmasından önce, onları ünlü Amerikan TV dizisinin kahramanlarına benzeten olmuş mudur hatırlamıyorum, ancak daha sonrasında, gerek yazılı, gerekse görsel basında pek çok kez bu şekilde anıldılar.
Yolculuk öncesinde, Konya Emniyet Teşkilatı’yla ilgili basında yer almış haberleri yeniden gözden geçirdim. Önemlice bir bölümü, 2004’te göreve gelen bir ekibin faili meçhul cinayet bırakmadığı, geçmiş yıllara ait dosyaları tozlu raflardan indirerek yeniden araştırdığı, katilleri teker teker bulduğu dile getirmekteydi. Hemen hepsinde üç isim öne çıkartılıyordu. İl Emniyet Müdürü Salih Tuzcu, Asayiş Şube Müdürü Ercan Taştekin ve Cinayet Büro Amiri Ertuğrul Güler. Onları tanımak, deneyimlerini paylaşmak ilginç olacaktı. Teşkilatta görevli 400 kadar polis memuruna, bilimsel delillerin suçları aydınlatmadaki önemini aktarabilmek beni heyecanlandırıyordu. Konya’da cinayetlerin azaldığı, suçların önlendiği söyleniyordu. Bunu nasıl başardıklarını anlamak, başka kentler ve ülkelerdeki uygulamalarla karşılaştırmak istiyordum. Kısacası, Konya’dan öğrenecek çok şey vardı.
KAHVALTIDA BEYİN FIRTINASIKonya’da şaşırmaya, Polisevi Müdürü Yunus Aydın’ın bir emniyet müdürü olduğunu öğrenmekle başladım. Olağanüstü disiplin ve titizliği, içten misafirperverliği, polisevinin her personelinde tekrarlanıyordu. Konya polisinin ilk liderini tanıyor, ilk takım oyununa tanık oluyordum. Gün boyu sayısız lider tanıdım, sayısız takım oyunu gördüm. Kanımca, Konya başarısının en temel özelliklerinden biri bu.
Bahçeye kurulmuş kahvaltı sofrasında, 8-10 kişiydiler. Emniyet müdür yardımcıları, şube müdürleri ve büro amirleriydi. Her şeyi öğrenmek istiyorlardı, dünyayı merak ediyorlardı. Biri soruyor, daha cevabımı bitirmeden, bir diğeri söz alıyordu. Gözlerinin içi gülüyordu. Şakalaşıyorlardı. Birbirlerini sevip saydıkları belliydi. Hani "Biz büyük bir aileyiz" denir ya. Genellikle lafta kalır. Onlar, birbirlerine kardeş kadar yakındılar. Başarılarının bir diğer sırrı da bu. Asayiş Şube Müdürü Ercan Taştekin’le bilgilerimizi paylaşmaya, işte bu sofrada başladık ve inanmayacaksınız ama, tam 13 saat kesintisiz biçimde sürdürdük.
FİLM SENARYOSU BİLE YAZDIKPolisevi’nin konferans salonu büyük, düzenli ve pırıl pırıldı. Kadınlı erkekli 400 kadar polis memurunun oluşturduğu mavi denizin arasından geçerek bana ayrılan yere oturdum. Ön sıralardaki jandarma subaylarını görünce sevindim. Benzeri toplantılardaki gibi önce özgeçmişim okundu, sonra Emniyet Müdür Yardımcısı Kenan Özgür’ün elinden bir teşekkür plaketi aldım ve "Her şeyin hızla değiştiği bir çağda yaşıyoruz. Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, failler, mağdurlar, olay yerleri, suç tipleri ve yasalar değişiyor" diyerek, slaytlar eşliğinde konuşmaya başladım.
Resmi suç istatistiklerinin, adam öldürme dışında, gerçeği yansıtmadığını, "kara sayıları", görgü tanıklığı ve ikrarın yarattığı sakıncaları, suçu önlemenin, suç aydınlatmaya oranla ne kadar daha ucuz olduğunu açıkladım. Suçluyu yakalamada DNA delillerinin nasıl kullanıldığını, Konya’dan, Türkiye’nin diğer kentlerinden ve dünyadan örnekler vererek aktarmaya çalıştım. Hatta, birlikte bir polisiye dizi film senaryosu bile geliştirdik. Filmin sonunu, DNA bankası bulunan ve Türkiye gibi henüz bir bankası bulunmayan ülkelere göre değiştirdik.
Bitirirken, delillerin kaybolmaması için alacakları bazı önlemlerden söz ettim. Ben anlatmaktan çok keyif aldım. Umarım, onlar da almıştır. Öğlen olmuştu. Yorgun ve açtım. "Biraz dinlenirim" diye umutlanıyordum. Ne mümkün. Polisevi bahçesindeki sofra bizi bekliyordu. Biri soruyor, daha sözümü bitirmeden bir diğeri, bu kez kendi alanıyla ilgili bir şey soruyordu. Ben dayanamayıp başka şeyler soruyordum, onlar heyecanla anlatıyordu. Bu kez, "Ne yedin, ne içtin?" diye sorabilirsiniz. Etli ekmeğin lezzetini unutmak ne mümkün.
Yeni teknolojileri kullanmak istiyorlarKonya emniyet mensupları öylesine heyecanlıydı ki, "Bırakın da soluklanayım. Az sonra sunumum var" demeye dilim varmıyordu. Salı sabahı kahvaltıda "Ne yiyip ne içtin?" diye sormayın sakın. Bunları hatırlamıyorum, ama hatırladığım daha önemli şeyler var: Konya polisi çağı yakalamak istiyordu, mesleklerindeki gelişmelere meraklı, bilime saygılıydı. Yeni teknolojilere sahip olmak, yeni suç önleme tekniklerini uygulamayı arzuluyordu ve istisnasız hepsinin hedefi aynıydı: "Mutlaka başaracağız."
Biz de Hürriyet trenindeydikSöz verdiğim gibi saat 14:00’te gardaydım. Etrafta "vatandaş" göremediğimden, planlanan sohbetimi gerçekleştiremedim. Bana eşlik eden asayiş ve çocuk şube müdürleriyle birlikte Hürriyet Kurumsal İletişim Direktörü ve Proje Yöneticisi Temuçin Tüzecan, Hürriyet Treni Proje Görevlisi Emel Armutçu ve Hürriyet Aile İçi Şiddete Son Kampanya Koordinatörü Neşe Hacısalihoğlu ile 15-20 dakika sohbet ettik. Ardından, bir vagonda, Konya
emniyetinin 11 üst düzey yetkilisiyle kapalı bir çalıştay gerçekleştirdim. Karşılaşılan sorunlara birlikte çözüm aradık.
Neşe Hacısalihoğlu, saat 16:00’dan itibaren aynı vagonda, Meram, Karatay, Selçuklu ilçe emniyet müdürleri ve bu birimlerde çalışan görevlilerle Dutlukır Polis Merkezi görevlilerine, toplam 22 emniyet mensubuna, Aile İçi Şiddete Son Kampanyası çerçevesinde etkinliklerini, bir "powerpoint" sunumu eşliğinde anlattı. Konya polisinin, kadın ve çocuk mağdurların korunması noktasında neler yaptığını öğrendi. Bu toplantıya ben de katıldım. Konya’nın bir laboratuvar olduğunu, her türlü yeniliğe açık olduklarını, motivasyonlarının yüksekliğini, gelecekte planlanan çalışmalarında, Konya polisinin bu niteliklerini değerlendirmelerini tavsiye ettim. Ardından, trenin önünde bir fotoğraf daha çektirdik ve gardan ayrıldık.
Saat 17:20’de, Konya İl Emniyet Müdürü Salih Tuzcu’yu makamında ziyaret ettik. Çocuk pornografisinden, pedofilinin hastalık oluşundan ve daha birçok konudan söz ettik. Konya polis teşkilatının büyük ve mutlu bir aileye dönüşmesinin sırrını, onu tanıyınca çözdüm.
Emniyet mensupları için emeklilik yaşı 60. Salih Tuzcu, çok yakında emekliye ayrılacak. Dinlenmekten, bahçeyle uğraşmaktan bahsetti. Emniyet teşkilatının buna izin vereceğini hiç sanmam. Deneyimleri ve liderlik biçiminden mutlaka yararlanacaktır. Hele, Konya’daki Kabahatler Kanunu uygulamasındaki bilgi birikimini, eminim değerlendirecektir.
DNA ANALİZLERİ PAHALI DEĞİLSaat 18:30’da, yeniden Polisevi’ndeydik. "Yemeğe kadar biraz dinlenirim herhalde" diye düşünmüştüm, ama nafile. Ercan Müdür beni, dört bir yanı koltuklarla çevrili büyük bir salona yönlendirdi. Olay Yeri İnceleme Şube Müdürü Salih Baydar ve ekibiyle değişik suç tiplerinde delil toplama tekniklerini, DNA bankasının önemini ve daha pek çok şeyi tartıştık. Kendilerine, bir DNA analizinin 1000 YTL’ye mal olduğunu söyleyen olmuş. Bunun kesinlikle doğru olmadığını, ne kadar çok DNA analizi yapılırsa maliyetin o denli düştüğünü, hatta tam otomasyonda bir analizin 50 YTL’ye kadar indirilebildiğini anlatmaya çalıştım.
DNA’nın bedenin her noktasında aynı olduğunu, olay yerinde ya da mağdur üzerinde bulunan biyolojik delille karşılaştırmak için, şüphelinin yanak içinden, ucu pamuklu çubukla sürüntü almanın yettiğini, kan almaya gerek olmadığını tekrar tekrar anlattım. At hırsızlığı ve dana karışması gibi savcılığa yansıyan olayları Selçuk Üniversitesi’nin DNA analizi yaparak çözdüğünü, üniversiteyle işbirliği yapmalarını, en kısa zamanda kendi DNA laboratuvarlarını kurmalarını tavsiye ettim.
SON YEMEK VE SON BAKIŞAkşam yemeğini yine o güzelim bahçede yedik. Ercan Taştekin’in Konyalı olduğunu öğrendim. "İşte" dedim, kendi kendime "Başarılarının bir nedeni de bu." İleri ülkeler polislerini, içinden çıktıkları çevrelerde görevlendirmeyi tercih eder. Olabildiğince iş konuşmamaya çalıştık. O sırada Emel Armutçu beni telefonla aradı. Ercan Müdür’le konuşmak istedi. Hürriyet treninin programında bir konser vardı ve yeri, Konya’daki en büyük caminin yanıydı. O gece kandildi. Kaygıyla müdüre baktım. "Merak etme" dedi. "Burada hiç bir şey olmaz." "Olmaz", dedi ama, önlemleri birkaç katına çıkartmayı ve konser dağılıncaya dek, on dakikada bir telefonla bilgi almayı ihmal etmedi.
22:10’da, uçağın kapısından içeriye adımımı atmadan arkama baktım. Çok uzakta, alanın ışıklarının aydınlattığı deniz mavisi üniformalarıyla onları son bir kez gördüm. Elimi salladım. Hemen karşılık verdiler. "Demek, gözlerini benden ayırmamışlar" diye düşündüm. Teşekkürler Konya CSI, iyi ki varsınız.
Polislerin cebindeki kırmızı kitapBildiğiniz gibi 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren Kabahatler Kanunu, kabahatleri suç olmaktan ve ceza kanunları kapsamından çıkartmış, dilencilik, sarhoşluk, gürültü yapma gibi fiilleri işleyenlere idari yaptırımlar getirmiş ve uygulanmasından sorumlu tutulacakların başında kolluk birimlerini saymıştır. Bu nedenle Konya’da her polis memurunun cebinde kırmızı kaplı, üzerinde Türk bayrağı bulunan bir kitapçık var: "Kabahatler Kanunu’nun Uygulanması El Kitabı."
Uygulamayı yerinde inceleyecek fırsatım olmadı. "Sıfır tolerans" modeli olduğunu söylediler. Bana göre Konya polisinin, New York Belediye Başkanı Rudolph Giuliani döneminde orada uygulanan "sıfır tolerans" ile uzak yakın ilgisi yok.
New York polis müdürü Howard Safir’in kurduğu "Sokak Suçları Birimi"nin üniformasız ve genç polisleri, metroda geceleyen, dilenen, kumar oynayan, içki içen, laf atan ve sarkıntılık edenlerin üstünü arıyor, tutukluyor, geçmişlerini, yakınlarını araştırıyor ve azınlıkları, zencileri, fakirleri, evsizleri hedefliyordu. Günün birinde 23 yaşındaki göçmen Amadou Bailo Diallo’yu, peşinde oldukları bir seri katile benzettiler, silah çektiğini sandılar ve 41 el ateş ettiler. New York kenti, Diallo’nun annesine 3 milyon dolar tazminat ödedi. Bir sonraki başkan Michael Bloomberg’in ilk icraatı, Giuliani’nin Sokak Suçları Birimi’ni lağvetmek ve "sıfır tolerans" politikasını terk etmek oldu. New York’ta suç, azalmaya devam etti.