Salzburg'da gönüllü temsilciyiz

36 yıldır yapılan Salzburg Müzik Festivali'nde sadece Berlin Filarmoni Orkestrası çalar ve hoş bir atmosfer içinde dört gün müzik sarhoşluğu yaşanır.

Biz çok iyi anlaşan altı arkadaş her sene Salzburg'da güzel vakit geçiriyor, müzikseverlerin kaymak tabakasının içinde Türkiye'yi iftihar edilecek bir şekilde temsil ediyoruz.

Babamın vefat ettiği sene hariç sekiz senedir Salzburg (Avusturya) Paskalya müzik festivaline aralıksız gitmekteyim. Biletlerimi ve otelimi bir sene evvelinden ayırtırım. Program bir sene önceden bellidir. Dört gece süren bu müzik dizisi dünyanın en lüks, en seviyeli, en mükemmel festivali ve Kuzey Avrupa'nın müziksever kaymak tabakasının katıldığı bir kulak ziyafetidir. Alman, Avusturyalı, İsviçreli, İtalyan, Yunanlı ve Amerikalı müzikseverlerin katıldığı bu festivalde sadece Berlin Filarmoni Orkestrası çalar ve bu orkestranın daimi maestrosunun yönettiği dört günlük festival mutlaka bir operayla başlar. Daha ziyade Kuzey Avrupalı ve Rus bestekarların en zor eserleri çalınır. Mutlaka bir misafir maestro bulunur ve bu arada dünyanın en iyi solistleri bir müzik şöleni verir.

Berlin Filarmoni Orkestrası dünyanın en iyi orkestrasıdır. O kadar iyidir ki, şefi olmasa bile kendi kendine en zor parçaları dahi icra edecekmiş hissine kapılırsınız. Takriben on sene evveline kadar erkek erkil olan bu orkestra da elmayı yedi ve artık hanım icracıları da bünyesinde barındırmaya başladı. Bu sefer, eminim müzikle ilgili pek çok insanın da tanıdığı daimi şef Claudio Abbado'nun son festival konserini dinledik. Abbado, çok yaşlı olmamasına rağmen rahatsızlığı yüzünden müzik hayatına veda ediyor, yerini İngiliz Simon Rattle'a bırakacak. Simon Rattle'ı daha tanımamaktayım ama İtalyan Claudio Abbado son derece zarif, yakışıklı ve orkestrasına hakim pek hoş bir şefti. Bu arada pek çok enternasyonal şefi dinlediğimiz halde Abbado kadar görsel olarak keyif veren bir şefi daha dinleyemedim. İnşallah Simon Rattle da Abbado gibi keyif veren bir orkestra şefliği yapar. Bu sene beş saat süren Wagner'in Parsifal operasını idare ettikten sonra üçüncü günü onu Schumann'ın Faust'unda hem provada hem de gece gösterisinde dinledik. Provadan sonra, orkestrayı yücelten hoş bir veda konuşması yaptı.

Otuz altı yaşında olan bu festivali sırf bir inat uğruna Herbert von Karajan başlatmıştır. Viyana operasından kovulan ve Bayreuth'da (Richard Wagner'in kurduğu ve sadece Wagner çalınan bir festivaldir) Wagner ailesiyle ters düşen Karajan sırf bu iki müesseseye inat olsun diye bu festivali başlattığı sırada Berlin Filarmoni Orkestrası'nın daimi şefidir. Gider, o zamanın belediye reisi Willy Brandt'ın ve Kültür Bakanının kanına girerek izin alır ve Berlin Filarmoni Orkestrası'nı Salzburg'a getirerek bu festivali başlatır. Bu vakfın adı Herbert von Karajan Vakfı'dır ve çılgın karısı da halen vakfın idare heyetindedir.

Bu festivali hep duyduğum ve bilet bulmanın ne kadar zor olduğunu bildiğim için buraya devamlı giden Yunanlı arkadaşlarım Panos ve Danai Manias'lara rica ettim, bir seferinde bana ve kocama hem bilet hem de otel ayırttılar. Bütün festival boyunca erkekler smokinle hanımlar da uzun elbiselerleydi. Çok şıktık ve bol mücevher vardı. Herhalde bu festivale katılan ilk Türk ben ve kocamdık. Klasik müziğe fazla aşina olmayan kocamın şansına o sene Richard Strauss'un sevimsiz bir opera olan Elektra'sı vardı ve etraftaki insanların kalitesine bayıldığı halde, bana ‘‘Ben şoför takı mıyım, beni bir daha bu festivale götürme’’ dedi. Bense müziğin kalitesine ve dört günlük yoğun müzik ziyafetine bayılmıştım. Her sene gitmeye karar verdim. Karar verdim ama sinirime dokunan bir olay vardı. Yunanlı dinleyicilerin çokluğu beni çıldırtmıştı. O günden sonra ne yapıp ne edip evvela bir arkadaşımı, sonra iki arkadaşımı ve daha sonra iki arkadaşımı daha ilave edip bir Türk grubu oluşturdum. Artık devamlı olarak Zeynep Taşkent, Ezel Yüksel, Betin Akay, Verda Metin ve Danielle Kınay ile birlikte gitmekteyiz. Yunanlıların arasında bir Türk grubu oluşturduk ve Türkiye'yi temsil etmekteyiz.

Aşağı yukarı her sene aynı insanların geldiği bu festivalde herkes birbirini tanıyor, tanımasa bile göz aşinalığı kesbediyor. Altı buçukta başlayan konserlerden sonra zaten ufacık olan masal şehri Salzburg'un muayyen lokantalarına dağılınıyor ve gene herkes oralarda da birbirini tanıyarak yemek yiyor. Hoş bir atmosfer içinde dört gün müziğin şahikasına varıp müzik sarhoşluğu yaşıyoruz. Çok anlaşan altı arkadaş güzel vakit geçiriyor, her ne kadar jet set'in içinde değilsek de, müzikseverlerin kaymak tabakasının içinde Türkiye'yi iftihar edilecek bir şekilde temsil ediyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları