İtalya AB’ye girebildiğine göre bizim de girmemiz gerekir

Müzelerdeki hediyelik eşya ve kitap satış yerleri, görebildiğim kadarıyla fevkalade zayıf ve fakirdi. Sokaklar aynen bizimkiler gibi dilencilerle, káğıt parçalarıyla ve pet şişelerle doluydu. İtalya'nın bize benzeyen daha pek çok tarafları var.

Halepli meşhur koleksiyoncu dostum George Antaki, koleksiyonundaki Türk kumaşlarını ve kıyafetlerini İtalya'da sergileyecekti. Beni açılışa davet ettiği için geçen hafta cuma günü Roma'ya gidip pazar günü döndüm.

İtalya'ya çok az gittiğim için Roma'yı çok fazla tanımam. Uzun aralıklarla ziyaret ettiğim Roma, nedense bu sefer beni çok heyecanlandırdı, zira sokaklarda yürürken aynı İstanbul gibi herhangi bir köşeyi döndüğünüzde bir sürprizle karşılaşırsınız. Ya hoş bir bina, ya bir havuz, ya bir meydan veyahut güzel bir manzara karşınıza çıkar. Keşfedecek, görecek çok yeri olduğu muhakkak. Her tarafı tarih kokar. Roma İmparatorluğu'nun bütün ihtişamını yaşadığı gibi Rönesans ve Barok devirlerinden kalanlar da hakikaten insanın hem bilgi dağarcığını hem de göz zevkini zenginleştirir. Her gün yeni bir programla sıkı gezmek ve her gün yeni bir plan yapmak şartıyla herşeyin ancak bir ayda görülebileceğini tahmin ediyorum.

Cuma öğleden sonra herkesi serbest bıraktılar ama akşam yemeğinde, kocaman bir grup, biz misafirleri Hotel de la Russie'ye yemeğe götürdüler. Otel bahçesi ve güzelliği ile meşhurmuş. Hakikaten de set set olan ufacıcık bir bahçeyi çok güzel yeşillendirmişlerdi. Öyle olması da gerekirdi zira dünyadaki ilk bahçe kültürünü geliştirenler Roma devrinden itibaren İtalyanlar olmuştu.

OSMANLI MOTİFLERİYLE SÜSLÜ COLONNA SARAYI

Ertesi gün ‘‘Bizim için özel açılan bir sarayı göreceğiz’’ dediler ve bizleri Palazzo Colonna'ya götürdüler. Sahipleri içinde hálá yaşamaktaymış, sarayın resim galerisi sadece cumartesi günleri halka açılırmış. Saraydaki yaşam kısmının bir bölümünü özel olarak bize açtılar.

İtalya'da pek çok saray yavrusu bulunmaktadır. Sebebini sorduğumda ilginç bir bilgiye sahip oldum. Papalık çok zenginmiş. Her Papa olan, Vatikan'ın parasıyla ailesine böyle bir saray yavrusu yaptırırmış. Bu sarayları yaşatabilmek ve bu lüksü idame ettirebilmek için de bayağı bir para ayırırlarmış. Onun için Roma'da çok saray yavrusu varmış. Papa'lar evlenmezler ama kardeşleri ve yeğenleri oldukça lüks yaşarlarmış. Palazzo Colonna da bu tip saraylardan biriydi.

Bu saray, yakın tarihlere kadar yaşatılır. Paralar tam suyunu çektiği sırada Colonna ailesinin bir mensubu çok zengin bir Suriyeli hanımla evlenir ve sarayı kurtarırlar. Bu hanım özel merakından dolayı sarayın tamamını yeni baştan tamir ettirir ve bugünkü şekline sokar. Ölümünde bir vasiyet bırakarak, hiçbir eşyanın yerinin değiştirilmemesini arzu eder.

Nitekim Suriyeli hanımın vasiyeti yerine getirilmiş, salonlar olduğu gibi muhafaza edilmiş ve kapılarını sadece özel ziyaretçilere açmışlar.

Colonna ailesinin amblemi, adı üstünde, ‘‘sütun’’ demek. Bu aile nasıl karıştı ise bir şekilde Osmanlı'nın büyük yenilgisiyle sonuçlanan İnebahtı savaşına katılmış ve bu savaşta Osmanlılar'ı yendikleri için, sevinçlerinden olacak herhalde, bütün salonların duvarlarını Osmanlı figürleri ile donatmış, hilalli bayrakları da her tarafta sembol gibi kullanmışlar. Yüksek tavanlı saray duvarlarına dayandırılmış kocaman yaldızlı kenar masaları güçlü kuvvetli leventlere taşıttırılmış. Bu masalara bayıldım, çok şık ve güzeldiler. Duvarlar hem kalem işi ile süslüydü, hem de tavanlara kadar yağlıboya tablolarla doluydu.

PALAZZOLAR RESTORE EDİLMİŞ VE BAKIMLI

Yirminci asrın başında İtalya'dan çok resim kaçırıldığı halde, anlaşılan bitirememişler. Zira İtalya hálá eski ressamların tablolarıyla dolu.

Düşündüm ve bağnazlığın çok kötü olduğuna karar verdim. Rönesans ressamlarından biri çıplak kadınlı çok hoş tablolar yapmış.

Herhalde bağnaz dindar olan Colonna ailesinin bir ferdi, başka bir ressam çağırarak bu çıplak kadınları üzerlerine örtüler boyatarak giydirtmiş. Yakın zamanlarda bakıma alınan bu tablolardaki giysilerin sonradan yapıldığı anlaşılmış ve tablolardaki kadınlar gene eski çıplak hallerine döndürülmüş.

Öğleden sonra başka bir saray yavrusu olan Palazzo Brancaccio'da bulunan Museo Nazionale D'Arte Orientale'deki George Antaki sergisinin açılışına gittik. Burası da başka bir saray yavrusuydu ve müze olarak kullanılmaktaydı. Fevkalade yüksek tavanları olup duvarlarla birlikte fevkalade süslü ama vitrinler ve aydınlatma bayağı çirkindi. Buna rağmen duvarlar ve tavanlar o kadar güzeldi ki vitrinlere ve içindekilere bakmadan sadece tavanlara, duvarlara ve kapılardaki süslemelere bakmakla göz zevkinizi doyuruyordunuz... Arkeolojik eserler gibi monoton bir malzeme, bu ortam içinde daha da sönük kalmaktaydı.

Müzedeki açılış merasimi bitti, bir kokteyl parti vereceğiz dediler ve bizleri başka bir palazzoya yani saraya götürdüler. Bu saray yavrusu da masrafının altından kalkılamayıp içinde yaşanamadığından özel davetlere kiralanmaktaydı. Bu da hakikaten fevkalade güzeldi, gerek tavanları ve gerekse duvarları çok hoştu. Bütün bu palazzolar iyi restore edilmiş olup gayet bakımlıydılar, en ilginç ve müşterek tarafları ise gayet sade ve gösterişsiz bahçe kapılarından içeri girilmesiydi.

Müzelerdeki hediyelik eşya ve kitap satış yerleri, görebildiğim kadarıyla fevkalade zayıf ve fakirdi. Sokaklar aynen bizimkiler gibi dilencilerle, káğıt parçalarıyla ve pet şişelerle doluydu. İtalya'nın bize benzeyen daha pek çok tarafları var. Bütün bunları görünce anlayamıyor ve ‘‘İtalya Avrupa Topluluğu'na girebildiği halde ne diye bizi almıyorlar?’’ diye soruyorum. Avrupa Topluluğu'na girişlerinden sonra görebildiğim en önemli değişiklik, bütün köhne ve eski otellerin fevkalade şık olarak yenilenmesinden ibaret.
Yazarın Tüm Yazıları