Paylaş
Kendim için söylemiyorum, yanlış anlama, bak!/Nasıl olsa benim miyadım doldu,/Ama sen de bokunu çıkarma işin!/Bir süre ara ver bu iş güzarlığa!/Tek dur biraz!/Ne dersin tam maaşla emekliliğe?/İşsizlik sigortası da veririm istersen...
Ölüm bu! Can Yücel’i dinler mi? En son Fransız teknik adam Bruno Metsu’yu da aramızdan aldı. 2002 Dünya Kupası’nda Senegal’e oynattığı futbol ve uzun saçlarıyla tüm dünyaya tanıtmıştı kendisini.
‘YENİLMEYECEĞİM’ DEDİ AMA..
Metsu, kanser teşhisi konduğunda, “Büyük bir şoktu. Eşimle birlikteydik ve hastaneden ayrılırken ikimiz de ağlıyorduk.. Bana 3 ay ömür biçtiler. Ama yenilmeyeceğim” demişti. Başaramadı.
Henüz 59 yaşında olan Metsu’nun kimbilir daha ne hayalleri vardı. Tıpkı geçen günlerde kaybettiğimiz Selçuk Yula ve Ahmet Erhan gibi.. Üçü de 1950 kuşağının güzel insanlarıydı. İkisi ölüme hazırlıksızdı ama sanki Ahmet Erhan, takdir-i ilahiye hazırlığını yapmış gibiydi: “Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta/Defterini dürmüş ve Bingöl’de bir dağ köyü kadar yalnız..”
ÜÇ HAYAT.. ORTAK KADERLER..
Bu üç adamın kesişen çok noktaları vardı. Futboldan beslendiler. Birisi futbolun zirvesinde caka sattı.. Fenerbahçe’nin efsanesi oldu. Öbürü 2002 Dünya Kupası’nda Senegal gerçeğiyle bizi tanıştırdı. Diğerinin ise futbol yolculuğu kısa sürdü.. Fatih Terim’le birlikte Adana Demirspor’da oynadı. Bacağı kırılınca çekip gitti yeşil sahalardan.. Topu değil de duygularını üzerimize saldı. En duygusal sözleri ortaladı bizlere.. Şahane dizelerle asist yaptı, çaresizlere: “Leylî okudum ölümün okulunu/Beş taş oynayarak yıllarla/Yüzümde mecburi hizmet solgunluğu/Uçkuru düşük bir acının ayazında..”
Selçuk Yula, hem sağda hem de solda rakiplerine sahayı dar etti. Kaleciler az çekmedi ondan.. Metsu ise özellikle de 2002’de ülkesi Fransa’ya dünyayı zindan etti. 98’de dünya, 2000’de Avrupa Şampiyonu olmuş ülkesini kupa dışına itti. Belki de ülkesinin Afrika’daki sömürge anlayışına isyan bayrağı çekti.. Al Ain takımıyla Asya Şampiyonlar Ligi Şampiyonu oldu. Gelin görün ki Ahmet Erhan yapamadı bunları.. Kalecileri avlayamadı ama şiirleriyle sevenlerini ters köşe yaptı. Can evinden vurdu onları..
“Toprak bile, gök bile, deniz bile/Bir yerde yorulur/Bırak kalsın süpürge duvarda/Sabun kovada/Anne, gel yanıma otur..” dedi..
O DA EDEBİYATIN MİLLİSİYDİ..
Anlayacağınız o, Selçuk ve Metsu gibi kendisini izleyenleri büyüleyen bir 10 numara futbolcu ve teknik adam olamadı. Onların kartvizitindeki ‘milli’ sıfatı meşin yuvarlaktan, onunki ise edebiyattan.. Hürriyet Spor okuyucuları bilir.. Türk edebiyatının milli takımını yazdığım ve Nazım Hikmet’in, Orhan Kemal’in Sunay Akın’ın da yer aldığı 20 Ocak 2013’teki ‘Edebiyatın Topçuları’ başlıklı yazımda şöyle yazmıştım onu: “Sahada kaval kemiğini kırdığında, ‘Anne ben geldim, ağdaki balık/bardaktaki su kadar umarsızım/dizlerin duruyor mu başımı koyacak?/Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..’ dizelerini yazdığı annesinin yüreği cız etti. O gün futbolla muhabbetini kesti.
GERÇEK AŞKLARI ÇOCUKLARIYDI
Üçü için de çocukları ayrı bir kokuydu. Yula’nın kızı Nazlı’ya düşkünlüğünü sevgili spiker arkadaşım Yalçın Çetin anlattı: “2008 Avrupa Futbol Şampiyonası için Avusturya/İsviçre’de bir ay birlikteydik. Türkiye’ye dönmeden bir gün önce kızı için bir sürü hediye aldı. Otelde o hediyeleri bavuluna yerleştirirken, ‘Yalçın, benim gerçek aşkım kızım Nazlı’ demişti.”
Metsu, “Doktor, kansersin dediğinde dünyam yıkıldı ve hemen üç çocuğum geldi aklıma. Hüngür hüngür ağladım” demişti. Ahmet Erhan için oğlu Deniz başka bir histi. Şiir yazdı ona.. “Ben bütün yenilgileri yaşadım/Kalmadı sana hiçbir şey/(...)/Uzun bir sözcükse ömrüm/Oğlum, son iki hecesin sen...”
GÜZEL HATIRALAR BIRAKTILAR
Zorlu bir yaşamdı onlarınki.. Biri Fenerbahçe’ye dönebilmek için evini satacak kadar fedakârdı. Kalpten gitti. Öbürü, ekmek parası için Afrika ve Asya’ya gitti. Hele akciğerine musallat olan kanserle amansız savaşı.. Diğeri gırtlağındaki davetsiz hücreyle boğuştu durdu. Ve ne çektiyse 12 Eylül cuntasından çekti. Oradan oraya sürüldü..
Üçünden de çok şey kaldı bizlere.. Hani diyor ya Ahmet Erhan, ”Kalırsa bir soru kalır benden/Gökte yıldızdır o, toprakta gömü/(...)/Bir de üç beş şiir, iyi kötü...” İyi-kötü ha! İşte bunu demeyecektin Ahmet Erhan.. Bak biz ardından dilimize doladık bile “beynimde yaralı bir cırcır böceği var/tek dileği, bir türkü daha söyleyip ölmek” deyişini.. Ey! Sömürgeden boynu bükülen bir halkı güldüren ve saha kenarına çok yakışan ‘karizma’.. Seni de yazdık kalbimize.. Senin de gollerini, hele Bordeaux’ya attığını hiç unutmayacağız, Selçuk Yula..
Kim demiş Ahmet Erhan hayırsız diye.. Bakın ne yaptı.. Gitti işte annesinin dizlerine başını koymaya. Artık hayırsız sensin Selçuk Yula.. Sen, annen Saniye Hanım’ın dizlerini terk ettin. Artık annen sensiz kalan dizlerini dövmekle meşgul..
Peki Metsu, sana ne demeli? Senegal’da görür görmez aşık olduğun eşine “Ben kalbi siyah olan bir beyazım” demiştin. Dedin de ne oldu? Onu ve üç çocuğunu terk ettin işte..
ÇUBUKLU, ÇİZGİ VE UZUN SAÇLAR..
Diyor ki Ahmet Erhan.. “... Ve keçe uçlu bir kalemle yazıyorlar:/Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm/Sabahın alacakaranlığında, bir uçurum önünde/bekleyen dirim/Sana artık Ahmet Erhan diyorlar.”
Ötekine ‘Bay Gol’ diyorlar.. Metsu’ya ‘Beyaz Büyücü’.
Selçuk’a saçları ve çubuklu forması, Ahmet Erhan’a değişmeyen çizgisi, Metsu’ya yeşil gözleri çok yakışırdı. Sanki aktördü. Onlardan geriye çok soru kaldı.. Bir de belleğimizdeki çocuk yüzleri.. Yaşar Kemal’in dediği gibi: “O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler..”
Paylaş