Serdar Turgut: Türkler olimpiyatta

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

TÜRKLER 20-30 yıl önce olimpiyatlarda çok daha başarılı olurlardı. Diyelim güreşte 12 sıklet var değil mi, 12'sinde de bizimkiler altını kazanırdı.

Gazeteler o gün de ‘‘Milli marşımızı 12 kez dünyaya dinlettiler’’ manşetleriyle çıkar, yurtiçinde vatandaşlar kahramanlık öyküleri anlatıp, bazıları sessiz, bazıları da haykırarak ağlardı.

Bu arada Amerika 200 küsur altın madalya kazanır ve onun milli marşı 200 kez dünyaya dinletilirdi, ancak bu bizi etkilemezdi.

Çünkü doğal olarak hepsi de iyi birer Türk milliyetçisi olan bizim güreşçiler, Amerikan milli marşı yayınlanmaya başlayınca kulaklarını tıkarlar ve böylece milliyetçi propagandadan kötü bir şekilde etkilenmemiş olurlardı.

Hatta bazıları bu arada ‘‘Go Home Yankee’’ diye bile bağırırdı, ama takdir edersiniz ki bu çok daha değişik, farklı yazı konusu olacak kadar zengin, tamamen başka bir konu.

* * *

Türklerin o zaman her güreş dalında altın madalya kazanmaları, güreşin o zamanlar sadece kaba kuvvete dayanmasındaydı.

Gerçi arada tekniği olan güreşçilerimiz de çıkardı, ama çoğu okuma yazmayı öğrenmeden önce bir yumrukla boğa öldürme başarısını göstermiş olan gençlerdi.

Bir yumrukta boğa öldürebilecek güçte olan bir insanın, entelektüel olması gerekmez. Hatta bu iki nitelik birbiriyle uzlaşmaz çelişki içindedir de. Bu bir tabiat kuralıdır ve değişmesi mümkün değildir.

Entelektüeller narin insanlardan çıkar. Bizim aslanlar da katiyen narin olmadıkları için, bu tabiat kuralına aykırı hareket eden çıkmadı pek aralarından.

Adamlar mindere çıkınca önlerine gelen her adamı kolundan bacağından tutup yere çalmaya başladı. Bacağı mı kopar, kafası mı kırılır adamın, kimsenin umurunda değildi. Hatta güreş sırasında bir Türk'ün, örneğin bir Fransız'ın kolunu hafifçe fazla kıvırıverip kırması bir ulusal övünme vesilesi de olabilirdi gayet rahatlıkla.

Bu durum uzun süre devam etti.

Ancak arada geçen sürede Batı álemi, ne yazık ki güreşin, kuvvetin yanı sıra aynı zamanda bir teknik işi olduğunu kavramaya başladı.

Ve tarihte her zaman olduğu gibi Türklerin yenilmesi de bu gelişmeyle başladı.

Güreşte bile hegemonyamızı kaybettik. Kaba kuvvet, tekniğe yenik düştü. Bu da aslında bir anlamda tabiat kuralıdır ve bunun değişmesi çok zordur.

Şimdilerde güreşte canlanma yine başlıyor gibi; çünkü futbolda olduğu gibi güreşte de tekniğin önemli olduğunu fark eden modern antrenörler var işlerin başında.

Bakın olimpiyattaki müsabakalara.

Nerede koparma, silkme, vurma, kırma varsa ancak o dallarda biraz bir şeyler yapabiliyoruz.

Şimdi judoda altın kazandık, herkes çok sevindi ya! Bakın açıkça söyleyeyim, ben bu gelişmeye üzüldüm.

Çünkü bu memlekette işsiz güçsüz insanlar, sırf daha iyi kabadayılık yapabilmek için hemen her şehirde boy veren karate-judo kurslarına gittiler yıllardır.

Bu sporların arkasında yer alan tüm Doğu felsefesi burada unutuldu ve faşist bir anlayışla eğitilen birtakım tatminsiz oğlanlar, karate ustası olmaya başladılar.

Bunlar arasından iyi olmaya başlayıp yükselenler olması çok doğal bir gelişmeydi.

Bunu bekliyordum ve sonuçta da judoda başarı geldi. Altın kazanan arkadaşa bir suçlama değil bu, ama her sporcu bir kültürel ortamda yükselir. Dolayısıyla onun da aynı etkilerden etkilenmemiş olması imkánsız.

* * *

Türkler bir yer jimnastiğinde yok.

Çifte barda yok.

Dört çarpı yüz bayraklı yarışında yok.

Su balesinde yok.

Hangi sporda bir estetik zarafet varsa orada yokuz.

Nerede koparma, yaralama, vurma veya kaba güç varsa orada var olabiliyoruz ancak.

Hiç yoktan iyidir tabii; bu yeteneklerimiz de olmasa hiç altın alamadan dönecektik uzak diyarlardan.

Ama bazen düşünüyorum da, acaba bir uzunca süre diğer zarif sporlara önem versek ve kaba kuvvete estetiğin de arkadaşlık etmesini sağlasak iyi olmaz mı?

Bunun sosyal alanda da faydası mutlaka olacaktır; çünkü hepimizin bildiği üzere Türkiye'de yaşam estetiği yok, ama kaba güç her yerde var. Belki sporda zihniyet değişirse bu gündelik yaşamımıza da etki gösterir, kim bilir?

Yazarın Tüm Yazıları